2005-2006 sezonu 33. haftasına denk gelen unutulmaz oğlu unutulmaz maç.
2005-2006 sezonu her anlamda unutulmaz bir sezondu. saha dışında korkak ve aciz durumda olan bir galatasaray vardı. 1996-2002 arasında 6 sezonda 5 şampiyonluk yaşanmıştı. 2 avrupa kupası, şampiyonlar ligi çeyrek finali derken gaza basmış makası açmıştık. 1998'de başkan seçilmesiyle birlikte aziz yıldırım ile yükselen bir fenerbahçe vardı. 6 yıla uzayacak serinin 5. senesinde deli gibi para saçıp yaptığı transferler ve bugün hala konuşulan maçlarla araya girmeyi başarmıştı.
beşiktaş'a yüzüncü yıl hediyesi olan 2002-2003 sezonu sonrası gaza basma sırası fenerbahçe'deydi. takvimler 2004 yılına girerken liderin 8 puan gerisinde olan fenerbahçe ligi 33. haftada şampiyon bitirmeyi başarmıştı. 100. yıl sezonumuzda ise çok da zorlanmadan ligi götürmüşlerdi. 2005-2006 sezonuna başlarken fenerbahçe'de tek hedef tarihlerinde ilk defa üç sene üst üste şampiyon olmaktı.
nitekim saha içinde dışında gümbür gümbür giden bir fenerbahçe vardı. stadın inşaatı bitmişti ve şükrü saraçoğlu stadı o haliyle türkiye'deki tüm stadlardan fersah fersah öndeydi. saha içinde appiah ve anelka gibi dünya yıldızları fink atıyordu. saha dışında da çok güçlü bir fenerbahçe vardı. medyası olsun, lobisi olsun, finansal durumu olsun gümbür gümbür gidiyordu. elle kolla atılan goller, verilen-verilmeyen penaltılar da işin cabasıydı...
galatasaray'ın ise cesur bir teknik adamı ve iyi bir kadrosu vardı. ancak saha dışında zayıf bir haldeydi. özhan canaydın sezon devam ederken dahi protesto gösterilerine konu oluyor, taraftardan çekindiği için iç saha maçlarına gidemiyordu. sezon içinde şimdilerde ezeli rakip yaptığı için çok güldüğümüz gibi televizyonda yardım kampanyaları düzenleniyordu. takımın maaşları geriden ödeniyordu, para alamadıkları için maçtan önce kampa girmedikleri bile oluyordu...
sezon üst üste üçüncü şampiyonluğu kovalayan fenerbahçe ve 6 senede 5 kere şampiyon olduktan sonra üç yıldır şampiyon olamayan galatasaray arasında cereyan etti. saha dışında da birbirinin tam zıttı yöndeydi iki takım da. ivme, rüzgar ve güç fenerbahçe'den yanaydı. galatasaray ise birkaç yıl öncesini mumla arayan, futbolcularına parasını bile ödeyemeyen bir yapıdaydı...
bu acayip sezonun ilk yarısı
el değmemiş temiz bir lig istiyoruz polemikleri arasında geçti. fenerbahçe ilk yarıyı 4 puan önde kapatmış hatta ikinci yarı farkı bir ara 7 puana çıkardıysa da 30. haftayı galatasaray 3 puan önde geçmişti. 31. hafta kadköy'den alınacak olası puan işi garantiye alacakken bir galibiyet neredeyse şampiyonluk demek olacaktı. bu vaziyette çıkılan
22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçında fenerbahçe galatasaray'ı sürklase etmiş, 4-0 biten maçın 14-0 bitmediğine şükretmiştik neredeyse.
ikili averajda üstün olan fenerbahçe maçtan sonra erken bir şampiyonluk turu atmakta sakınca görmemişti. galatasaray camiasında ise bir yıkım ve "yalanmışız" havası vardı...
32. haftada galatasaray evinde ankaraspor'u ağırlarken fenerbahçe de trabzon deplasmanına konuk oluyordu. galatasaray ilk 15 dakikada 2-0'ı bulduğu maçı rahat götürürken 35. dakika'da trabzon'dan gelen gol haberi bir anda şampiyonluk ibresini bize doğru çevirivermişti.. ancak fenerbahçe 55-80 arası bulduğu üç golle maçı çevirince hesaplar bir sonraki haftaya devretmişti...
işte bir sonraki haftanın maçı bu yürek söken doksan dakika idi...
hafta içi fenerbahçe'yi izmir'de kupa finalinde yenen beşiktaş'ın keyfi yerindeydi.
iki kupayı getirin bize canımızı verelim size sloganının patlaması ve fenerbahçe'nin kupa hasretinin 23 yıla çıkmasının keyfi maçın ilk düdüğüne kadar sürmüştü...
maç başlayınca taraftarın da gazını alan beşiktaş haftaiçi mesaisinin yorgunluğuna rağmen galatasaray kalesine yüklenmeye başladı. fenerbahçe seyircisiz maçta ilk yarıyı 2-1 önde geçerken galatasaray necati'nin yeni açık tarafındaki kalede direğe nişanladığı topla ilk yarıyı 0-0 anca bitirebilmişti. üzerine ikinci yarının başında tümer'in biraz da kişisel çabasıyla attığı golle iş iyice zora girmişti.
