445
ruhumun bir kısmının çalındığı maç. daha doğrusu çalınmak istendiği maç.
o heyecan, o adrenalin, o inanmışlık. anasını sattığımın yerinde 17 mayıs 2000 tarihinde bir maç keyfimiz vardı, zaten 1 gün öncesinde kolum kırılmış. dünyaya lanet okur vaziyetteyim. 15 yaşındayım, deli hödük olduğumuz zamanlar. 79. dakikaya kadar izlemişim, sonrasında ne mi oldu? eski evimizdeyken komşumuz olan şebnem, o akşam bize gelmiş. ev dubleks, bunlar oturuyor üst katta. ben de alt katta küfür kıyamet maçı izliyorum nasılsa duymuyorlar diyerekten. çocuğuz sonuçta hala. hayalimde o alçılı kolla, maçı kazandığımızda, ya da gol attığımızda merdivenleri 3 kere inip, çıkacağım. isterse alçı kırılsın, kol yeniden sakatlansın umurumda değil o an. hatunun kalkıp eve gideceği tuttu. "hayır" diyorum, "bakın türkiye'de hayat durdu. dolmuş falan gelmez, bu saatte beklemeyin, maç bitsin zaten ben dolmuş, otobüs bulurum. olmadı taksi tutarım. o da olmadı sırtımda götürürüm." yok dinlemiyor zottirik hatun. o zamanlar bir de üniversitede. güzel de. aşıktım bi aralar kendisine de, neyse oralara girmeyelim. platonik öyle, muhtemelen hayranlık başka birşey değil. şimdi olsa alt kategorime bile almam.
arkadaş tutturdular, "illa dolmuş durağına kadar eşlik et, beraber bekle. kız başıyla nolur nolmaz." peder de o sırada seminerde, kastamonu mudur, ankara mıdır, tokat mıdır? artık neresiyse. "o olsa", diyorum içimden. "o olsa, duruma el koyar. maçtan sonra gider bırakır bir şekilde. olmaz der, otur oturduğun yerde der." hatta evde olsa, misafir bile çağırmaz.
"yahu kolum kırık, hayvanın biri gelse, ittirse beni, tek kolumla ne yapacağım, hatunu da alır götürür, oh mis. dalgasına bakar." diye düşünüyorum. arkadaş anaya, ataya, büyüğe saygı öğretildi bizde. hay sokayım saygısına da, ne thierry henry'nin o müthiş kafa vuruşunu, ne de taffarel'in o daha da müthiş kurtarışını göremeyeceğim. haberim yok tabi. ne de haydi popescu, haydi oğlum diyip, havalara uçacağım.
dünyadan bihaber, çıktık yola. içimden söyleniyorum. bombok durum.lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim, dııırıııt, dııırııııt. hayır o zaman internet de var da, şimdiki gibi değil ki, hadi dönünce youtube'a gireyim de, adam gibi son dakikaları izler, kendi dünyamda kendi kendime koparım diyebileyim. olsaydı bile 56k ile nereye izliyon ameka.
çıktık evden, boynum bükük. vardık durağa, ama ne gelen var ne giden. ulan araba bile geçmiyor, araba. sokaklarda kimse yok. sapık bile yok la, tecavüzcü bile yok. hırsız, arsız uğursuz, kimse yok. millet ekran başında. hani darbe yapar ya asker, o gün olsa, adamlar abartısız 2 dakikada ülkeyi ele geçirir. o derece, tüm kanallar, tüm ülke kilitlenmiş uefa kupası finaline. ilk la ilk. hem de ne ilk. bak 17 sene oldu, daha finalin kapısından bile dönemedi hiçbir türk takımı, bırak kupayı almayı.
dolmuşçular bile durakta, maç izliyordur o sıralarda kesin. zira yaklaşık 50-55 dakika durakta dikildikten sonra, alkış kıyamet, balkonlardan silah sesi, araba gürültüleri, kornalar, klaksonlar, aman aman. sanırsın dünya yıkılıyor. türk bayrakları, galatasaray bayrakları... ben tabi şaşkın, ne diyeceğimi bilmiyorum. şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuşum. şebnem mi? ulan şebnem. "sevinsene" diyor bana. "sevinsene!"
