• 3
    galatasaray'ın son zamanlarda düştüğü durumu destan niteliğindeki yazısıyla özetlemiş.. buradan hala kazım transferi için atıp tutanlara, taraftarlık dersi vermeye çalışan yalakalara sesleniyorum.. alın son yazısının çıktısını asın duvarınıza, her gün 10 defa okuyun.. belki birazcık utanırsınız..

    uyarı üzerine, bahsettiğim yazı: http://acetobalsamico.blogspot.com/...ska-galatasaray.html
  • 4
    http://acetobalsamico.blogspot.com/...ska-galatasaray.html

    mükemmel bir yazı olduğunu düşünüyorum. yönetimin diğer icraatleri de göz önüne getirildiğinde başka galatasaray'ın tasviri net bir şekilde karşınıza çıkıyor.

    bazı insanlarımızın galatasaray'ın elden gittiğini anlaması için daha başka nelerin yapılması gerekiyor?

    diğer taraftan bazı taraftarlarımız, kendilerinin taraftarlık duyguları sömürülerek iyiden iyiye müşteri yerine konulmalarını kabullenebiliyorsa onlar da iyi bilsin ki çok güzel kazıklanıyorlar.
  • 6
    --- alıntı ---

    şehrin daha eski mahalleleri var elbet ama bizimki de fena sayılmazdı. elinde arasına şokella sürülmüş iki bisküviyle can yanımıza geldiğinde, evde annesi hazırladı sanmıştık. paketini gösterdi: çokoprens'miş. koştuk mahallenin bakkalına... nike yok ortalıkta, adidas var ama pahalı. almanya'da akrabası olan adidas, puma giyiyor işte. esemsport var çokça. sahamız çoktu. apartmanın aralığı, japon kale oynamak için idealdi. beş kişiye kadar kaldırırdı o duvarlar.

    cadde tenhaydı o zamanlar, bırak trafiğin tıkanmasını, bir saat araba geçmediği olurdu öğleden sonra. kale taşlarını apartmanın bahçesinde saklardık. standart getirmiştik işte, hep aynı çocuk adımlarıyla ölçer, yerleştirirdi taşları... sonra çocuk da büyüdü adımları da tabii... çayır dediğimiz yer güzeldi ama eğimliydi. orta sahadan topu aldın mı, hafif bayır aşağı kaptırır giderdin. ilk yarı bayır aşağı oynayan avantalı olurdu. bir de yukarıdaki mahallede bir saha vardı. toprak ama nizami... eski bir beşiktaşlı futbolcu yaptırmıştı o sahayı. yok; öyle halı saha işleten, para kazanan bir akıl değil onunki... kaleleri cebinden almış, file bile taktırmıştı. önemli maçlarda kireç dökülürdü. boş bulmak zordu o sahayı, sahanın çevresindeki apartmanlarda oturan çocuklar kollardı. yabancı gelip oynayamazdı...

    ya o mahallede doğmuş, ya da ufak yaşta mahalleye taşınmıştık. ağabeyler, aykut kocaman ile bir semt kulübünün genç takımında forma giyerdi. biz mahallede alt yapıydık. onlarla oynamak hayaldi, iyi olanları seçer, ufaktan ufaktan takıma katarlardı. öyle pat diye golcü olamazdın... defanstan başlardın. solak olan her zaman şanslıydı, ağabeylerden biri vasat da olsan "geç bakalım sen sola" derdi. hiyerarşi vardı, büyükler, ağabeyimiz; küçükler kardeşimizdi. mahalle yeni taşınan çocuklar öyle hemen takıma giremezlerdi. aydın da ilk kez biz caddede oynarken gelmişti yanımıza. "yok" demiştik; "ben de oynayabilir miyim?" diye sorduğunda. gidip kaldırıma oturdu, bütün maçı izledi. sonra aydın'ı da aldık mahalle maçlarına...

