• 156
    2000 yılı hayatımın en güzel yıllarından biriydi. atilla taş'ın emmilenyum albümü hariç her şey dört dörtlüktü. :) 2001'de ise oturduğum mahalleden taşınmış, yeni bir okula başlamış, ortama uyum sağlayamadığım için güzel günleri geride bıraktığımı düşünerek ufak çaplı bir bunalıma girmiştim. :)

    işte bu maç, o bunalımlı dönemime denk gelir. 2-0 yenik duruma düşünce "ulan, galatasaray bile kötü gidiyor bu ne biçim hayat" diyerek evden çıkıp, bakkala gitmiştim. bakkal radyodan maçı dinlerken, skorun 3-2 olduğunu öğrenmiştim. müthiş bir geceydi. ergen kalbimle yaşadığım depresyondan galatasaray çıkarmıştı. :) sağ ol galatasaray!
  • 169
    hem türk futbolunun hem de 120 yıllık galatasaray'ın tarihinde gördüğü en zirve nokta.

    çünkü galatasaray'ın karşılaştığı real madrid sıradan bir real madrid değildi. 1997-2002 yılları arasındaki 5 sezonun 3'ünde şampiyonlar ligi şampiyonu olmuş bir real madrid'ti.

    sen bu real madrid'in elinden 2000 ağustos'unda süper kupayı alıyorsun, yetmiyor 2001 nisan'ında şampiyonlar ligi çeyrek finalinde yine onunla eşleşip 2-0 geriye düştüğün maçta geriden gelip 3-2 kazanarak o tarihin en güçlü takımının en güçlü versiyonunu evine hüzünle gönderiyorsun.

    1999-2001 arasında dünyanın en büyük takımıydık kim ne derse desin. bu maç da bunun en büyük ispatıdır.
  • 161
    işte böyle her sene böyle real'e de böyle koyarlar aman tezahüratının yapıldığı epik maç.

    künyesine bakarsak şampiyonlar ligi 2000-2001 sezonu çeyrek final ilk maçıdır. bir önceki sezon uefa kupasını kaldırmış, ligde de üst üste 4. kez şampiyon olmuştuk. imparator fatih terim fiorentina'ya gidince yerine mircea lucescu gelmişti. hakan şükür'ün inter'e gidişiyle oluşan boşluğu da türkiye gol kralı serkan aykut ve avrupa gol kralı mario jardel ile doldurmuştuk.

    onun dışında şampiyon kadroyu korumuştuk. uefa finali sonrası birkaç takviye ile şampiyonlar ligi'nde bir süpriz kovalama senaryoları tartışılıyordu. doyumsuzluktan güç alan, çok mevkili oyuncularla rakipleri yoran bir oyun yapımız vardı. yeteneğin hala ön planda olduğu yıllardı. büyük takımlar her mevkide kaliteli oyuncularla fark yapıyordu, küçük takımların çok koşarak rakipleri yıpratarak bazen süprizlere imza atabiliyordu. galatasaray'ın oyun tarzı bu ikisinin arasında bir yerdeydi. futbolcuların maç içinde topa göre birkaç mevkiye gitmesi o yıllardaki türkiye için zamanın ötesindeydi. avrupa'da ise hücum seven beklerin ileri çıkması, defans da yapabilen orta saha oyuncularının "dmc" pozisyonuna geri gelmesi gibi çok kısıtlı şekillerde kullanılıyordu.

    galatasaray 1996-2000 arasına bu oyun anlayışıyla damga vurmuştu. fitness olayının bu kadar ön plana çıkmadığı dönemde her maç ciddi anlamda koşuyordu. sahanın her mevkisinde rakipleri çok zorlayan bir pres, topa göre dalgalanma, bloklar arası mesafeyi bilinçli daraltıp genişletme, formasyonu değiştirme gibi şeyleri maç ve rakip ayırt etmeksizin doksan dakikaya yayabileceği kadar yaymaya çalışıyordu.