neyime sevineyim lan, nasıl sevineyim. hayallerim yıkılmış gibi kalakaldım öyle. ne o muhteşem kurtarışı gördüm. ne adamların sürekli topu dışarı atışını gördüm. ne popescu'yu gördüm. o sırada yedek kulubesindekilerin belki heyecandan, belki korkudan, belki de totem yaptığından sırtlarını sahaya döndüğünden bile haberim yok, acaba hangisini yapıyorlar diye akıl yürüteyim o kısa sürede. "oley" diyebildim öyle üzgün, şaşkın bir şekilde. anlamıyorum ki, ne oluyor. sevin, sevin de neye sevin ameka. hani diyorum, "şampiyon mu olduk?" yoksa en azından finale çıktık, orada elendik, ama bu da başarı, ona mı seviniyor insanlar. aradan 2-3 dakika sonra dolmuş geldi. "datdiri dat dat, datdiri dat dat, datdiri dat dat daaağğğ daaaat" şeklinde kornaya basarken, el kaldırdık, durdu, ağzı kulaklarında. "aldıııııık, aldııııık uefa kupası bizim. helal olsun be aslanlarıma" derken ben sinirli, öfkeli, ağlamaklı. çocuğuz anasını satayım. surat sirke satıyor. adam kesin fenerli sanmıştır beni. kodumun şebnemi!
dolmuşa bindi bu, şebnem! ben arkamı döndüm, ağlayarak eve koştum, duygular şelale. sinir, öfke, sevinç, mutluluk, heyecan. koşarak odama girdim. açık zaten televizyon. ekranda o an ya 10. yıl marşı çalıyor. ya da ona benzer bir marş. sonrası mı? sonrası bulanık, zaten gözler yaşlı. hıçkıra hıçkıra ağlarken, yatağın üstünde uyuyakalmışım.
ulan şebnem, eğer burayı okursan, ya da okuyorsan, ya da okumuyorsan farketmez, beddua etmeyeceğim ama, sana olan öfkem hiç geçmedi. ne olurdu 50 dakika daha beklesen de, sen de aynı zamanda evine varsan, ben de ağız tadıyla bu efsane maçın son 10 dakikasını, uzatmalarını, penaltı atışlarını kaçırmasaydım.
o heyecan, o adrenalin, o inanmışlık. anasını sattığımın yerinde 17 mayıs 2000 tarihinde bir maç keyfimiz vardı, zaten 1 gün öncesinde kolum kırılmış. dünyaya lanet okur vaziyetteyim. 15 yaşındayım, deli hödük olduğumuz zamanlar. 79. dakikaya kadar izlemişim, sonrasında ne mi oldu? eski evimizdeyken komşumuz olan şebnem, o akşam bize gelmiş. ev dubleks, bunlar oturuyor üst katta. ben de alt katta küfür kıyamet maçı izliyorum nasılsa duymuyorlar diyerekten. çocuğuz sonuçta hala. hayalimde o alçılı kolla, maçı kazandığımızda, ya da gol attığımızda merdivenleri 3 kere inip, çıkacağım. isterse alçı kırılsın, kol yeniden sakatlansın umurumda değil o an. hatunun kalkıp eve gideceği tuttu. "hayır" diyorum, "bakın türkiye'de hayat durdu. dolmuş falan gelmez, bu saatte beklemeyin, maç bitsin zaten ben dolmuş, otobüs bulurum. olmadı taksi tutarım. o da olmadı sırtımda götürürüm." yok dinlemiyor zottirik hatun. o zamanlar bir de üniversitede. güzel de. aşıktım bi aralar kendisine de, neyse oralara girmeyelim. platonik öyle, muhtemelen hayranlık başka birşey değil. şimdi olsa alt kategorime bile almam.
arkadaş tutturdular, "illa dolmuş durağına kadar eşlik et, beraber bekle. kız başıyla nolur nolmaz." peder de o sırada seminerde, kastamonu mudur, ankara mıdır, tokat mıdır? artık neresiyse. "o olsa", diyorum içimden. "o olsa, duruma el koyar. maçtan sonra gider bırakır bir şekilde. olmaz der, otur oturduğun yerde der." hatta evde olsa, misafir bile çağırmaz.