    kaleden başlarsın ama bizim mahallede büyüyünce "kaleci olacağım" diye tutturan bir çocuk vardı. babası kaleci eldivenleri almıştı ona, büyük geliyordu ellerine ama olsun fiyakalıydı. o kaleyi kimseye bırakmadığından yeni gelen ortaya geçerdi. aydın hepimizden iyiydi, çelimsizdi ama tekniğiyle işi bitiriyordu. o zaman "platini aydın" derdik. alır, verir, adam geçer, şutu burunla vurmaz, plase bırakırdı. "ben de oynayabilir miyim aydın" bizim takımın kralı oldu. o büyük sahanın sahibi mahallenin çocuklarını fena madara eder olduk. "oğlum aydın var lan onlarda" diyorlardı. maç biter, köşedeki bakkalda gazoz içer, eve dönerdik. o bakkalın oğlu bizim mahallede oturur, ama bakkalın olduğu mahallenin takımında oynardı. sevmezdik... o zamanlar maçtan dönünce annelerimiz terli sırtımıza tülbent koyardı... biz manchester united'dık... alt yapımız da vardı, sonradan mahalleye taşınan aydın'ımız da...
    bizim çayırda gün geldi inşaat başladı... lükse bir site yapacaklardı. "ulan zaten eğimliydi" dedi biri... büyümüştük biraz. olmadı otobüse atlar; başka sahaya da giderdik çok istersek... bizim çayır elden gitti. havuzlu bir site yaptılar, gittik, dolandık, hayret bayır da kaybolmuştu. biz "mahalle" diyorduk; oraya taşınan çocuklar ise "site". hani şimdi şehrin dört bir tarafında yapılan, acayip isimli siteler var ya; havuzlu, güvenlikli vs. işte ondan... o siteye çocukların hepsi aynı zamanda taşındığından daha takım olamamışlardı. hem zaten ağabey yaştakiler de sitede takılmıyorlardı. ağabey-kardeş ilişki yoktu o sitede...

    biz beşiktaş'ta mahalle takımına forma yaptırmıştık, krampon desen o da var. bu çocukların kramponu yoktu ama teneke bixi kola içiyorlardı. kimse kimsenin ufak halini bilmediğinden de hepsi birbirleriyle dalaşıyor, kavga ediyorlardı habire.. onların sitedeki sokaklar maç yapmaya müsait değildi, en fazla japon kale oynardın, çok dardı. bizim caddeden ise artık çok araba geçer olmuştu. tam akmışsın rakip kaleye, çekeceksin şutu, biri "araba geliyor" diye bağırırdı. hani araba geldiğinde tamam da; bazen defansta eksik yakalanan yalandan "araba" diye bağırırdı. oyun durunca da "nerede lan araba!" diye kavga kopardı. biz bu yeni sitenin çocuklarıyla yukarı mahallenin sahasında oynamak için sözleştik. bunlar aynı renk tişört giyip gelmişler, biz de formaları çekmişiz. bunlar havalı; ama aldık havalarını. mahalle pardon takım olamamışlar ki! nasıl olacaklar; şunun şurası en fazla 6-7 aydır oturuyorlardı o sitede. onlar manchester city idi. biz o toprak sahada bunları çok benzettik...sonra aydın taşındı mahalleden... o arkadaş kaleci olamadı... cadde korna sesleriyle doldu, bizim top oynadığımız yaştaki çocuğu tek başına ekmek almaya göndermez oldular... biz aşık olduk, top yerine kızların peşinde koştuk... yusuf ağabey vardı, onu bıçakladılar, öldü... aykut kocaman, fenerbahçe'de önce kral sonra hoca oldu... o toprak saha hala yerinde duruyor ama orada da artık çocuklar futbol oynamıyor...