maçlar bu skorla bittiği takdirde fenerbahçe bitime bir hafta kala, üst üste üçüncü şampiyonluğunu ilan edecekti. hasan kabze erik gerets'in yanında belirdiği zaman hemen herkes risk alıp forveti çoğaltacağını düşünse de kimse bu değişikliğin ne kadar tarihi olduğunu bilmiyordu. penaltıyı da kaçıran ve o gün pek varlık gösteremeyen necati'yi çıkarıp düzeni korumayı tercih etmişti hoca. nitekim bu kan değişikliği işe yaradı, birkaç dakika sonra neredeyse ilk topa dokunuşunda golü attı kabze.
beşiktaş yorgunluğuna rağmen oyundan pek düşmüyordu, biz de özellikle hücumda öyle aman aman bir şampiyonluk isteği gösteremiyorduk. beşiktaş taraftarında 3 gün arayla hem fenerbahçe'yi kupadan etmenin hem de galatasaray'a çelme takmanın sevinci hakimdi. fenerbahçe taraftarı da tabi aynı oranda mutluydu, son hafta küme düşme mücadelesi veren denizlispor'a karşı puan kaybetme lüksü kazanmışlardı...
futbol konulu filmlerde klişedir ya kahramanımız binbir zorlukla uğraşır didinir. eline kazanmak için bir fırsat gelir ama iş dönüp dolaşıp bir yerde tıkanmıştı. kulübede, tribünde, stadın yanındaki yolda, bir pubda, evde ekran başında dua edenler gaipten birileriyle konuşanlar falan olur. sonra bir şekilde olağanüstü sayılabilecek bir olay olur ve mutlu son gelir...
bu maçın son anları işte aynen böyle geçmişti. şimdilerde internet klişesidir ya, yemin ederim ama ispatlayamam. işte o dakikalarda deniz tarafındaki kale arkasında, yedek kulübesinde, sahada, kahvehanelerde, evlerde maçı takip eden galatasaraylıların hepsi o ruh halini iliklerine kadar hissetmiştir o olağanüstülüğü... yemin ederim ama ispatlayamam...
önce mondragon'un 92. dakikada direk dibinden yaptığı inanılmaz kurtarış...
sonrasında en iyimserlerin bile artık dışından söyleyemediği "hadi burdan dönsün" haykırışları.. hakan şükür'ün ertesi hafta tarihe mal edeceği
çok dua ettim çok durumları...
sonrasında deniz tarafındaki kalede eriyip giden bir başka umutsuz deneme... beşiktaş kalecisinin beşiktaş yarı sahasının en uzak köşesine inen degajı, o sırada yükselen
zalad gelsin sizi kurtarsın sesleri... sabri'nin hayatındaki ender düzgün uzun toplarından birinin havalanışı, kral hakan şükür'ün
* ceza yayının köşesinde iki rakibini de sırtına alarak topu terbiye edişi, hasan kabze'nin zımba gibi fırlayışı, top köşeye doğru giderken tezahüratın bir an bıçak gibi kesilmesi ve deniz tarafındaki kaleden gelen o gök gürültüsü...
14 sene sonra bu pozisyonu anlatırken hala daha gözlerim doluyor. dünyanın en sağlam edebiyatını da yapsak, muhtemelen eksik kalır. o seneleri yaşamayan, hatırlamayan birine ne yapsak hakkıyla anlatamayız gibi o ruh halini...
hikayesiyle ayrı, rekabetteki önemiyle apayrı bir sezondu. o sezon pek çok anlamda tamam ya da devam sezonuydu. tüm bu önemi ve üç yıllık şampiyonluk hasreti üzerine fenerbahçe lehine pek çok hakem hatası denk gelince taraftar bambaşka bir boyutta yaşamıştı o sezonu. paraya karşı yürek gibi bir durum da oluşmuştu kendiliğinden.
böyle bir sezonda tüm imkansızlıklara rağmen 7 puan geriden geliyorsun, tam şampiyon oldum derken ipleri rakibin eline veriyorsun, sondan bir önceki hafta 90. dakikaya berabere giriyorsun, kalecin mucizevi bir şekilde top çıkartıyor, sürenin bitmesine 13 saniye kala golü atıp öne geçiyorsun...
dediğim gibi bunu hakkıyla anlatabilecek, tasvir edebilecek bir edebiyat yok...
sabri ugan meşhur
bu iş burda bitmezdi tabii ki bitmeyecekti repliğini 1998 yılında söylememiş olsaydı emin olun o akşam hasan kabze'nin golünden sonra birileri muhakkak bu sözü icat ederdi. öylesine bir akşam ve öylesine bir maçtı...
sanırım en anlaşılabilecek tasviri buydu bu maçın...
tarihte bugün diye bitirecektim entryi, ağlamasıydı sızlamasıydı sakinleşmesiydi derken gece yarısını da geçmişiz yarım saat...
(bkz:
hasan kabzeyi unutma)