    ancak lucescu'nun gelişi ile galatasaray kadrosunu korusa da yeni bir oyun anlayışına dönüş yapmıştı. rakipleri bayıltan agresif oyunun yerini temkinli, bekleyen, güvenliği elden bırakmayan bir sisteme geçiş sezonuydu aslında 2000-2001 sezonu. sık sık hoca ile takım arasında anlaşmazlıklar yaşanıyordu, takım bildiğini oynamaya çalışırken hoca sık sık düzeltmeye çalışıyordu. o dönemin futbolcularının da söylediği, o kadroyu dürten birşey vardı ileride basmak için.

    real madrid ise bir önceki sezonun şampiyonlar ligi şampiyonuydu. o sezon bizi geçtikten sonra şampiyon olacak bayern münih'e yarı finalde elenecek, ertesi sezon yine şampiyonlar ligini kazanacaklardı. los galacticos felsefesini yansıtan bir kadro yapıları vardı. hemen her mevkide dünya yıldızı kalibresinde oyuncuları vardı. rakip presi işlevsiz hale getiren bir pas oyunu oynuyorlardı, oyuncuların teknik ve mental kapasitesi rakip tanımaksızın aynı rahatlıkta bunu yapmalarına imkan veriyordu. defansı pek düşünmezlerdi, tüm teknik kabiliyetlerine rağmen sıkıştıkları ender zamanlarda ise topu sağ geriye kadar döndürüp sol öne atarak roberto carlos ile buluşturarak rakibin dengesini bozabiliyorlardı.

    rapid maçıyla başladık sezonunun ertesi de st. gallen maçlarıya başlamıştı. araya real madrid'le oynanan süper kupa maçını da katarak 15 maça çıkmıştık avrupa'da bu doksan dakikaya kadar. iki grup aşamasını geçmiştik. ikinci gruplarda 5. maçta o yıllarda gedikli olduğumuz bir diğer avrupa devi milan'ı sami yen'e gömüp çeyrek finali garantileyince psg deplasmanında rotasyon yapmıştık. gruptaki yeri belli olan psg'ye kaybedilen maç bizi leeds united yerine real madrid'in karşısına çıkarmıştı.

    ali sami yen'de 20 ekim 1999 galatasaray chelsea maçından beridir süre gelen bir yenilmezliğimiz vardı. yaklaşık 18 aydır, 12 avupa kupası maçında mağlubiyet görmemiştik. maçı uğurlu hakemimiz pierluigi collina yönetecekti. müteveffa mabedimiz yükünü almanın ötesinde bir doluluktaydı. cem uzan'ın gider ayak attığı kazıkla teleon ekranlarında yayınlanan bu maçı kahvehane köşelerinde takip eden milyonların* kulağında sabri ugan'ın buğulu sesi yankılanıyordu. yeni bir avrupa zaferi için tüm şartlar hazırdı aslında...

    maçın ilk yarım saatlik bölümü iki takım da pozisyonlar bulmaya çalışsa da rakip defansı gafil avlamayı başaramadılar. hagi ve figo gibi iki usta ayağın kullandığı serbest atışlar da kaleyi bulamadı. 33. dakikada figo'nun kapalının ortasının önünden kullandığı serbest vuruşa ivan helguera kaptan bülent'in üzerinden kafayı vurup golü atmıştı. bu golden 10 dakika sonra sol kanattan bir taç atışıyla hızlı gelişen atakta dengesiz yakalandık. bu kez claude makalele oluşan boşluktan hızla ceza sahasına bindirme yapmış, son anda kademeye girmeye çalışan kaptanı da kolayca sıyırıp ikinci golü attı.

    devre arasına girilirken gerek tribündekiler gerek ekran başındakiler "buraya kadarmış" diye düşünmeye başlamıştı. kötü oynamıyordu galatasaray ama bir türlü olmuyordu. üzerine de devrenin sonlarında basit hatalarla yenen iki gol vardı. santiago bernebau'da 2 golü çıkarmak mümkün değildi ama olası bir hezimet skor da çok uzak değildi artık... ikinci yarıya sakatlanan capone'nin yerine fatih akyel, suat "the rock" kaya'nın yerine de lucescu'nun manevi oğlu bülent akın değişiklikleriyle başladık.

    nitekim ikinci yarının başında tribünlerin herşeye rağmen verdiği hadi artık desteği, iki oyuncu değişikliğinin sahada yaptığı farklılık derken hasan şaş'ın ceza sahasına girdiği pozisyonda penaltı düdüğü çaldı. topun başına gelen ümit davala milan maçında attığı köşeye topu attığında dakikalar henüz 47'yi gösteriyordu. bu golle takım silkelendi ve biraz da oyun disiplininden koparak bildiğini oynamaya başladı. okan dahi sağ açığa geçip bindirme yapmaya falan çalışıyordu.

