*

  • 2
    90lı yılların sonuna kadar bu kavramın doğruluğu tartışılmaz tabi ama son yıllarda beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe'nin her açıdan çok gerisinde ve hatta bu 2 takımın her zaman gölgesinde kalmakta. ben artık iki büyük kavramının gerçek olduğuna inanıyorum.

    edit: ne yani düşmanım diye fenerbahçe'nin de büyük camia olduğunu inkar mı edeyim?
  • 6
    stratejik ortaklık.

    başkan özhan canaydın, fenerbahçe golü attığında alkışlamıştı. o maçta taraftar dayak yemiş, tribünlerden çıkarılmıştı, tarihin en büyük hezimetini alarak terk etmiştik kalkedon'u. düğmeye o maçtan sonra bastık, her maç taraftarı sattı diye özhan başkan'a saldırdık. onun döneminde, inönü'de bir beşiktaş tramvayı alıp götürmüştü bizi son dakikalara. 1-0 mağluptuk ki en normal sonuçtu bizler için. inönü'deki son 10 senedeki tek galibiyetimiz alınacaktı o son dakikalarda. kadıköyde galibiyet yüzü görmeyen galatasaray'lı çocuklar ilkokulu bitirecekler yakında. hasan kabze gelişine vurdu, son dakikaya berabere girmemizi sağladı. yetmiyordu beraberlik, beşiktaş'ın etliyle sütlüde işi yoktu. maç, hatta sezon bitse de tatile çıksak maçlarını oynuyorlardı. dostça geçiyordu maç, her iki tarafta ölüm kalım maçına çıkmıyorsa büyük maçların tadından yenmezdi. çok güzel dostluk mesajları verilirdi, şeref tribünlerinde, kulubelerde, sahada. tribünler katılmazdı elbette bu yalan, sahte maskeli baloya. cordoba, aceleci davrandı son saniyelerde, sergen'e atmak istedi, can havliyle bir atak daha yapmak isteyen galatasaray'ı gafil avlatabilirdi belki. sergen o sırada dostluk maçındaydı, ve herkesten daha çok istiyordu tatile çıkmayı. şimdi alacak topu, koskoca sergen, üşenmeden, bitap düşmüş, fişi çekilmek üzere olan galatasaray'lı futbolcuları yusuf misali çalımlayacak golü atacak ve beşikataş galip gelecek. sonra ne olacak, hiç yoktan sahadaki galatasaray'lı arkadaşlarından küfür yiyecek, sonraki senelere düşmanlık taşınacak. fenerbahçe şampiyon olacak, galatasaray'lı bunu unutmayacak, bir gün hesap soracak. tıpkı bursaspor'un yıllardır sorduğu gibi.

    ne gerek vardı hem maç bitmek üzereydi kazasız belasız. gök tanrı hesaba katılmadı, dönen topa hasan kabze yapıştırdı, ve kale arkasındaki galatasaray'lıların bulunduğu tel örgülere tırmandırdı futbolcuları. beşiktaş'lı futbolcular(tümer hariç) nepal'de, katmandu'da bulamayacakları bir huzur içinde soyunma odasına giderken, taraftarları yıkıyordu ortalığı.'' bu maçı satanın anasını.....''

    gün oldu devran döndü, galatasaray'lı futbolcular bir an önce ruhu teslim maçına çıktılar. huzur doluydu galatasaray'lılar, kendilerinden beklenen de çok kötü rezalet bir futbol olduğundan rahattılar. oynayabilecekleri en kötü maçlarını oynamışlardı daha önce. daha kötü oynamalarına imkan yoktu. beşiktaş yense şampiyon olacaktı. bu maçları çok seyretmiş tecrübeli taraftar olarak anlıyorum beşiktaş'lıları, kulaklar başka stadyumlardayken bağıramaz, taş kesilir insanlar. maçın ilk dakikalarında geliyordu beşiktaş golü. sabri rahat, huzurlu olmasa normal oyununu oynasa o topu çıkarması imkansızdı. yusuf yusuf futbolu oynayan beşiktaş'a karşı, sadece top oynamak isteyen neticeyle ilgilenmeyen galatasaray bülent korkmaz'la oynanabilecek en büyük futbollarını oynuyorlardı.

    kewell'e utanmasak şike yaptı diyeceğiz! o topa sol ayağıyla gelişine vuramamasını kötüye yormadık. sonrasında baros halı saha maçlarındaki gibi kaleciyle karşı karşıya kaldı, sabri'ye atamaması için rezalet bir pas verince kıllandım! o sırada sivas'tan gelen haber saha içindekiler için iyi haberdi, bir sakata gelinmemesi için temkinkli oynamak başlandığı gibi bitmesi için dua etmek en evlasıydı. sakata gelmemek için oynarken alakasız bir emre aşık faulü çalındı. topun canı alakasız yere gitmek üzereydi ki topal müsade etmedi, seramikçi sırıtıyor, tüpçüye çak çak yapıyordu. kıllarım uzamaya başlamıştı artık iyiden iyiye!

