2364
galatasaray’daki günahlar :
elbette futbol günahları bunlar. rijkaard & neeskens dönemi kapanmak üzere, belki bu yazı bitene kadar resmi açıklama bile gelebilir. belki de yönetim devam etme kararı alır ama dikiş tutmaz bir daha bu ilişki. ilk fırsatta inceldiği yerden kopar.
nasıl oldu da bu duruma gelindi irdelemek lazım, kimin ne günahları var bundan bahsetmek lazım, tespit etmek lazım.
gerek rijkaard, futbolda devrim gibi başlıklarda gerekse de maç yazılarında defalarca değindiğim konuları toparlayarak yazıyorum şimdi. ne yazık ki uzun bir yazı olacak sanırım, kısa yazmayı beceremiyorum. benim için büyük handikap. sıkılıp hepsini okumayanlar yanlış fikirlere kapılabiliyorlar ama ne yapalım, okuyan, ilgi gösterenler için yazıyorum zaten. daha da fazlası, kendim için yazıyorum.
başlayalım. yönetimin günahlarıyla. en büyük günahları rijkaard’ı getirmek. evvelki sezonun travmasından çıkarmak için rijkaard ve neeskens’i getirdi yönetim. daha doğrusu, hesaplanmış bir şekilde getirmemiş olmak. biraz doğaçlama getirmiş olmak. rijkaard’ın futbolculuğunu çok iyi bilmekle birlikte hocalığını çok iyi bilmiyordum. ancak bilenler diyor ki, rijkaard pas futbolu oynatır, bunda ısrar eder. şimdi bu durumu incelediğimizde rijkaard’ın çok kaliteli futbolculardan oluşan bir takıma ihtiyacı olduğu belli. kaliteli kadronun da tarifini yapmak lazım. kalecisi bile pas yapabilen bir takım. stoperleri topu orta sahaya kolayca geçirebilen, arkadaşının arkasında rakip varken pas atmaktan korkmayan futbolcular, aynı hatta birbirinin yerine oynayabilecek futbolcular, forvette her bölgede oynayabilecek futbolcular, sürekli hareket halinde boşa çıkıp pas alan futbolcular, boşa çıkan arkadaşına pası verip kendisi alan değiştiren futbolcular, uzaktan gol yapabilecek çilingirler, oyun sıkıştığında topu tek başına taşıyıp gol yapabilecek en az bir oyuncu, sakatlık veya ceza olduğunda bunların yerine geçebilecek ve işleyişi bozmayacak kalitede yedekler, ilerleyen yıllarda futbolcu kaynağınızı yetiştirecek bir altyapı lazim.
net fikrimi söyleyeyim, bunun galatasarayda gerçekleşmesi imkansız. en önce bunları bilip de rijkaard’ı getirdikleri için veya bilmedikleri için yönetimin en büyük günahıdır rijkaard’ı getirmek.
bunun dışında hala tribünleri kontrol ediyor olmak, doğru işler yapan haldun üstünel’i devre dışı bırakmak, adnan sezgin’e geniş yetkiler tanımak, taraftarın en önemli haber kaynağı gstv’yi sadece digiturkten paralı yayınlamak, fahiş maç biletleri (mesela geçen sezonki ekstra fiyatlı fenerbahçe maçı) gibi başka günahları da var. unuttuğum başka günahları da vardır muhakkak.
yönetimin önemli günahlarından biri de sadece bizimkilere özgü değil. türkiye’deki kulüplerin neredeyse hepsi yapıyor bunu. hocalara bizi iyi anlatmamak. burada futbolun hayattaki bir çok şeyden önemli olduğunu, burada insanların trafikte sollama yüzünden, selektör yapma yüzünden, düğünde eğlenirken birbirini öldürdüğünü anlatmıyorlar. büyük ihtimalle utanıyorlar bu olanlardan. ama bunlar gerçek. silah gözükmeyen bir dizinin tutmadığını bilmiyor ki buraya gelen yabancı. bilmesi gerek. daum biliyordu. bu yüzden bu ülkenin çok ekmeğini yedi. daum sahtekarını beğendiğim için söylemiyorum, ikisinin ortası, doğrusu bulunabilir diye anlatıyorum bunları. bunu yapacak adamlar da dandik adamlar değil ki kardeşim. galatasaray yönetim kurulunda yabancı dil bilmeyen yok sanırım, hocayla kolayca iletişim kurabilirlerdi.
sadece getirilen hocaya türkiye’yi anlatmakla da bitmiyor iş. rijkaard motivasyon kısmıyla çok ilgilenen bir adam değil. türkiye’de çok önemli ama sadece bize özgü bir şey de değil motivasyon. avrupalı gibi cool şekilde çıkıp topunu oynayıp eve gitmez buradaki topçu. bütün spor dalları için önemli. madem rijkaard bu işi yapmıyor, takımın içinde artık idari menecer mi olur, sportif direktör mü olur birinin, takımın iştahı kaçtığında, motivasyonu ve konsantrasyonu azaldığında takımı kendine getirecek birini bulundurmalıydı yönetim. büyük eksiklik. takımı, hocayı yalnız bıraktılar.
