2
ajanda, latince agere, act kelimelerinden türetilmiş, gündeme ait, neler yapılacağına dair bir tür eylem planıdır.
çocukluğum babamın getirdiği ajandalar içerisine şiir yazmakla geçtiği için, planı, planlamayı bilmeyen, doğaçlama yaşayan bir insanım. içtimai hayatında bir ajandası olan ve eylemini çoğu zaman harfi harfine uygulayan insanlara imrenmişimdir. haset besleyip, kıskançlık damarıyla değil de biraz gıpta, biraz da keşkeleri olan imrenme huyundan da vazgeçeli çok oldu.
bir ajanda üzerinde kalem oynatmadan önce sayfaları karıştırır, sonra da herhangi bir tarih üzerinde durur ve o tarihin korkutucu bir yanı olduğunu varsaymaya başlardım. takribi on yaşındaydım ilk ajandamı doldurmaya başladığımda ve o gün özgürlüğün yolunu içime kaçışta olduğunu hisseder gibiydim.
peki, her ajandaya yazılan özgürlük şarkısı taşır mı? çoğu zaman insanların bireysel faaliyetleri şahıslarını ilgilendirdiği sanılsa da, ağaç kökleri gibi birbirimizle hep iletişim halindeyiz. yoğun veya yüzeysel fark etmiyor, ilişkilerimiz sürdüğü müddetçe etkilenmeye ve etkilemeye devam ediyoruz.
dünyada gruplar, partiler, takımlar, şirketler fark etmiyor hepsi bir ajanda dahilinde etkileşimin izinde ilerliyor. "gizli bir ajandası" olduğu iddiası süslü ve esrarengiz geldiği için çoğu zaman bizlerin komplo merakını kaşıyor ama gerçek şu ki, sadece plan ve planları olanlar o planları gerçekleştirmek adına çaba gösterdikçe bir şeyler değişiyor.
iyinin ve kötünün peşinde değilim. değişim kendisini fark ettirmeye başladığı an iyi veya kötüden ziyade gerçeği hissetmek daha akılcı bir durum olmaya başlıyor. hakikat, mutlak, realite, kesinlik tek bir "cevher" vasıtasıyla yorumlanıyor. ülkemizin son dem itibariyle geldiği durum "ajandası olanın değişim şablonunu" bize gösteriyor.
eskisi gibi gülememek, yapılan sosyal faaliyetlerden keyif alamamak yalnızca "yaş paradoksuyla" açıklanamaz. etkileşim bireyden aileye, komşuya, esnafa, iş ortamına, kurumlara, devlet yönetimine kadar bir bağ içerisinde ve yaşadığımız döneme geç/ötelenmiş anakronizm ya da post-anakronizm diyebiliriz. şüphe duyuyoruz ama kabul ediyoruz. önce olmasını talep ediyoruz, sonrasında yine aynı şeylerle karşı karşıya kalıyoruz. ömrümüzü bir süredir burada yaşanması mümkün olmayan bir tarifle hissederek kabul etmiş, bir tür senkronizasyon hatasına düşmüş gibiyiz. tarihe daha düz perspektiften bakınca aslında geçici, çokta uzun olamayan bir sürece mutlak değer kapsamında bakıyor ve tamamen çıkış noktasını kaçırıyoruz.
gücü yetmeyenler, emeği olmayanlar, plansız, varsayılmışı benim gibi yaşayanlar için sonucu beklemek tek çare mi? en azından üzerinde düşünülecek bir soru sormayı denerken, duyguların bağını ajandasız, daha global ve güzeli arayan sanat kapsamında değerlendirmeyi seçenlerden olma şansını yaşıyoruz. çoğumuz fazlasıyla eksik ancak yine de devam ederek bunu yaşamaya devam ediyoruz.
"gizli bir ajandam var!"
onu müsait bir yere bırakabilirsiniz. maruz kala kala yine de zihin kanaatleriyle düşünürken, en ufak meseleden önemlilik arz etmeye gücüm yok.
anlamak için çok geç, yaşamak için ise daha erken...
"planı dahilinde ilerleyen herkesin saygı duyulmaya ihtiyacı var ancak bir o kadar da nefreti peşinde getirebilecek hamleler var edebilirler. o hamleler her bir basamağı elenenlerle doludur ve bazen elenmek, sudan çıkmış balığın suya özlemini taşır. işte şimdi yaşayacağım diyerek hareketi o an başlatır. "
bu yönüyle herkesin (act kapsamında) eylemi olacaktır. edilgen olmak boyun eğmek, güçsüzlük değil, o sonu görebilenler adına ise haz vericidir.
" nasıl olsa bir gün her şey... "
evet, evet çıkmaz sokakta ateşimizi tenekede harlayıp, isli demlikten dökülmüş çayımızı yudumlayabiliriz.
yükseldikçe insanı görebilirsiniz ama anlamakta güçlük çekersiniz. özelikle bir toplumu, yığını dışlamaya hemen müsaade edebilirsiniz ve bu kendimize yapılmış haksızlıktan kaynaklanır.
öngörü için o çıkmaz sokağa ara ara gelmek, çay içmese bile insanın o sohbette bulunması gerekiyor. en temel hayvandan insanı ayıran fark bu ajanda içerisinde yer alıyor.