ali sami yen arenanın 2012-13 sezonu açılış maçı için binlerce galatasaraylı toplandık, kendi biletimizi kendimiz aldık.
şimdi baktım da son yazımı 10 haziranda yazmışım, o da maç yazısı değil.
bilen bilir takımı bir kez canlı izlemeden o sezona ait maç yazısı yazamıyorum. dün takımı canlı izledim, bu sene için de ehliyeti aldım.
batı üstteydim. maçı çok daha iyi izleyebildim, oradan tüm sahaya hakimsiniz. zaten basın tribününün hemen yanı, en güzel maç izleme yeri olsa gerek.
galatasaray geçen sezon neredeyse sıfırdan yepyeni bir kadro kurmuştu. fatih hoca iskeleti olmayan, özgüveni bitmiş bir kadroyu büyük oranda tasfiye ederek ya da görev vermeyerek yeni bir kadro, yeni bir anlayış getirmeye çalıştı takıma. geçen sezon ilk yarınının ortalarına hatta sonlarına kadar bekledik takımın fatih hocanın istediği şablonu, oyun anlayışını becerebilmesi için. bence bu kadar kısa zamanda becerilmesi çok büyük işti.
uzun zamandır yazmadığım için çenem düşmüş de olabilir ama belki de bu sezon başını anlamamız kolay olsun diye incık-cıncık yazıyorumdur.
bu sene işler bambaşka. geçen seneden kalan bir iskelet ve eklenen yeni ve iyi oyuncular var. bu oyuncuların sezon başı kampına yetiştirilmiş olması da önemli. kaldı orta sahanın göbeğinde inan’a yardımcı olacak daha defansif bir orta saha. melo tamam deniyor ama işte imzalar atılmadan, paralar ödenmeden, paralar alınmadan ticaret bitmiş sayılmaz. tecrübelerim bunu öğretti, ne kadar kazık yediğimi de anlamışsınızdır.
sanırım basın tribününe yakın olma sebebiyle maçı taraftar gibi değil de gazeteci gibi izledim, bir çok şeye dikkat ettim. ilk yarıdan hatta inan’ın oyundan çıktığı dakikaya kadar ki takımdan bahsedeceğim.
takımın oyunu geçen sezona göre daha oturmuş. yine rakip sahaya yerleşiyoruz, rakip sahaya geçerken de, orada kalırken de sürekli hızlı ve birbirini görerek pas yapan bir takım var. geçen seneden farkı bu sezon buna bütün takım katkı veriyor, daha hızlı hareket ediyoruz.
takımın oyununda en belirleyici futbolcu inan, topla daha fazla buluşuyor. hem kendisi sorumluluk alıyor hem de artık takım onun yöneticiliğini kabul etmiş durumda. illa askeri terim kullanacaksak, inan sahanın komutanı.
melo’nun yokluğunda hoca baytar’ı o bölgede deniyor iki maçtır. ama engin orada çok sıkılıyor. kötü değil ama engin savunmanın arasına dalmak isteyen, daha serbest oynamayı seven bir oyuncu, çakılı nöbet ona göre değil.
oyunculardan bahsetmeye başladık madem devam edelim. ama unutmayalım, oyuncuları kendileri olarak değil de temsil ettikleri tipteki oyuncular olarak görüyorum.
bir kere kafadan söyleyeyim ki, yeniler henüz konuyu anlayamamış. hamit, umut ve dany’i ayrı tutuyorum. hatta eskilerden mesela yekta da konuyu anlamamış. konu: galatasaray’ın ve fatih terim’in oyun felsefesi.
hamit, her ne kadar pasları atamasa da, ortaları kesemese de takımın ne yapmak istediğini kolayca çözmüş. sezon başı idmanları hafifledikten sonra kendine gelecektir.
umut ve dany için oyun şeklini anlamaları açısından övgüler yapmak yersiz olacak. ikisi de mevkilerinin gereğini yapıyorlar, umut’un transfer edilme sebebi zaten önde yaptığı baskı. övmeyelim ama yeriyor da sayılmayalım lütfen, teşekkürler.