    --- alıntı ---

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...hester-uniteddk.html
  • 7
    --- alıntı ---
    arda'lı hikayenin sonu

    iyi yönetilen kulüplerde yıldız oyuncuların kontratları uzun vadeli tutular. sözleşmesinin son senesine giren oyuncuya kan kokusu almış gibi üşüşür rakipler. iki yıllık sözleşmesi varsa sezon başlamadan onu 5 yıllık vadeye uzatman gerekir ki tek yıla düştüğünde oyuncunun değeri komik rakamlara düşmesin. buna en sıcak örnek de mesut özil ve nuri şahin’dir.

    bir yıllık bir hikayeye bu akşam son nokta konuldu. geçen sezon arda’yı bir türlü avrupa’ya satmayı beceremeyen menajer ahmet bulut, beşiktaş’ın transferlerinde aracılık ettiği jorge mendes’in himayesine girince hikayenin ilk cümlesi kuruldu. 30 ağustos 2010’da atletico madrid’in geçtiği teklifte de mendes’in parmağı vardı. bu akşam atılan imzada da.
    nisan’da borsaya bildirilen görüşmeler neden bu kadar uzadı? atletico madrid, agüero’yu satmayı düşünmüyordu. arjantinli’nin isyanı, büyük ortak gil’in babasından kalan tazminat davası için nakit arayışı, teknik adam değişimi derken iki ay kafalarını kaldıramadılar. bu dönemde malaga ve psg’nin de piyasayı ne hale getirdiği ortada. bir yıldır listelerinde olan, 2 kez teklif getirdikleri arda için bir kez daha atak yaptılar ve işi bitirdiler.

    arda’nın yeni stat, yeni başkan ve fatih terim faktörüyle moral bulduğu kesindi ama bu çok zaman önce verdiği ayrılık kararından geri adım attırmadı. insan kafasına koyduğunu da yapmalı zaten. bir yılı sakatlık yüzünden heba olan bir oyuncunun avrupa’da da boy gösteremeyeceği bir sezonun ardından transfer ihtimali çok daha zayıf olacaktı. üstelik milli takım için 2012 yolu taşlı iken. arda’nın ayrılık kararında para birinci faktör değil. takım içi dengelerden bahsedenlerin avrupa’nın üst düzey kulüplerinde ödenen rakamlardan haberi yok ki yıllardır aynı hikayeleri anlatıp duruyorlar. tabii, galatasaray’ın yeni kurduğu kadroda en yüksek ücreti bugün itibariyle bir ön liberoya ödüyor olmasının da pek örneği yok!

    fatih terim, arda’nın kalmasını istedi. ünal aysal ise gitmek isteyen arda’ya kal demedi. hatta ayrılmasının kulüp açısından daha hayırlı olacağı yorumlarına da kulak kabarttığı ortada. arda, kendisini 3 yıldır satmaya çalışan ve yüzdesine bakan bir menajerle çalışıyor. ahmet bulut’un verdiği tek hizmet bu ama bunu da beceremedi. galatasaray’ın kazandığı son şampiyonlukta da büyük payı olan arda’nın geride kalan 3 sezonda kendisine biçilen yerli beckham kostümü içinde daraldığı da bilinen bir gerçek. özel hayatı beni ilgilendirmez. sosyal hayatında ne kadar keyifli ve adam gibi adam olduğunu bilirim, bu da bana yeter.

    galatasaray taraftarı bülent korkmaz sonrasında takımının bayrak adamını ne yazık ki pamuklara saramadı. en büyük yarayı onlar açtılar. adnan polat da gereksiz makam atamalarıyla genç yaşta büyük sorumluluklar yükledi arda’nın omuzlarına. çok zamandır yüzü gülmeyen arda’nın calderon’da yüzünün gülmesini diliyorum. bir fotoğraf yollayacak arkasında sadece “mutluyum” yazacak...

    --- alıntı ---

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...-hikayenin-sonu.html

    edit: son 2 cümlede yapılan gönderme için: http://acetobalsamico.blogspot.com/...-oralardan-arda.html
  • 14
    geçenlerde okuduğum bir yazıyı paylaşmak amacıyla girdiğimde şu yeni yazıyla karşılaştım:

    "hayatın can kırıklarından sakatlanır mı sporcular, yoksa şov devam etmeli deyip ufak bir çocuk gibi "acımadı ki, acımadı ki" deyip koşmaya devam mı ederler? elbette ki hayır. dünyanın en mükemmel profesyonellerinden biri olarak gösterilen, günde altı saat idman yapan, 10 saat uyuyan, alkol kullanmayan cristiano ronaldo bile, gün gelir melankolinin esiri olur. portekizli yıldız beş yıldır beraber olduğu sevgilisinden ayrıldığından beri real madrid'de işler yolunda gitmiyor. elbette ki bunu isco ve modric'in yokluğuna bağlamak doğru futbol teşhisi ama ronaldo da uzun zamandır sahada ışıl ışıl parlamıyor. portekizli ailede baskın karakter anne, irina shayk'in oğluna iyi bir eş olamayacağına karar vermiş, iber yarımadası'nın magazin sayfalarına göre. en tepedeki bile aşkın tokadını yediğinden yuvarlanıyor yokuş aşağı. nazım hikmet ustanın dediği gibi "bir anda unuttum seni, eminim. kalbimde kalbine yok bile kinim. bence artık sen de herkes gibisin" deyip çıkılmıyor futbol sahasına... formula 1'in efsane pilotu mike hakkinen'nin oğlu hugo doğduktan sonra tur başına bir saniye kaybetmesi, baba olmanın sorumluluğuydu. çünkü baba (anne) olmak bir maçın ikinci yarısıdır ve hakemin son düdüğü çalmasını hiç istemezsin. michael jordan'ın babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından basketboldan kopması ve kısa süre sonra beyzbol sahasında görünüp dünyayı şoka uğratması ise bir evladın yası ve beyzbolcu olmasını isteyen babasına gecikmiş bir vefa tezahürü... milano'da omuzlarda karşılanan arjantinli stoper burdisso'nun kısa süre sonra inter başkanı moratti'ye gidip "kızıma lösemi teşhisi koydular. arjantin'de yanında olmak istiyorum" demesi de hayatın acı bir gerçeği...

    wesley sneijder, istanbul'u çok seven eşi olmasaydı belki de sezon başında galatasaray'dan ayrılmıştı. hayat bu bilinmez, 2008'de gittiği real madrid'de harika bir sezonun ardından düşüşe geçtiğinde, ispanyol medyası yıkılan ilk evliliği yüzünden dağıtan hollandalı'nın yoldan çıktığını yazmıştı. eros olmasa sneijder, madrid'de kalır, inter'e imza atmazdı. jardel, galatasaray'dan gittiğinde eşi karen ile yolun sonuna gelmişti, yıllar sonra bu dönemi uyuşturucuyla geçirdiğini itiraf etti. kabul edelim daniel güiza ile herkes ocakbaşına gitmek ister. kaçırdığı goller ardından en hüzünlü bakan adamdı ispanyol santrfor. eşi nuria'dan çektiği kadar kimseden çekmedi güiza. hep yokuş aşağı koştu, hep dizi kanadı, savruldu, dağıldı, bitti. beckham da real madrid'den apar topar kopup gittiyse sebep "los angeles'ta yaşayalım" diyen eşi victoria'dır. milan'ın ukraynalı golcüsü şevçenko, san siro'da tribünlerin taptığı adamdı. gönül bu, ferman dinlemiyor. evlendiği kadın, milan'ın patronu silvio berlusconi'nin oğlunun eski nişanlısıydı. kristen pazik, milano'dan sıkılmış, londra'da yaşamak istiyordu. milan'ın büyük golcüsü chelsea'ye imza atarken patron berlusconi arkasından "şevçenko kılıbığın teki. karısı çağırdığında koşup gelen minik bir köpek yavrusuymuş" dedi. profesyonel futbol dünyası bu, sözler unutulur gider. şevçenko, ingiltere'de yapamadı, milan'a geri döndü ama bir daha hiç eskisi gibi olmadı. ondan sonra milan'a gelen ve silvio berlusconi'nin kızı barbara'ya gönlünü kaptırdıktan sonra genç yaşta ülkesine dönmek zorunda kalan brezilyalı pato gibi... kaçan her golün ardında belki de ikiye bölünmüş, yakılmış bir fotoğraf karesi vardır, kimbilir... hayat bazen üsten aut değil midir zaten... "

    http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...azen-ustten-aut.html

    diğer yazıyı da paylaşayım:

    "bir kurşunla dünya savaşı'nın başladığı, bir imzayla barışın sağlandığı tarihte pası futbol sahasına attığımızda değişen nedir ki? son dakikada rakibe kaptırılmayan genç yetenek, kaçan balık büyük olur misali uçup giden yıldızlar, bir başka toprakta artık dal vermezken, yeni yuvasında ulu bir ağaç gibi yükselen yıldızlar. beşiktaş, trabzonspor ile giriştiği transfer yarışında tolgay arslan'a imzayı attırmasa, slaven biliç, üç gece önce onu sosa'nın yerine oyuna almasa ve tolgay topun gelişine vurup doksana takmasa... gözümüzün önünden gitmeyen sahne bugünlerde budur da bir de hafızalardan silinmeyen ya da unutulup gidenler var...

    70'li yılların sonu. trabzonspor fırtınasının estiği, yabancı futbolcu denildiğinde eski yugoslavya'nın yetenekli ayaklarının yanında vasat topçularının da ligimizde forma giydiği yıllar. toprağı bol olsun, sonraları fenerbahçe divan kurulu başkanlığı da yapacak olan yüksel günay o günlerde kulübün genel sekreteri. "cevad'ın babası ile kesin anlaşmaya vardım. 19 yaşındaki bu şöhretli futbolcu en geç 10 gün içinde fenerbahçe forması giyecektir" diyor muhabirlere. gazetenin manşetinde "fenerbahçe, partizan'ın ünlü sol açığı cevad prekazi'yi transfer ediyor" yazıyor, 1976 yılında. aslında manşet abartılı, cevad ünlü falan değil daha, yolun çok başında. ne oluyorsa, olmuyor o transfer. belki cevad'ın babası yan çiziyor belki de partizan. prekazi'nin yolu dokuz yıl sonra çıkıyor türkiye'ye. bugün üzerinde rezidans ve avm'nin yükseldiği, galatasaray'ın eski başkanı alp yalman'ın şirketinin toprak sahasında testten geçmesi de belki şehir efsanesi. prekazi muz ortaları yapıyor, "koşsam real madrid'de oynardım" diyor, onun sayesinde tanju çolak avrupa gol kralı oluyor, mustafa denizli ve futbol tarihimizin en umut veren mesajı "yüzde 51" tarihe yazılıyor. ya peki cevad prekazi 19 yaşında fenerbahçe'ye imza atsaydı?

    portekiz'in 25 yıl önce 70'lerin ilk yarısında doğan yeteneklerden yakaladığı jenerasyonun kesinlikle en yeteneklisi. rui costa, joao pinto da var ama o bir başka. sporting lizbon formasıyla parlıyor ve 23 yaşında iki italyan kulübü onun için kavgaya tutuşuyor. juventus ve bugünlerde duşlarından sıcak su akmayan ve iflas eden parma. parmalat'ın sahibi tanzi ailesi, angelli ailesi'ne kafa tutuyor. italya'nın iki büyük patronunun figo kavgasına son noktayı federasyon koyuyor. iki yıl boyunca iki kulüp de figo transferinden men ediliyor. sporting lizbon da 23 yaşındaki yıldızını barcelona'ya satıyor. ya peki figo, serie a'ya gitseydi?