bence bir takımın hocası bütün camiayı yönlendiren adamdır. beğenirsin, beğenmezsin bizim ülkemizin modeli böyle. siyasi partiler başkanlarını, okulların müdürlerini düşünün ve elbette kulüp başkanlarını. ancak futboldaki alışkanlığımız camiayı güçlü hocaların yönlendirmesi üzerine kurulu. bizi buna mustafa denizli ve fatih terim alıştırdı, ertuğrul sağlam da benzeri bir profil çiziyor. rijkaard’ın bunlarla ilgisi olmadığı kesinken, camiaya takımı, takım için üretilen projeleri kimse anlatmadı, bunu yönetimin yapması gerekirdi.
ama en büyük günahları rijkaard’ı getirip ona onun ihtiyacı olan kadroyu vermemek var. burada rijkaard’ı devre dışı bırakamam. teklifi kabul ederken galatasaray’ın imkanlarını, eline verilecek kadronun kalitesini hiç sormadı mı acaba? ilk sezon için kandırıldı diyelim. devre arası? ikinci sezon başı? hepsinde mi kandırıldı yani, yapmasak bunu.
sırada rijkaard ve teknik heyet var.
rijkaard geldiğinde taraftarda büyük bir heyecan ve umut dalgası yayıldı. o zamanlar herkes sabırlı olunması gerektiğini, rijkaard’ın galatasaray’a bir ekol yerleştirmek için geldiğini söylüyordu. doğrusu rijkaard da gerek sezon başı gerekse de sezon içinde “a planını mükemmelleştirmeye çalışıyorum” diyerek bir ekol oturtmaya çalıştığının bilgisini veriyordu. buraya kadar güzel.
maç sonuçlarına mümkün olduğu kadar girmeyeceğim, sadece sonlarda kısaca bahsedeceğim, rahat olun. skor taraftarı değiliz çok şükür.
iyi başlanan sezonun ortalarında sakatlıklar falan derken takım dağıldı gitti. evet, direkt dağıldı. rijkaard sezonun devamında ilk baştaki duruşuna yakıştıramadığım işler yaptı, yok yaptı demeyelim de onay verdi diyelim. devre arasındaki transferler örneğin. avrupa’da oynayamayacak jo transferi, nonda’nın gönderilmesi, bütün bir ikinci yarı oynamayan kewell ile yolların ayrılamaması, kendini kanıtlayamamış gio’nun transferi. en eksik yerimiz orta sahanın ortasına transfer yapılmadı. bunlar kusura bakmayın ama hiç planlı işlere benzemiyor. ya tutarsa diye yapılmış işler.
yine de transferleri bilerek yaptı diyelim bir an için, hani yönetim bir sonraki sezon yeni stadda şampiyonlar ligi görmemiz şart dediği için kabul etti hoca bunları. ama takım neden kendisinin bahsettiği a planından vazgeçti bunu anlayamadım. hani sabredecektik. hani bir futbol ekolümüz olacaktı. ben ekollerin böyle kurulmadığı sanıyordum, saha sonuçları ne olursa olsun belirlenen oyun şeklinden taviz vermeden, her maçı bir eğitim gibi görerek ısrarla devam ettirilerek bir ekol oturtulabilir diye biliyordum ben. zaten öyle olduğu da ortaya çıktı zaman içinde. çünkü ne sahada başarılı olunabildi, ne bir ekol oturtmanın ilk adımları sürdürülebildi. sezonu 3. bitirdik ve şu an avrupa ligi’nde değiliz. bu demektir ki, geçtiğimiz sezonun koca ikinci yarısı çöpe gitti.
gelelim bu sezona. sezon başında neeskens burada kalıp çalıştı. yeni sezon için açıklamaları beni çok umutlandırmıştı. bu sezon daha realist ve sonuca gidecek bir oyun planı tasarladıklarından bahsediyordu. müthiş bir gelişmeydi bu, teknik kadro kendi futbol anlayışında revizyona gidiyordu.
sezon yine heyecanlı başladı. transferler bekliyorduk. geçen sezon ortasında yapılmayan orta sahanın ortası transferi bekledik. cana alındı, ama yetmezdi. yetmedi de. cana bir türlü form tutamadı. transferler çok geç kaldı. bu işte kim hata yaptı bilmiyoruz. ama sanırım bu da yönetimin günahlarından. hadi gelmeyenler tamam da bir de keita’nın gidişi var. yerine pino’nun alınışı var. pino’yu bilmem ama keita’nın gitmesine rijkaard’ın onay verdiğini sanıyorum, sezon içinde kadroya da almamıştı. gerçi transferlerin geç yapılmasından değilse de, istemediği oyuncuların alınmasına onay vermediyse tepki göstermemesi de doğru değildi teknik kadronun. burada yönetim ve teknik kadro günahları paylaşıyorlar.