    65. dakikada kapalı tribün önünden bir taç atışı kullandık, dar mesafede ümit-okan-fatih-hagi dörtlüsünün paslaşmasından sonra roberto carlos'un yanından sıyrılan fatih bir anda topla birlikte ceza sahasının yan çizgisine kadar girmiş oldu. hasan şaş tıpkı makalele'nin attığı goldeki gibi defansın dalıp boşalttığı alanda mükemmel bir şekilde kendini gösterdi. fatih de gayet güzel bir pasla hasan'ı gördü. golü atan hasan hızını alamayıp son sürat yedek kulübesine koşarken tribünler sevinçle dalgalanıyordu.

    10 dakika kadar sonra roberto carlos kapalının önünde topla buluştu. topla gayet rahat buluşmasına rağmen fatih ve okan ikilisinin presinden çekinip topu helguera'ya verdi. okan kovalamaya devam edince bir an tereddüt etti ve o sırada topu kaptırdı. okan helguera'ya basarken fatih de aynı anda bindirmeye başlamıştı. 10-15 metrelik bir mesafede bir anda fatih carlos'u gerisinde bırakmış oldu. topu önüne carlos'u arkasına alıp köşe gönderine kadar gitti ve topu ceza sahasına ortaladı. maç başından beri rahat pozisyon bulamayan jardel de en iyi bildiği şeyi yapıp kendini topla buluşturdu, daha doğrusu kafasını topun düştüğü yere getirip golü attı.

    mecidiyeköy'de yer gök inliyor, kahvehanelerde yer yerinden oynuyordu. mario jardel ise 2 sezonda toplamda 5. kere real madrid'e gol atmanın sevincini yeni açık ile numaralının birleştiği köşede dans ederek kutluyordu. 4 kasım 1992 galatasaray eintrach frankfurt maçında kapalıdan atılan davulun yanına ise yeni açık baca tarafından jardel'e atılan su şişesi geliyordu. gol sevincini golü atan futbolcuya ezilmiş su şisesini atarak kutlayan bir cinnet haliydi bu. real madrid'e yarım saatte 3 gol atmayı cinnet geçirmeden kutlamak imkansızdı zaten.

    tam bu golün üzerine jardel'in attığı goldeki ince ofsayt, tribünlerin sarsıntısının staddaki bazı ışıkları söndürmesi, uzatmalarda okan'ın kalecinin üzerinden aşırdığı ama üst ağlara giden top ve son dakikada tüm tribünlerin böğürerek katıldığı işte böyle her sene böyle real'e de böyle koyarlar aman tezahüratı maça dair akıllarda kalan son detaylar.

    bir de sabri ugan'ın 5 dakikada bir "digitürk bu ayki taksidi ödeyemedi, lig maçları önümüzdeki sezon yine teleon'da olacak " şeklindeki anonsları...

    digitürk o ayki taksidi ödedi, hatta takip eden 19 yılda da düzenli olarak ödemeye devam etti.
    teleon ertesi sezonu göremedi.
    biz 2 hafta sonra bernebau'ya "önemli olan katılmaktı" diye gidip tertemiz 3-0'la eve döndük.
    ali sami yen'de 7 avrupa maçında daha kaybetmedik, 8. maçı da ofsayt bir golle kaybettik. aynı kaleye daha açık bir ofsayttan yediğimiz gole bayrak kalkmadı.
    sonra o ali sami yen'i yıktılar. doldurma bir tepenin üzerindeki stada taşındık...

    bir zamanlar maziye bak ne kadar da şendik be...