    alfredo di stefano'yu franco mahiretiyle barcelona'nın elinden alan real madrid, bugün müzesindeki 10 şampiyonlar ligi / şampiyon kulüpler kupası'nın beşini alabilir miydi peki? barcelona ülke futbol tarihinin bunu üzerinden anlatıyor ama onlar da 1987'de büyük bir yıldızı ellerinden kaçırdıklarından haberdar değiller. boby charlton futbol okulunda sivrilen 12 yaşındaki david beckham ve arkadaşlarının ödülü, iki haftalık barselona gezisi. hayran oldukları lineker ile fotoğraf çektiriyorlar, schuster ile tanışıyorlar, kendisinden üç yaş büyük pep guardiola belki yanından geçiyor, idmana çıkıyorlar ama kimse beckham'ı meşhur altyapı la masia'ya almayı aklından geçirmiyor barcelona kulübünde. kaçan balık büyük olur derler, 16 yıl sonra beckham bir kez daha barcelona'nın kapısından dönüyor, katalanlar, ronaldinho'yu alırken, ingilizlerin en şık adamını real madrid kapıyor. ya peki ingiliz teknik adam tery venables, beckham'ı ada'ya göndermeseydi?
    1978'de arjantin'deki dünya kupası'nın ardından inter, bir fransız'ın peşine düşüyor. nancy'yi sırtlayan 10 numara michel platini ile ön protokol yapıyorlar. o evrak tam 32 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor. o günlerde yabancı yasağı maddesine takılan transfer, italya'nın futbol tarihini değiştiriyor. bir yıl daha nancy'de oynayan, üç yıl da saint etienne forması giyen michel platini, 1982 yılında juventus'a imza atıyor. ya peki bugünün uefa başkanı, o günlerde inter'e imza atsaydı?

    sene 2003. barcelona, eski yıldızı txiki begiristain'ı lizbon'a yolluyor. sporting lizbon'un manchester united ile oynadığı hazırlık maçında genç yeteneği çok beğeniyor begiristain. ertesi gün ispanyol medyasının manşetlerinde cristiano ronaldo-barcelona flörtü var ama alex ferguson elini çabuk tutuyor ve transferi bitiriyor. barcelona da bir başka portekizli yetenek ricardo quaresma'yı kadrosuna katıyor. ya peki katalanlar, o sezon cristiano ronaldo'yu alsa, altyapıdan gelen ve o günlerde sağ açıkta oynatılan messi formayı kapar mıydı?

    barcelona, werder bremen ile mesut özil için ön protokol imzalıyor. bonservis bedeli de 10 milyon euro'nun altında. bir haftalık transfer opsiyonuna son noktayı koyan guardiola oluyor. ona göre mesut bir yıl daha almanya'da forma giyip, pişmeli. barcelona orta sahasındaki oyuncularıyla rekabet edemeyeceğini düşünüyor guardiola. katalanlar, transferden çekildiklerini açıklıyorlar ve zamanında 2 milyona almadığı pepe'ye 30 milyon ödeyen real madrid, iki katına çıkan bonservisi dert etmiyor ve mesut, santiago bernabeu'nun yolunu tutuyor. ya peki... "

    http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/...anlk-neye-yarar.html

    üstat bazı bazı böyle yardırıyor. keşke daha sık yazsa diyorum...
  • 15
    santrfor falcao'yu kurtarmak

    bir tiyatro oyunu da olabilir, filmi de çekilebilir bu transfer hikayesinin. ben adını steven spielberg ve tom hanks'e selam çakıp "santrfor falcao'yu kurtarmak" koydum. monaco-istanbul hattında geçen, kimi zaman kolombiya'ya kimi zaman ispanya'ya uzanan bir yılan hikayesinin gerçek aktörlerini anlatmalıyım size.
    oleg petrov: galatasaray taraftarının bu yaz en nefret ettikleri adam. bir rus işadamı monaco kulübünün sahibiyse futboldan anlayan ve mümkünse fransızca bilen birine kulübü emanet eder öyle değil mi? dmitry rybolovlev geçen sezon küme düşmekten son anda kurtulan monaco'da son yılda kazanılan şampiyonlukta da, bir koyup beş kazanılan transferlerde de bir numaralı isim olan vadim vasilyev'in şubat ayında ipini çekti ve koltuğa oleg petrov'u oturttu. petrov elektronik eşya, pırlanta ticaretinde muteber bir yöneticiydi ama ufak bir sorun vardı, futbol ile alakası yoktu ve bildiği dört dil arasında fransızca yoktu. falcao'nun "her yıl dörtbeş iyi oyuncuyu satıyorsunuz, takımın dengesini bozuyorsunuz, jardim'i de yok yere yolladınız" dediği monaco'dan ayrılık kararını bahar aylarında almıştı. oleg petrov, fransız medyasını yanına alıp kolombiyalı golcünün kontratına saygı göstermesi gerektiğini söyleyip transferi yılan hikayesine çevirdi.
    leonard jardim: mourinho'nun başarılarıyla yolunu açtığı portekizli teknik adamlar arasında, fransa ligi'nin büyük ağabeyi psg'ye kafa tutan ve şampiyon olabilen başarılı bir teknik adam. geçen sezon başında takım yokuş aşağı gittiğinde koltuğundan oldu. thierry henry efsane futbolcuydu ama tecrübesiz teknik adam kartviziti onun da sonunu hazırladı. rus patron, kovduğu jardim'i göreve getirip monaco'yu ligde tuttu. çift santrfor oynayacağım diye ısrar edip falcao'nun yerine iki golcü isteyen, alındığında da bir üçüncü forveti bekleyen jardim, ligin ilk üç maçında bozguna uğradı. üç maçta üç kırmızı kart alan takımı bir puan alabildi. transfer mevsimi kapanmasa, falcao takımdan gitmeden zaten kendisi gidecekti. muhtemelen de oleg petrov'un idaresinde yeni yılı göremeyecek.