rijkaard ve teknik ekibe genel eleştirilerim var. ben mi duymadım, yoksa bize nasıl bir futbol stili ile oynayacağımızı anlatmadılar mı? anlatmaları gerekir mi, o da başka bir konu tabii. belki anlatmaları gerekmez, öyle bir zorunlulukları yoktur. ama sanki avrupa’da anlatıyor hocalar diye biliyorum. biz de ne bilelim hoca barcelona’nın bu oyununun sebebi gösterildiği için biz de öyle oynayacağız sandık. belki de kendi kendimize gelin-güvey olduk . bu kısım çok önemli değil aslında.
tercümanları. işte bu büyük bir sorun. tamam, adam ne bilsin tercümanının verimli olup olmadığını. ama yönetim tercümanını değiştirmek için hocaya söylediğinde “mert benim dostum, ondan memnunum” dedi. sonrasında en azından basın toplantılarında flemenkçe bilen eski g.saraylı futbolcu mustafa yücedağ geldi göreve. ne yazık ki onun da yabancı dili türkçe olduğu için yeterli verim alınamadı. bir de mustafa bazı sözleri doğru çevirmemekle suçlandı. buradaki günah yönetimin. sayıyor musunuz, kimin kaç günahı oldu?
bu sezon başında fenerbahçe’ye almanya’da yenilmemiz konusunda da teknik heyeti günah işlemiş olarak görüyorum. hiç bana hazırlık maçı diye gelmeyin, fenerle isterse tavla, seksek oyna galatasaray yenmek için oynar. ve rijkaard şu anda biraz da bunun sıkıntısını çekiyor. türkiye’de futbolun ne anlama geldiğini bir türlü öğrenememiş. burada da hem teknik heyete hem yönetime günahı paylaştırıyorum. yönetim, teknik ekibe çok iyi anlatmalıydı türkiye’de futbola bakış açısını. devrimciler bunları elbette umursamaz ama ben zaten kararlı bir devrimci görmedim ki. ilk zorlukta kendinden taviz veren birini gördüm.
tam burada rijkaard’a çok büyük destek veren, sabredilmesini isteyen, rijkaard’ın çok büyük bir teknik direktör olduğunu düşünen arkadaşlarımızın da hayal kırıklığına uğradığını zannederdim. ama onlarda bugünlerde daha çok öfke ve acıma var. rijkaardcı diye aşağılanmaya çalışılan dostlarımız bunu hiç hak etmiyorlar elbette. onlar, türkiye’de sadece bir futbol ekolü olmasını değil, aynı zamanda futbol ikliminin değişmesini de istiyorlar. ingiltere kadar olamasak da yine de batı avrupalı bir ülke olalım hiç değilse. güldünya’lar da ölmesin tabii ki. bu arkadaşların isteği bu işte. yöntemlerini, fikirlerini eleştirirsiniz belki, hatta çok sinirlenebilirsiniz de, ama niyetlerinden şüphe duymamak gerek. bence istekleri doğru ama istediklerini yapacak adam rijkaard değil. yanıldıkları nokta bu.
neyse, frank rijkaard’ın günahlarından biri de takıma genç oyuncu kazandıramamasıdır. her zaman söylüyorum, forma verilmez alınır. floryadaki çimleri yiyeceksin o formayı giyeceksin. önümüzde mükemmel bir örnek var, arda turan. ama bazen de yılların profesyonellerini silkelemek için, yavaş yavaş alıştırmak için nispeten kolay maçlarda gençlere görev vermek gerekir. ne maçıydı hatırlamıyorum, baros sakattı ve batdal sağlıklıydı. rijkaard, kewell’ı tercih etmişti. kolay da bir maçtı. batdal’a formayı vermek gerekirdi. musa çağıran’ı almanya’daki fenerbahçe maçından beri göremedik.