gelelim burak ve amrabat’a. bu adamların takımın oyununu anlamaları lazım, çok önemli iki oyuncu. ancak dün ikisi de çok tedirgindiler.
amrabat, dakika 85’te oyuna girip, sağa sola ayakları kıçına çarparak koşturan genç topçu gibiydi. kendini kanıtlama derdi futbolcuyu ve aslında bütün insanları böyle gösteriyor tabii.
amrabat rakibin üstüne gidip, geçip kaleye giden ya da orta kesen güçlü oyuncu modeli. galatasaray’da geçen sezon böyle oynayabilen sadece baytar vardı. amrabat bu açıdan büyük katkı sağlayacak, biraz daha sakin olması lazım.
burak artık trabzonspor’daki gibi forvetin yalnız adamı değil. artık etrafı daha kalabalık olacak. hem kendi arkadaşları hem rakipler tarafından büyük bir kalabalığın içinde oynayacak. bu yüzden topu alayım, rakibi geçeyim kaleye vuracak pozisyon bulayım derse çok bekler. öyle bir zamanı olmayacak. dün de olmadı nitekim. bu yüzden pas yapmaya, duvar olmaya, duvar yapmaya yönelmesi lazım. burak’ın dün bir pozisyonuna çok şaşırdım. soldan girdiği altı pas içinde topu sol ayakla çevirmek yerine sağına almaya çalıştı, top avuta çıktı. sol ayağı bu kadar kötü mü burak’ın?
tekrar genele dönelim. maçın başından inan çıkana kadar şampiyonlar ligi maçı oynadık. fiorentina geçen sezonu 13. bitirmiş, şampiyonlar ligi seviyesinde sayılmaz aslında. ama italyan takımıdır sonuçta, alanları iyi kapatıyorlar. galatasaray takımı bu alan savunmasına karşı sabırla pas yaptı, topu rakibe vermedi. kaybettikleri topları çabucak basıp aldılar. bu açıdan bakıldığında bu sezon da topu rakibe vermeden kendisi kullanacak bir takım izleyeceğiz. top bendeyse gol yemem.
yazının neresine oturtacağımı bilmediğim ama mutlaka bahsetmek istediğim iki konu var. birincisi; ilk devre sağdan getirdiğimiz bir atakta sanırım hamit topla 18 üstüne doğru daldı, italyan savunması dağılmıştı ama top soluna geldi vuramadı, pası attığı adam sanırım selçuk’tu onun da soluna geldi, o da çolak’a verdi. bu defa da çolak’ın sağına geldi, o balta’ya verdi balta’nın da sağına geldi pozisyon heba oldu gitti. 4 adam tek pozisyon içinde yakalanan 4 şut pozisyonu da değerlendirilemedi, enteresan.
ikincisi; emre çolak’tan emre belözoğlu olur mu? baytar çıkıp amrabat girdikten sonra orta sahanın göbeğine geldi çolak. hem baskı yaptı hem top kullandı. savunmaya kadar gelip stoperlerden top alması, giderken aniden topa basıp ters dönmeleri, araya oynama isteği, çapraza ters toplar yapması ve elbette solak oluşuyla emre b.’yi hatırlattı bana. (önemli not: oyun stilinden bahsediyorum, aman allah korusun anlamında mesaj atmayın, saçma olur)
önümüzde, geçen sene şikecilerin şikeleri sebebiyle oynanamayan süper kupa finali var, mahkemece tescil edilmiş şikecilerle. şikeciler dün deplasmanda avrupa’nın başarılı takımlarından rumen vaslui’yi 4-1 yendi. moralleri yerinde.
aslında şikecilerden bahsetmeye gerek yok. galatasaray geçen sezondan devam eden bu oyununu büyük aksilik olmazsa şampiyonlar ligi dahil her maç oynar. eğer takım birazcık ekstra istekli olursa hani asy arenada 2-1 kaybettiğimiz ama fener ceza sahasında oynadığımıza benzer bir maç olur. fenerin sanırım yüzyıldır klasik hale gelen yıldız oyuncuların bireysel performanslarını beklemekten başka çaresi yok. yine yüzyıldır bize karşı bunu tutturdular. ama ramazanda papaz bile her gün pilav yemez.
*