4246
hakkında umutsuzluğa ve karamsarlığa gerek olmayan takımımız. futbolcularımızın ruhsuz olduklarını, durumu kanıksadıklarını düşünmüyorum. saçma sapan bir şekilde 10 kişi kaldığımız karabük maçı cidden bizim için kötü geçen bir maç olsa da, oyunda kalmayı ve puan almayı başardık. bu sezon süper ligin eskisi gibi olacağını düşünmüyorum. play-off adayı 7-8 takım var, çok yoğun bir maç takvimi var. o yüzden bu tarz puan kayıplarını bütün takımlar yapıyorlar ve yapacaklardır.
saha içine baktığımızda takım 4-4-2'ye geçecek gibi görünüyor. ben de derbiler dışında takımın bu şekilde oynamasını gerektiğini düşünüyorum. samsunspor maçının son yarım saatine ve karabükteki ilk 15 dakikaya baktığımız zaman bu sistemle daha sonuca giden bir futbol oynamaya başladığımız net bir şekilde ortada. bu açıdan da bir sıkıntı yaşayacağımızı düşünmüyorum. elimizde kaliteli ve takım oyununa uygun oyuncular var. kenarda çok değerli bir teknik ekip var. yönetimimiz şu ana kadar gayet başarılı gözüküyor. peki şimdi gelelim can alıcı noktaya. geçen seneden beri takım değişti, teknik ekip değişti, yönetim değişti, muhtemelen florya'nın personeli bile değişti. değişmeyen tek şeyin ne olduğunu anlamak çok da güç değil. değişmeyen tek şey biziz, değişmeyen tek şey galatasaray taraftarı.
2000'den sonra hakkında sallanmayan, tribünde asılmayan teknik direktör hatırlamıyorum: lucescu, terim, hagi, gerets, skibbe, bülent korkmaz, rijkaard, tekrar hagi, bülent ünder, ve şimdi tekrar terim.
son 3-4 senedir de yeni moda kaybedilen maçlar sonrası adam asmaca: hasan şaş, arda, sabri, bam, aykut, ufuk, servet, gökhan, balta, baros, muslera, eboue.. (daha gider bu. tabi ki aralarında benim de beğenmediğim ve ya galatasaray'a yakıştıramadığım oyuncular var ama konu bu değil)
2 sezondur fener derbileri hariç hatta son fener derbisinde bile statın tamamen dolu olduğu bir maç hatırlamıyorum. stadda olan taraftarda da başka bir hastalık mevcut: inançsızlık. hani diyoruz ya geriye düşünce bocalıyoruz, 10 kişi kalınca 8 kişi gibi oynuyoruz. yenilen golden sonra stadda ki panik, uzun süreli ölüm sessizliğinin sahadaki futbolcuya yansıması çok normal. stadda daha net bir şekilde anlaşılıyor bu durum ama isteyen samsun maçında 1-1'den 2-1'e kadar olan süreyi açıp izleyebilir, tribünü dinleyebilir. bu ciddi bir problem. 2005-2006 sezonunda tribünlerde ki inancı kimse unutmasın. o sene o takım rekor puanla şampiyon olduysa bunun yüzde 60'lık payı o tribünlerindi. fakat o seneki motivasyonun temel kaynağı da, tff'nin fenerbahçe'yi alenen şampiyon yapmak istemesi ve buna karşı oluşan tepkiydi.
bu sezona baktığımızda ise aynı tas aynı hamam devam ediyor. daha üçüncü haftadan kelleler isteniyor, karalar bürünülüyor. peki biz ne zaman çıkacağız bu psikolojiden? ne zaman takıma koşulsuz destek verebileceğiz? futbolcularımız hangi maçta dizleri titremeden taraftarının önüne çıkabilecek? bunların hiçbirini yap(a)mayacaksak bu takım nasıl özgüven kazanacak? hayalini kurduğumuz üç maç peşpeşe kazanma işi nasıl gerçekleşecek? galatasaray taraftarı takımı bağrına basmayı ne zaman öğrenecek? herkesin şapkasını önüne koyup düşünme vakti geldi de geçiyor bile. şimdi değilse ne zaman?
saha içine baktığımızda takım 4-4-2'ye geçecek gibi görünüyor. ben de derbiler dışında takımın bu şekilde oynamasını gerektiğini düşünüyorum. samsunspor maçının son yarım saatine ve karabükteki ilk 15 dakikaya baktığımız zaman bu sistemle daha sonuca giden bir futbol oynamaya başladığımız net bir şekilde ortada. bu açıdan da bir sıkıntı yaşayacağımızı düşünmüyorum. elimizde kaliteli ve takım oyununa uygun oyuncular var. kenarda çok değerli bir teknik ekip var. yönetimimiz şu ana kadar gayet başarılı gözüküyor. peki şimdi gelelim can alıcı noktaya. geçen seneden beri takım değişti, teknik ekip değişti, yönetim değişti, muhtemelen florya'nın personeli bile değişti. değişmeyen tek şeyin ne olduğunu anlamak çok da güç değil. değişmeyen tek şey biziz, değişmeyen tek şey galatasaray taraftarı.
2000'den sonra hakkında sallanmayan, tribünde asılmayan teknik direktör hatırlamıyorum: lucescu, terim, hagi, gerets, skibbe, bülent korkmaz, rijkaard, tekrar hagi, bülent ünder, ve şimdi tekrar terim.
son 3-4 senedir de yeni moda kaybedilen maçlar sonrası adam asmaca: hasan şaş, arda, sabri, bam, aykut, ufuk, servet, gökhan, balta, baros, muslera, eboue.. (daha gider bu. tabi ki aralarında benim de beğenmediğim ve ya galatasaray'a yakıştıramadığım oyuncular var ama konu bu değil)
2 sezondur fener derbileri hariç hatta son fener derbisinde bile statın tamamen dolu olduğu bir maç hatırlamıyorum. stadda olan taraftarda da başka bir hastalık mevcut: inançsızlık. hani diyoruz ya geriye düşünce bocalıyoruz, 10 kişi kalınca 8 kişi gibi oynuyoruz. yenilen golden sonra stadda ki panik, uzun süreli ölüm sessizliğinin sahadaki futbolcuya yansıması çok normal. stadda daha net bir şekilde anlaşılıyor bu durum ama isteyen samsun maçında 1-1'den 2-1'e kadar olan süreyi açıp izleyebilir, tribünü dinleyebilir. bu ciddi bir problem. 2005-2006 sezonunda tribünlerde ki inancı kimse unutmasın. o sene o takım rekor puanla şampiyon olduysa bunun yüzde 60'lık payı o tribünlerindi. fakat o seneki motivasyonun temel kaynağı da, tff'nin fenerbahçe'yi alenen şampiyon yapmak istemesi ve buna karşı oluşan tepkiydi.
bu sezona baktığımızda ise aynı tas aynı hamam devam ediyor. daha üçüncü haftadan kelleler isteniyor, karalar bürünülüyor. peki biz ne zaman çıkacağız bu psikolojiden? ne zaman takıma koşulsuz destek verebileceğiz? futbolcularımız hangi maçta dizleri titremeden taraftarının önüne çıkabilecek? bunların hiçbirini yap(a)mayacaksak bu takım nasıl özgüven kazanacak? hayalini kurduğumuz üç maç peşpeşe kazanma işi nasıl gerçekleşecek? galatasaray taraftarı takımı bağrına basmayı ne zaman öğrenecek? herkesin şapkasını önüne koyup düşünme vakti geldi de geçiyor bile. şimdi değilse ne zaman?