rijkaard maç önceleri kamp yaptırmıyor. futbolcularına, görebildiğimiz kadarıyla oldukça saygılı ve medeni davranıyor. bunların hepsi çok güzel insani özellikler elbette. bunlar türk futbolunda görülmüş şeyler değil. kamp yapmamayı daha önce deneyenler oldu ama başarılı olamadı. futbolcularına yaklaşımının çok saygılı ama mesafeli olduğunu biliyoruz. bunu bir çok kez dile getiren oldu. tipik bir avrupalı tavrı. işimi yaparım, işime ve iş arkadaşlarıma saygı duyarım, gerisi oyunculara kalmış durumu. eh, bunun pek işe yaradığını söyleyemeyiz. bunları öne sürüp futbolcuların profesyonel olmadığından bahsetmek saçma olur. benzeri şeyleri barcelona’lı oyunculardan da duymuştuk. sonradan, rijkaard’ın kıymetini bilemedik itirafı gelse de. keşke futbolcular değerini bilselerdi ama yılların profesyonellerinin alışmaları zor. ferhan şensoy bir kitabında baykal kent’le muhabbetini anlatır. şensoy her sabah tiyatroya prova için geldiğinde baykal kent’i sahnede yatarken bulur. akşamdan sabaha geçip sahnede sızarmış baykal. baykal kendini şöyle savunur, “abicim ferhan da saat 10:00’a prova koyardı, hiç türk olmayan saatlerde yani”. ferhan şensoy söylenenleri dinlemiş, hiç kuşkunuz olmasın.
futbolcular açısından “alışmadık götte don durmaz” hesabı oldu biraz. bu sözün ne demek olduğunu anladınız değil mi? rijkaard ne zaman bu sözü anlayacak o zaman işler değişir işte.
futbolcuların günahlarına gelelim. takım kötü gittiği müddetçe her zaman şerefsizlikle, ihanetle, sabotajla suçlanmıştır futbolcular türkiye’de. milyonluk eşekler, takım otobüsü taşlamalar, idman basmalar hep futbolculara yönelik olmuştur. şimdi yine öyle. halbuki bizim güzel sözlerimiz vardır “at sahibine göre kişner” gibi. yönetilen gruptur futbolcular. iş sadece paralarını ödemekle bitmez. sürekli ilgilenmek gerekir. en dandik amatör takımda bile böyledir bu işler.
rijkaard kısmında bahsettiğimiz rahatlık battı futbolculara. hoca topçuları sadece sahada yönetti. saha dışına karışmadı. aslında ne güzel değil mi? ama fazla özgürlük bozdu topçuları işte. kendi kendilerini motive edemediler, konsantre olamadılar. profesyonellik açısından bakılırsa saçma elbette ama bizim buraların yemekleri de başkadır, dizileri de profesyonellik anlayışı da. ne öğrendilerse öyle gider bu işler. bu, çocukların bilerek işledikleri bir günah değil belki ama günah sonuçta, cehennemde cezası var. rijkaard gibi şeker bir hocayı kaçırarak bu cezalarını çekecekler zaten. bu kadrodan da barcelonalı futbolcuların yaptığı gibi “pişmanız” açıklamaları gelebilir. ama bunu da bizim takımdalarken değil de, ya futbolu bıraktıklarında ya da başka takıma gittiklerinde söylerler. bizim can sıkıcı özelliklerimizden ama gerçeklerden biri de bu işte.
takımda gruplaşma olduğu konusunda bir bilgim yok. yerli yabancı arasında sorun da gözükmüyor. bazı topçular birbiriyle konuşmuyormuş. olabilir, gayet normal. her takımda olur böyle şeyler, her iş yerinde olduğu gibi. siz iş yerinizdeki herkesle iyi arkadaş mısınız, ya da sınıfınızdaki. şart mı?
oyuncu kalitesi çok mu kötü peki? rijkaard’ın oynatmak istediği futbola göre yetersiz bir kadro elbette. bu konuya yukarıda değinmiştim.
kötü sonuçlar sebebiyle topçuların iştahları kaçtı, motivasyonları azaldı, konsantrasyonları kayboldu, anlaşılan rijkaard’a olan inançlarını da kaybettiler. burada rijkaard’ın hatası var diyemeyiz, hocanın modeli böyle. sadece saha içiyle ilgileniyor, motivasyon gibi şeylerle uğraşmıyor, belki de inanmıyor. açık söyleyeyim ben bunu çok mekanik ve eksik buluyorum . bu yeniden ayağa kalkmayı yönetimin sağlaması gerekirdi. bir de kaptan arda’nın takımı toparlaması gerekirdi belki. futbolcular bu konuda da birlikte hareket edemediler. sahada giden oyuna baros, kewell ve arda’dan başka isyan eden olmadı.
topçular bilerek oynamıyor? hem futbolcular kötü, yetersiz diyeceksiniz hem de sabote ediyorlar diyeceksiniz. yemezler. ikisi birden doğru olamaz. bu sebeple bu konuyla başka şey söylemek istemiyorum, saçmalıklara cevap vermeye gerek görmüyorum.
yine deli gibi 6 sayfa yazmışım. ben yazıyı bitirene kadar rijkaard ile yollar ayrıldı. uyum bir türlü sağlanamadı. hayırlısı olsun.
umarım galatasaray yönetimi rijkaard’ı getirirkenki “takıma bir ekol getirecek hoca” doğru fikrini şimdi de sürdürür ve doğru adamla anlaşır. eğer bu plan yapılmazsa seneler yine boşa akıp geçecek demektir.