    ikinci yarı bizim takım golü yemenin rahatlığıyla daha bir rahvan oynamaya başladı. ikinciye yese bile kimse kızmayacaktı takıma. bari zevk yapalım dedi arda'lar, kewell'ler ve diğerleri. baros santradan sonra topla yürüdü rüştü'nün üzerine, etrafta kimse yok, nişanladı rüştüye. rüştü'nün karnında delik olmadığından top geçmedi. neler oluyordu sahada arkadaşlar!

    bir topu zorlukla kornere attılar. arda bir şekil yapayım şu riski olmayan maçta dedi ve topa vurdu. ihtiyaç yok ya top binde bir ihtimalin olduğu yere gitti, giriyordu nerdeyse. rüştü maça limon sıkılmasına müsade etmedi. derken kewell, ben bu tiyatroda yokum arkadaşlar vuruşu yaptı. sivas'tan, eskişehir'den gelen haberler işbirlikçi baron'ları rahatsız ediyordu. sahada kardeşçe maçı götürüyorlardı futbolcular.

    o sırada rüştü sakatlandı, topu dışarı atması için arkadaşına seslendi. atmadılar topu, o top gitti gol oldu. gol olması gereken kaleye olduğu için kimse üzerinde durmadı. aynı top rüştü'nün kalesine gol olsaydı, baksaydık bakalım oynanan dostluk maçı nasıl bitecekti. arda rüştüyle şakalaşıyordu, belki de'' abi bu kıyağımızı unutma unutturma'' diyordu.

    galatasaray'lılar, '' bu maçı satanın....'' diye bağırmadılar. beşiktaş'lılarda....

    her iki takım futbolcuları sarmaş dolaş soyunma odasına gittiler, beşiktaş başkanı galatasaray malzemecisini bile otobüse teslim etti.

    aynı saatlerde boğaz'ın karşı yakasında konyaspor boğazlanıyordu. diğer stratajik ortak, her ihtimale karşı haftaya tozu kızı horozu, bir de zafer gazozuyla meşhur denizli'nin bir şampiyonluğa daha engel olmasının yollarını tıkıyordu. hesap hesaptı bugün sana yarın bana.

    karedeniz'de arazı kıtlığı vardı, onlar dağlarda tepelerde düz alan bulamayacaklar, oldukları yerde horon tepeceklerdi, ya da buldukları en büyük düz alan olan futbol sahasında kolbastı oynayacaklardı.

    sivas'ta arazi boldu, iç anadolunun uçsuz bucaksız yaylalarında halay çekebilirlerdi artık, temiz hava bol gıda eşliğinde.

    işte böyle sayın anadolu'lu hemşehrilerimiz. size arifeyi gösterirler, göstermezlerse tezgah bozulur, küsersiniz, oynamazsınız bir daha diye. ancak bayram'ı görmek sadece stratejik ortakların hakkıdır. bırak bayramı sen bu hafta olacakları düşün. son haftalara şampiyonluk şarkılarıyla girmenin bedelini çok ağır ödeyip, aklını başına alarak döneceksin kızılırmak boylarına, temeltepe'ye....

    üç büyükler diye boşuna nam salmadılar tarihe, aklını alır bu stratejik ortaklık adamın. yıllar önce bir hata yapmışlar trabzon'u başa bela etmişlerdi. aynı hatayı hele şimdi bu futbol sanayileşmişken yaparlar mı sandınız?

    uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece.
  • 7
    aralarından iki tanesi olan fenerbahçe ve beşiktaş, bugün tekrar aslında tek büyüğün galatasaray olduğunu teyit eder şekilde, mehmet topuz için birbirini rezil etmiştir. ben üç büyüklerden biriyim diye kendisini avutan takımların bu karaktersizlikleri, bir kez daha tüm türkiye'ye galatasaray kulübünün türkiye'nin en büyük ve en karakterli takımı olduğunu göstermiştir.
  • 9
    türkiye cumhuriyeti devleti'nin idari anlamdaki en büyük projelerinden biridir. fazlasıyla başarılı bir şekilde işlemeye devam etmektedir. bunun bir üst modeli de her haltın istanbul'da olması, türkiye nüfusu'nun neredeyse üçte birinin istanbul ve civarına yığılmış* * olmasıdır. maksadı ülke yönetimini kolaylaştırmaktır. zamanında mussolini'nin ülkesinde düzenlenen dünya kupasında dört güney amerikalı oyuncuya italya pasaportu verdirerek milli takıma sokması, o milli takımın da güney amerikalılar önderliğinde dünya kupası kazanmasından çok daha gizli ve normal görünen bir plandır bu. 50 yıldır oynanan ligde sadece 4 farklı takımın şampiyon olması çok garip görünse de aslında çok mantıklı sebeplere dayanmaktadır, tıpkı bütün ülkenin %85'inden fazlasının bu üç takımı tutuyor olması gibi.