    (bkz: tarihte bugün)

    bonus track:

    (bkz: süüpeer maaryoo jardel $ık $ık jardel $ık $ık)
  • 33
    derbi öncesi çadırın önünde toplanıp kadıköy otobüslerine saldıracak derece aklıselim! olan yeni açık üst numaralı tarafı tayfası, 3. golden sonra önlerine samba yapmaya gelen jardel'e su şişesi fırlatmıştı. bildiğin 1,5 litrelik pet şişeydi. harbiden nasıl bir sevinçse bizdeki de arkadaş. ama yine de hep merak ederim; o arkadaş hangi dürtüyle attmıştı o su şişesini... galatasaray taraftarının sessiz "amına koruk bülent başkan" sevincidir tahminimce bu.
  • 158
    yeni acik üstteydim, jardel`in golünden sonra amcamin omzundan kapaliya dogru uctugumu hatirliyorum. * mübalaga yok, ali sami yen hic böyle delirmemisti.

    bileti, net hatirlamamakla birlikte 8-10 kati bir bedel ödeyerek, eskiler bilir katli otoparkin en üst katinda takilan bir karaborsacidan almistik. dark side a gectigimi hissetmistim resmen, karaborsacilarin karaborsaci oldugu zamanlar, öyle devir falan yok. *

    bu da böyle bir animdir sözlük, galatasaray ile yaslaniyoruz.

    (bkz: galatasaray ile yaslanmak)
  • 49
    nereden nereye geldiğimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olan bir maçtır.

    şöyle ki:

    çok iyi hatırlıyorum, henüz 12 yaşında olmama rağmen hiç aklımdan çıkmadı o 3 nisan akşamı. ailecek dayımlara gitmiştik o akşam. star tv'nin geleneksel şampiyonlar ligi yayını o akşam nedense olmamıştı. star tv başka bir maç yayınlıyordu, emin değilim fakat sanırım bu maçımız şifreli kanaldan yayınlanmıştı ve star tv'de sağ üst köşede bu maçımızın skoru yazıyordu.

    dayım ve babam batak eşliğinde maç skoruna göz atarken benim gözüm sürekli oradaydı. önce 0-1, sonra 0-2 olmuştu. dayım da fenerbahçeliydi ve ağır bir hezimet yaşayacağımızı söyleyip duruyordu. fakat benim inancım tamdı takımıma. bu maç dönecekti, bu kadar kolay teslim olamazdı. ikinci yarı başladıktan sonra önce 1-2 olduğunu görünce evde kıyameti koparıyordum. sonra 2-2 olduğunda dayımla şakalaşıyordum.

    o andan sonrası tam bir efsane anı şeklinde. ben babama bu maç 3-2 olacak diyordum ve bahse girmeyi teklif ediyordum. babam da kabul etmişti ve olası bir 3-2 ' lik skoru kim daha önce görürse ona sürpriz hediye vereceğini söylemişti. gözüm sürekli oradaydı. ve 3-2. 2-0'dan çevirmiştik maçı, 3-2'ye getirmiştik. o skor değişikliğini görür görmez babamın koluna yapışmıştım. baba 3-2 oldu 3-2 oldu diye bağırıyordum.

    ne de güzel bi akşamdı sözlük.

    not: yanlış hatırlıyorsam uyarın, maç star tv'den canlı mı yayınlanmıştı, yoksa şifreli bi kanalda mıydı ?
  • 26
    buraya gelen her insanın hayatını galatasaray'ın maçları belirler. kiminin atılan bir golün sevincinde kırılan koludur anısı, kiminin bir mağlubiyetten sonraki siniriyle ayrıldığı sevgilisidir. ben bir dönem 2003 senesinde başımdan geçen bir olayı anlatırken, mesela "kocaeli deplasmanıyla malatya maçı arasındaki dönem" diyerek söze başlardım.

    benim bu maçla ilgili anım da; maçı teleon verdiği için ofisini bana açan mevki sahibi abinin, hasan şaş golü attığında tuvalette olması ve golü duyunca tuvaletten pantolonunu toplamadan çıkmasıydı. "eee bize ne bunlardan?" size ne tabii, ne okuyorsunuz milletin özelini?