elbette futbol günahları bunlar. rijkaard & neeskens dönemi kapanmak üzere, belki bu yazı bitene kadar resmi açıklama bile gelebilir. belki de yönetim devam etme kararı alır ama dikiş tutmaz bir daha bu ilişki. ilk fırsatta inceldiği yerden kopar.
nasıl oldu da bu duruma gelindi irdelemek lazım, kimin ne günahları var bundan bahsetmek lazım, tespit etmek lazım.
gerek rijkaard, futbolda devrim gibi başlıklarda gerekse de maç yazılarında defalarca değindiğim konuları toparlayarak yazıyorum şimdi. ne yazık ki uzun bir yazı olacak sanırım, kısa yazmayı beceremiyorum. benim için büyük handikap. sıkılıp hepsini okumayanlar yanlış fikirlere kapılabiliyorlar ama ne yapalım, okuyan, ilgi gösterenler için yazıyorum zaten. daha da fazlası, kendim için yazıyorum.
başlayalım. yönetimin günahlarıyla. en büyük günahları rijkaard’ı getirmek. evvelki sezonun travmasından çıkarmak için rijkaard ve neeskens’i getirdi yönetim. daha doğrusu, hesaplanmış bir şekilde getirmemiş olmak. biraz doğaçlama getirmiş olmak. rijkaard’ın futbolculuğunu çok iyi bilmekle birlikte hocalığını çok iyi bilmiyordum. ancak bilenler diyor ki, rijkaard pas futbolu oynatır, bunda ısrar eder. şimdi bu durumu incelediğimizde rijkaard’ın çok kaliteli futbolculardan oluşan bir takıma ihtiyacı olduğu belli. kaliteli kadronun da tarifini yapmak lazım. kalecisi bile pas yapabilen bir takım. stoperleri topu orta sahaya kolayca geçirebilen, arkadaşının arkasında rakip varken pas atmaktan korkmayan futbolcular, aynı hatta birbirinin yerine oynayabilecek futbolcular, forvette her bölgede oynayabilecek futbolcular, sürekli hareket halinde boşa çıkıp pas alan futbolcular, boşa çıkan arkadaşına pası verip kendisi alan değiştiren futbolcular, uzaktan gol yapabilecek çilingirler, oyun sıkıştığında topu tek başına taşıyıp gol yapabilecek en az bir oyuncu, sakatlık veya ceza olduğunda bunların yerine geçebilecek ve işleyişi bozmayacak kalitede yedekler, ilerleyen yıllarda futbolcu kaynağınızı yetiştirecek bir altyapı lazim.
net fikrimi söyleyeyim, bunun galatasarayda gerçekleşmesi imkansız. en önce bunları bilip de rijkaard’ı getirdikleri için veya bilmedikleri için yönetimin en büyük günahıdır rijkaard’ı getirmek.
bunun dışında hala tribünleri kontrol ediyor olmak, doğru işler yapan haldun üstünel’i devre dışı bırakmak, adnan sezgin’e geniş yetkiler tanımak, taraftarın en önemli haber kaynağı gstv’yi sadece digiturkten paralı yayınlamak, fahiş maç biletleri (mesela geçen sezonki ekstra fiyatlı fenerbahçe maçı) gibi başka günahları da var. unuttuğum başka günahları da vardır muhakkak.
yönetimin önemli günahlarından biri de sadece bizimkilere özgü değil. türkiye’deki kulüplerin neredeyse hepsi yapıyor bunu. hocalara bizi iyi anlatmamak. burada futbolun hayattaki bir çok şeyden önemli olduğunu, burada insanların trafikte sollama yüzünden, selektör yapma yüzünden, düğünde eğlenirken birbirini öldürdüğünü anlatmıyorlar. büyük ihtimalle utanıyorlar bu olanlardan. ama bunlar gerçek. silah gözükmeyen bir dizinin tutmadığını bilmiyor ki buraya gelen yabancı. bilmesi gerek. daum biliyordu. bu yüzden bu ülkenin çok ekmeğini yedi. daum sahtekarını beğendiğim için söylemiyorum, ikisinin ortası, doğrusu bulunabilir diye anlatıyorum bunları. bunu yapacak adamlar da dandik adamlar değil ki kardeşim. galatasaray yönetim kurulunda yabancı dil bilmeyen yok sanırım, hocayla kolayca iletişim kurabilirlerdi.
sadece getirilen hocaya türkiye’yi anlatmakla da bitmiyor iş. rijkaard motivasyon kısmıyla çok ilgilenen bir adam değil. türkiye’de çok önemli ama sadece bize özgü bir şey de değil motivasyon. avrupalı gibi cool şekilde çıkıp topunu oynayıp eve gitmez buradaki topçu. bütün spor dalları için önemli. madem rijkaard bu işi yapmıyor, takımın içinde artık idari menecer mi olur, sportif direktör mü olur birinin, takımın iştahı kaçtığında, motivasyonu ve konsantrasyonu azaldığında takımı kendine getirecek birini bulundurmalıydı yönetim. büyük eksiklik. takımı, hocayı yalnız bıraktılar.