    bu herkesin işine fazlasıyla gelmektedir aslında. en başında basının işine gelmektedir. haftda 9, hatta 18 maça koşacakken sadece 3, belki 4 tane maça adam göndermek. aynı şekilde yayıncı kuruluşun da işine gelir, 9 maçı vermektense haftada 4 maçı yayınlamak. ülke nüfusunun neredeyse tamamı futbolla ilgilenir. takım tutmayan erkeklere kafadan kırık muamelesi yaparlar. hatta şehrinin takımını tutanları bile garipserler, nasılsa o şampiyon olmuyor, neyini tutuyorsun diye. başka sporları adam yerine koymazlar, takip ve icra edenleri de. bu da en başta medyanın işine gelmektedir. hem adam koşturacak iş sayısı azalmakta, bu duruma karşın hitap ettiği kitle maksimum seviyeye çıkmaktadır.

    sonrasında vatandaşın o kadar farklı branşa ve o branşlardaki farklı maçlara dağılması da pek sağlıklı ve güvenli değildir. basit bir maç yayını ile insanları iki saatliğine* yüzbinlerce, belki de milyonlarca insanı evinde tutabilmek basitliğiyle ve maliyetiyle orantılandığında çok efektif bir yöntemdir. "diğer" spor dallarına karşı toplumdaki tepkisizlik hatta yok sayma, çocukluktan beri aşılanan "maç için adam kesebilecek" derecede fanatiklik, futbol dışı olayları eleştirir gibi görünerek insanların gözüne gözüne sokma; hepsi aslında büyük bir plan-programın parçasıdır.

    herşey üç takımın üzerine kurulmuştur. "spor" haberleri üç büyüklerin futbol takımlarıyla ilgili haberlerden ibarettir. onlar şampiyon olmadığında başarısız sayılırken* * hemen hemen aynı tarihlerde kurulan ankaragücü gibi takımlar için lig cetvelinin üstteki yarısına çıkmak başarı olarak adlandırılır. türkiye'de, şimdiki blog salgınıyla kendini daha bir belli eden, doğru düzgün spor yazabilecek yüzlerce adam varken gazetelerde, televizyonda, orda burda yazar görünümlü amigolar ahkam keser. haftanın 3-4 gecesi saatlerce bu adamlar izlenir. insanların bu adamları saatlerce izleyecek şekilde yetişmiş olması da bu planın bir parçasıdır. maçtaki bir pozisyonu geçtim, bir adamın bir takım taraftarını tahrik edebilecek, hatta hakaret içeren bir konuşması bile matah birşeymiş gibi günlerce ekranda yer alır. insanlar heryerde bu konuları konuşur, konuşmaya niyeti yoksa da konuşmak zorunda kalır.

    ülkede kötü giden herşey için de çok önemli bir kamuflajdır üç büyükler. haftanın beş, altı günü çalışan insanların belki de en mutlu olduğu andır maç saatleri. gücü, kazanmayı bu kadar içten yaşayabildiği yegane durumdur belki de. ülkenin neredeyse tamamının üç takıma bağlanması da çok ekonomiktir bu bakımdan. zaten büyük olasılıkla oynadıkları maçı kazanırlar. bir kaybederse ona yüklenirler. ertesi hafta onlar kaybeder, karşı taraftan cevap gelir. hele bazen birbirleriyle oynarlar, tadından yenmez. kafadan 2 hafta ülkenin yarısı kayıptır. yazın ligler yoktur belki ama zaten meclis de kapalıdır o dönemler...

    türkiye'de en ufak bir hatada tribünler küfür eder durur. stadlarda stres, kavga, gürültü, itiş kakış hakimdir. kaybeden, kaybettirilenlerin galip getirildiği yerdir stadlar. futbola değil şampiyonluğa, onun getireceği iki laf fazladan etme ve diğerleriyle dalga geçme imkanına aşıktır insanlar. bir tarafının kılları ağarmış, bazen ne dediğini bile bilmeyen adamların saatlerce dinlenmesinin sebebi de budur. 2 saatlik bir maçtan yeterince malzeme çıkamadığı zamanların en büyük yardımcısıdır onlar. türk insanı hiçbir yerde konuşmadığı, konuşturulmadığı kadar özgürdür futbol konusunda. herşeyi bastırılarak, kalıplaştırılarak yönetilmeye çalışılan bir topluma yaratılan kaçış noktasıdır futbol. ama durduk yere o kadar cephe yaratmak yersizdir, üç takım yeter de artar bile...
App Store'dan indirin Google Play'den alın