    jorge mendes/ahmet bulut: falcao'nun menajeri oyuncusuna üç yıllık yeni kontrat ararken, türkiye pazarındaki ortağı ahmet bulut da galatasaray adına hareket eden isim olarak bu filmde yerini aldı. ahmet bulut devreye girene kadar fransız medyasında bonservis bedeli yazılmayan falcao için o günden sonra 'sıkı pazarlıklar' başladı. seri ve nzonzi transferlerini şükrü hanedar ile 24 saatte bitiren galatasaray'ın falcao için neden oyuncunun menajerinin ortağına vekalet verdiği senaryonun açmazları arasına yazıldı.
    l'equipe gazetesi ve türk spor medyasi: fransızların efsane gazetesinde monaco haberlerine imza atan iki muhabirden biri sürekli olarak falcao'nun istanbul'da sıkıntı yaşayacağını öne sürüp, bonservis vs. ile olumsuz haberlere imza atarken, editör masasının görev verdiği diğer muhabir iki cepheden de doğru haberlerle mesai arkadaşının yangınını her seferinde söndürdü. fransız medyasının haberlerinde alt metinler okunduğunda monaco'nun yönlendirmesi net olarak ortaya çıktı. son 2-3 yılda yangın emojisiyle twitter fenomenliğine soyunan genç muhabirler türkiye'de her gün "falcao hayırlı olsun" ile etkileşim peşinde koşarken; sabah gazetesi muhabiri mehmet özcan'ın 31 temmuz'da verdiği detayların üstüne 30 gün boyunca bir satır koyamadılar. kazanan yine işini gazetesinde, televizyonunda, sorumlu olduğu kurumda yapan gerçek gazeteciler oldu...
    radamel falcao: 33 yaşında. son 10 yılda avrupa futbolunun en büyük golcülerinden biri. galatasaray ile anlaşmaya vardıktan sonra sözünden dönmedi. monaco ile var olan bir yıllık kontratının üzerine bir yıl uzatma teklifini de geri çevirdi. üç kız çocuğu sahibi ve tek isteği vitirine çıktığı river plate'de olduğu gibi tutkulu tribünler önünde futbol oynamak.
    abdurrahim albayrak: falcao ile çektirdiği hatıra fotoğrafını kendine saklasa bu kadar yıpranmayacaktı. günümüz futbolunda bir transfere "yüzde 99 bitti" diyebilmek için oyuncunun şehre gelip sağlık kontrolünden geçmesi gerektiğini o da biliyordu elbette ama o da sosyal medya çukuruna düştü, düşürüldü ve falcao gelse de gelmese de bu yazın en çok hırpalanan ve kaybeden ismi oldu camiasında...

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...u-kurtarmak.html?m=1
App Store'dan indirin Google Play'den alın