bence bir takımın hocası bütün camiayı yönlendiren adamdır. beğenirsin, beğenmezsin bizim ülkemizin modeli böyle. siyasi partiler başkanlarını, okulların müdürlerini düşünün ve elbette kulüp başkanlarını. ancak futboldaki alışkanlığımız camiayı güçlü hocaların yönlendirmesi üzerine kurulu. bizi buna mustafa denizli ve fatih terim alıştırdı, ertuğrul sağlam da benzeri bir profil çiziyor. rijkaard’ın bunlarla ilgisi olmadığı kesinken, camiaya takımı, takım için üretilen projeleri kimse anlatmadı, bunu yönetimin yapması gerekirdi.
ama en büyük günahları rijkaard’ı getirip ona onun ihtiyacı olan kadroyu vermemek var. burada rijkaard’ı devre dışı bırakamam. teklifi kabul ederken galatasaray’ın imkanlarını, eline verilecek kadronun kalitesini hiç sormadı mı acaba? ilk sezon için kandırıldı diyelim. devre arası? ikinci sezon başı? hepsinde mi kandırıldı yani, yapmasak bunu.
sırada rijkaard ve teknik heyet var.
rijkaard geldiğinde taraftarda büyük bir heyecan ve umut dalgası yayıldı. o zamanlar herkes sabırlı olunması gerektiğini, rijkaard’ın galatasaray’a bir ekol yerleştirmek için geldiğini söylüyordu. doğrusu rijkaard da gerek sezon başı gerekse de sezon içinde “a planını mükemmelleştirmeye çalışıyorum” diyerek bir ekol oturtmaya çalıştığının bilgisini veriyordu. buraya kadar güzel.
maç sonuçlarına mümkün olduğu kadar girmeyeceğim, sadece sonlarda kısaca bahsedeceğim, rahat olun. skor taraftarı değiliz çok şükür.
iyi başlanan sezonun ortalarında sakatlıklar falan derken takım dağıldı gitti. evet, direkt dağıldı. rijkaard sezonun devamında ilk baştaki duruşuna yakıştıramadığım işler yaptı, yok yaptı demeyelim de onay verdi diyelim. devre arasındaki transferler örneğin. avrupa’da oynayamayacak jo transferi, nonda’nın gönderilmesi, bütün bir ikinci yarı oynamayan kewell ile yolların ayrılamaması, kendini kanıtlayamamış gio’nun transferi. en eksik yerimiz orta sahanın ortasına transfer yapılmadı. bunlar kusura bakmayın ama hiç planlı işlere benzemiyor. ya tutarsa diye yapılmış işler.
yine de transferleri bilerek yaptı diyelim bir an için, hani yönetim bir sonraki sezon yeni stadda şampiyonlar ligi görmemiz şart dediği için kabul etti hoca bunları. ama takım neden kendisinin bahsettiği a planından vazgeçti bunu anlayamadım. hani sabredecektik. hani bir futbol ekolümüz olacaktı. ben ekollerin böyle kurulmadığı sanıyordum, saha sonuçları ne olursa olsun belirlenen oyun şeklinden taviz vermeden, her maçı bir eğitim gibi görerek ısrarla devam ettirilerek bir ekol oturtulabilir diye biliyordum ben. zaten öyle olduğu da ortaya çıktı zaman içinde. çünkü ne sahada başarılı olunabildi, ne bir ekol oturtmanın ilk adımları sürdürülebildi. sezonu 3. bitirdik ve şu an avrupa ligi’nde değiliz. bu demektir ki, geçtiğimiz sezonun koca ikinci yarısı çöpe gitti.
gelelim bu sezona. sezon başında neeskens burada kalıp çalıştı. yeni sezon için açıklamaları beni çok umutlandırmıştı. bu sezon daha realist ve sonuca gidecek bir oyun planı tasarladıklarından bahsediyordu. müthiş bir gelişmeydi bu, teknik kadro kendi futbol anlayışında revizyona gidiyordu.
sezon yine heyecanlı başladı. transferler bekliyorduk. geçen sezon ortasında yapılmayan orta sahanın ortası transferi bekledik. cana alındı, ama yetmezdi. yetmedi de. cana bir türlü form tutamadı. transferler çok geç kaldı. bu işte kim hata yaptı bilmiyoruz. ama sanırım bu da yönetimin günahlarından. hadi gelmeyenler tamam da bir de keita’nın gidişi var. yerine pino’nun alınışı var. pino’yu bilmem ama keita’nın gitmesine rijkaard’ın onay verdiğini sanıyorum, sezon içinde kadroya da almamıştı. gerçi transferlerin geç yapılmasından değilse de, istemediği oyuncuların alınmasına onay vermediyse tepki göstermemesi de doğru değildi teknik kadronun. burada yönetim ve teknik kadro günahları paylaşıyorlar.