"yahu kolum kırık, hayvanın biri gelse, ittirse beni, tek kolumla ne yapacağım, hatunu da alır götürür, oh mis. dalgasına bakar." diye düşünüyorum. arkadaş anaya, ataya, büyüğe saygı öğretildi bizde. hay sokayım saygısına da, ne thierry henry'nin o müthiş kafa vuruşunu, ne de taffarel'in o daha da müthiş kurtarışını göremeyeceğim. haberim yok tabi. ne de haydi popescu, haydi oğlum diyip, havalara uçacağım.
dünyadan bihaber, çıktık yola. içimden söyleniyorum. bombok durum.lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim, dııırıııt, dııırııııt. hayır o zaman internet de var da, şimdiki gibi değil ki, hadi dönünce youtube'a gireyim de, adam gibi son dakikaları izler, kendi dünyamda kendi kendime koparım diyebileyim. olsaydı bile 56k ile nereye izliyon ameka.
çıktık evden, boynum bükük. vardık durağa, ama ne gelen var ne giden. ulan araba bile geçmiyor, araba. sokaklarda kimse yok. sapık bile yok la, tecavüzcü bile yok. hırsız, arsız uğursuz, kimse yok. millet ekran başında. hani darbe yapar ya asker, o gün olsa, adamlar abartısız 2 dakikada ülkeyi ele geçirir. o derece, tüm kanallar, tüm ülke kilitlenmiş uefa kupası finaline. ilk la ilk. hem de ne ilk. bak 17 sene oldu, daha finalin kapısından bile dönemedi hiçbir türk takımı, bırak kupayı almayı.
dolmuşçular bile durakta, maç izliyordur o sıralarda kesin. zira yaklaşık 50-55 dakika durakta dikildikten sonra, alkış kıyamet, balkonlardan silah sesi, araba gürültüleri, kornalar, klaksonlar, aman aman. sanırsın dünya yıkılıyor. türk bayrakları, galatasaray bayrakları... ben tabi şaşkın, ne diyeceğimi bilmiyorum. şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuşum. şebnem mi? ulan şebnem. "sevinsene" diyor bana. "sevinsene!"
neyime sevineyim lan, nasıl sevineyim. hayallerim yıkılmış gibi kalakaldım öyle. ne o muhteşem kurtarışı gördüm. ne adamların sürekli topu dışarı atışını gördüm. ne popescu'yu gördüm. o sırada yedek kulubesindekilerin belki heyecandan, belki korkudan, belki de totem yaptığından sırtlarını sahaya döndüğünden bile haberim yok, acaba hangisini yapıyorlar diye akıl yürüteyim o kısa sürede. "oley" diyebildim öyle üzgün, şaşkın bir şekilde. anlamıyorum ki, ne oluyor. sevin, sevin de neye sevin ameka. hani diyorum, "şampiyon mu olduk?" yoksa en azından finale çıktık, orada elendik, ama bu da başarı, ona mı seviniyor insanlar. aradan 2-3 dakika sonra dolmuş geldi. "datdiri dat dat, datdiri dat dat, datdiri dat dat daaağğğ daaaat" şeklinde kornaya basarken, el kaldırdık, durdu, ağzı kulaklarında. "aldıııııık, aldııııık uefa kupası bizim. helal olsun be aslanlarıma" derken ben sinirli, öfkeli, ağlamaklı. çocuğuz anasını satayım. surat sirke satıyor. adam kesin fenerli sanmıştır beni. kodumun şebnemi!
dolmuşa bindi bu, şebnem! ben arkamı döndüm, ağlayarak eve koştum, duygular şelale. sinir, öfke, sevinç, mutluluk, heyecan. koşarak odama girdim. açık zaten televizyon. ekranda o an ya 10. yıl marşı çalıyor. ya da ona benzer bir marş. sonrası mı? sonrası bulanık, zaten gözler yaşlı. hıçkıra hıçkıra ağlarken, yatağın üstünde uyuyakalmışım.
ulan şebnem, eğer burayı okursan, ya da okuyorsan, ya da okumuyorsan farketmez, beddua etmeyeceğim ama, sana olan öfkem hiç geçmedi. ne olurdu 50 dakika daha beklesen de, sen de aynı zamanda evine varsan, ben de ağız tadıyla bu efsane maçın son 10 dakikasını, uzatmalarını, penaltı atışlarını kaçırmasaydım.