rijkaard ve teknik ekibe genel eleştirilerim var. ben mi duymadım, yoksa bize nasıl bir futbol stili ile oynayacağımızı anlatmadılar mı? anlatmaları gerekir mi, o da başka bir konu tabii. belki anlatmaları gerekmez, öyle bir zorunlulukları yoktur. ama sanki avrupa’da anlatıyor hocalar diye biliyorum. biz de ne bilelim hoca barcelona’nın bu oyununun sebebi gösterildiği için biz de öyle oynayacağız sandık. belki de kendi kendimize gelin-güvey olduk . bu kısım çok önemli değil aslında.
tercümanları. işte bu büyük bir sorun. tamam, adam ne bilsin tercümanının verimli olup olmadığını. ama yönetim tercümanını değiştirmek için hocaya söylediğinde “mert benim dostum, ondan memnunum” dedi. sonrasında en azından basın toplantılarında flemenkçe bilen eski g.saraylı futbolcu mustafa yücedağ geldi göreve. ne yazık ki onun da yabancı dili türkçe olduğu için yeterli verim alınamadı. bir de mustafa bazı sözleri doğru çevirmemekle suçlandı. buradaki günah yönetimin. sayıyor musunuz, kimin kaç günahı oldu?
bu sezon başında fenerbahçe’ye almanya’da yenilmemiz konusunda da teknik heyeti günah işlemiş olarak görüyorum. hiç bana hazırlık maçı diye gelmeyin, fenerle isterse tavla, seksek oyna galatasaray yenmek için oynar. ve rijkaard şu anda biraz da bunun sıkıntısını çekiyor. türkiye’de futbolun ne anlama geldiğini bir türlü öğrenememiş. burada da hem teknik heyete hem yönetime günahı paylaştırıyorum. yönetim, teknik ekibe çok iyi anlatmalıydı türkiye’de futbola bakış açısını. devrimciler bunları elbette umursamaz ama ben zaten kararlı bir devrimci görmedim ki. ilk zorlukta kendinden taviz veren birini gördüm.
tam burada rijkaard’a çok büyük destek veren, sabredilmesini isteyen, rijkaard’ın çok büyük bir teknik direktör olduğunu düşünen arkadaşlarımızın da hayal kırıklığına uğradığını zannederdim. ama onlarda bugünlerde daha çok öfke ve acıma var. rijkaardcı diye aşağılanmaya çalışılan dostlarımız bunu hiç hak etmiyorlar elbette. onlar, türkiye’de sadece bir futbol ekolü olmasını değil, aynı zamanda futbol ikliminin değişmesini de istiyorlar. ingiltere kadar olamasak da yine de batı avrupalı bir ülke olalım hiç değilse. güldünya’lar da ölmesin tabii ki. bu arkadaşların isteği bu işte. yöntemlerini, fikirlerini eleştirirsiniz belki, hatta çok sinirlenebilirsiniz de, ama niyetlerinden şüphe duymamak gerek. bence istekleri doğru ama istediklerini yapacak adam rijkaard değil. yanıldıkları nokta bu.
neyse, frank rijkaard’ın günahlarından biri de takıma genç oyuncu kazandıramamasıdır. her zaman söylüyorum, forma verilmez alınır. floryadaki çimleri yiyeceksin o formayı giyeceksin. önümüzde mükemmel bir örnek var, arda turan. ama bazen de yılların profesyonellerini silkelemek için, yavaş yavaş alıştırmak için nispeten kolay maçlarda gençlere görev vermek gerekir. ne maçıydı hatırlamıyorum, baros sakattı ve batdal sağlıklıydı. rijkaard, kewell’ı tercih etmişti. kolay da bir maçtı. batdal’a formayı vermek gerekirdi. musa çağıran’ı almanya’daki fenerbahçe maçından beri göremedik.
rijkaard maç önceleri kamp yaptırmıyor. futbolcularına, görebildiğimiz kadarıyla oldukça saygılı ve medeni davranıyor. bunların hepsi çok güzel insani özellikler elbette. bunlar türk futbolunda görülmüş şeyler değil. kamp yapmamayı daha önce deneyenler oldu ama başarılı olamadı. futbolcularına yaklaşımının çok saygılı ama mesafeli olduğunu biliyoruz. bunu bir çok kez dile getiren oldu. tipik bir avrupalı tavrı. işimi yaparım, işime ve iş arkadaşlarıma saygı duyarım, gerisi oyunculara kalmış durumu. eh, bunun pek işe yaradığını söyleyemeyiz. bunları öne sürüp futbolcuların profesyonel olmadığından bahsetmek saçma olur. benzeri şeyleri barcelona’lı oyunculardan da duymuştuk. sonradan, rijkaard’ın kıymetini bilemedik itirafı gelse de. keşke futbolcular değerini bilselerdi ama yılların profesyonellerinin alışmaları zor. ferhan şensoy bir kitabında baykal kent’le muhabbetini anlatır. şensoy her sabah tiyatroya prova için geldiğinde baykal kent’i sahnede yatarken bulur. akşamdan sabaha geçip sahnede sızarmış baykal. baykal kendini şöyle savunur, “abicim ferhan da saat 10:00’a prova koyardı, hiç türk olmayan saatlerde yani”. ferhan şensoy söylenenleri dinlemiş, hiç kuşkunuz olmasın.
futbolcular açısından “alışmadık götte don durmaz” hesabı oldu biraz. bu sözün ne demek olduğunu anladınız değil mi? rijkaard ne zaman bu sözü anlayacak o zaman işler değişir işte.
futbolcuların günahlarına gelelim. takım kötü gittiği müddetçe her zaman şerefsizlikle, ihanetle, sabotajla suçlanmıştır futbolcular türkiye’de. milyonluk eşekler, takım otobüsü taşlamalar, idman basmalar hep futbolculara yönelik olmuştur. şimdi yine öyle. halbuki bizim güzel sözlerimiz vardır “at sahibine göre kişner” gibi. yönetilen gruptur futbolcular. iş sadece paralarını ödemekle bitmez. sürekli ilgilenmek gerekir. en dandik amatör takımda bile böyledir bu işler.
rijkaard kısmında bahsettiğimiz rahatlık battı futbolculara. hoca topçuları sadece sahada yönetti. saha dışına karışmadı. aslında ne güzel değil mi? ama fazla özgürlük bozdu topçuları işte. kendi kendilerini motive edemediler, konsantre olamadılar. profesyonellik açısından bakılırsa saçma elbette ama bizim buraların yemekleri de başkadır, dizileri de profesyonellik anlayışı da. ne öğrendilerse öyle gider bu işler. bu, çocukların bilerek işledikleri bir günah değil belki ama günah sonuçta, cehennemde cezası var. rijkaard gibi şeker bir hocayı kaçırarak bu cezalarını çekecekler zaten. bu kadrodan da barcelonalı futbolcuların yaptığı gibi “pişmanız” açıklamaları gelebilir. ama bunu da bizim takımdalarken değil de, ya futbolu bıraktıklarında ya da başka takıma gittiklerinde söylerler. bizim can sıkıcı özelliklerimizden ama gerçeklerden biri de bu işte.
takımda gruplaşma olduğu konusunda bir bilgim yok. yerli yabancı arasında sorun da gözükmüyor. bazı topçular birbiriyle konuşmuyormuş. olabilir, gayet normal. her takımda olur böyle şeyler, her iş yerinde olduğu gibi. siz iş yerinizdeki herkesle iyi arkadaş mısınız, ya da sınıfınızdaki. şart mı?
oyuncu kalitesi çok mu kötü peki? rijkaard’ın oynatmak istediği futbola göre yetersiz bir kadro elbette. bu konuya yukarıda değinmiştim.
kötü sonuçlar sebebiyle topçuların iştahları kaçtı, motivasyonları azaldı, konsantrasyonları kayboldu, anlaşılan rijkaard’a olan inançlarını da kaybettiler. burada rijkaard’ın hatası var diyemeyiz, hocanın modeli böyle. sadece saha içiyle ilgileniyor, motivasyon gibi şeylerle uğraşmıyor, belki de inanmıyor. açık söyleyeyim ben bunu çok mekanik ve eksik buluyorum . bu yeniden ayağa kalkmayı yönetimin sağlaması gerekirdi. bir de kaptan arda’nın takımı toparlaması gerekirdi belki. futbolcular bu konuda da birlikte hareket edemediler. sahada giden oyuna baros, kewell ve arda’dan başka isyan eden olmadı.
topçular bilerek oynamıyor? hem futbolcular kötü, yetersiz diyeceksiniz hem de sabote ediyorlar diyeceksiniz. yemezler. ikisi birden doğru olamaz. bu sebeple bu konuyla başka şey söylemek istemiyorum, saçmalıklara cevap vermeye gerek görmüyorum.
yine deli gibi 6 sayfa yazmışım. ben yazıyı bitirene kadar rijkaard ile yollar ayrıldı. uyum bir türlü sağlanamadı. hayırlısı olsun.
umarım galatasaray yönetimi rijkaard’ı getirirkenki “takıma bir ekol getirecek hoca” doğru fikrini şimdi de sürdürür ve doğru adamla anlaşır. eğer bu plan yapılmazsa seneler yine boşa akıp geçecek demektir.