    belki daha önce gheorghe hagi başlığına yazılmıştır, onca karma kaygılı kalitesiz yazının arasından bulmaya üşendim, bu başlığa daha önce yazılmadığına göre belirtelim: bu maçın bitiminde mağlup figo, belki de son kez göreceği bir futbol efsanesinden; hagi'den, formasını istemiştir. forması istenen hagi kimdir? bugün alex ile karşılaştırılan, o dönem de sırf asabi diye yerden yere vurulan hagi. figo kimdir? 2000 senesinin temmuz ayında real madrid'e gelen, henüz zidane madrid'e gelmediği için dünyanın en pahalı futbolcusu olan figo. olayın güzelliğine bir kez daha bakar mısınız? peki hagi formasını verebilmiş midir? verememiştir... maçtan önce daha önceki takım arkadaşı hierro'ya söz vermiştir çünkü. madriddeki maç için de figo'ya söz vermiştir hagi, fakat daha sonra sözünü tutmuş mudur, hiç bilmiyorum. zira mağlup olunan maçtan sonra gazete karıştırmak insanın içinden hiç ama hiç gelmiyor.

    nereden geldi şimdi bütün bunlar aklıma? sabah kalkıyorsunuz, internetten bu maçın özetine baktıktan biraz sonra bir de bakıyorsunuz ki trt süper kupa maçını veriyor. insanın iki gündür aklına başka şeylerin gelmesi mümkün mü?

    bir daha gelmeyecek o günler. hagi bir daha altın golden sonra jardel'in kucağına atlamayacak, taffarel gol sevinciyle jardel'in kafasını tokatlamayacak. hakan ünsalla okan buruk'un açtığı bayrağın kızıllığı bile belki gözümüze bir daha o kadar coşkun gelmeyecek.

    önümüzdeki sezon galatasaray şampiyonlar ligi şampiyonu olsa ne kadar sevineceğimi, aklımı kaybetme noktasına geleceğimi tahmin edebiliyorum. sadece tahmin. emin olduğum tek birşey var, o da bundan sonra alınacak hiçbir kupaya bu kadar sevinmeyeceğim. ikinci bahar vardı televizyonda, yılan hikayesi vardı, reha muhtar haber sunuyordu, kriz başlamıştı. hayattaki herşey kötüye giderken sarılacağımız tek şey galatasaraydı. en önemlisi, hepimiz bir başkaydık. çoğumuzun yüzünde ergenlik sivilcesi yenice çıkıyordu, kimimiz çocuktuk... en ihtiyarımız bile bundan dokuz yaş gençti. şimdi hagisiz, taffarelsiz, jardelsiz, bülentsiz, hakansız, ümitsiz galatasaray'ın aldığı kupalara gel de 15 yaşındaki kadar sevin. itiraz edecek her bünye şu soruyu sorsun kendisine: "kucağımda laptopım, ayağımı uzatmış sözlüğe yazarken lcd televizyonumda izlediğim galatasaray mı daha çok heyecan veriyor bana, yoksa ilk bilgisayarımda gizli gizli abuzer kadayıf'ın sevişme sahnesini izlerken 'acaba psg maçı ne oldu ki' diye düşündürten galatasaray mı?"

    bir türk takımı bunu başarabiliyorsa ... kalıp bu oldu bir dönem. hepimizin özgüvenini yerine getiren, cesaretlendiren kalıp... bir türk takımı bunu yapabiliyorsa ben neden zam isteyemeyim? bir türk takımı bunu başarabiliyorsa ben neden sevdiğim kıza/oğlana açılamayım? böylesi yüzlerce örnekten birini yaşamamış kaç kişi vardır ki aramızda?

    ben tarihi olasılıklar üzerinden tekrar yazmayı çok severim. abdülhamit bu kadar baskıcı olmasa ne olurdu, hitler moskova'ya yürümeseydi avrupa bugün nasıl bir şekil alacaktı? atatürk 10 sene fazla yaşasa türkiye bugün ne kadar farklı bir yer olurdu? her birinin cevabı senaryo... kader hiç bir sorunun cevabını vermedi bana, vermeyecek.

    peki galatasarayla yatıp kalkan bir bünyenin aklına bu maçla ilgili soru gelmemesi mümkün mü?

    sorarım bazen kendime; acaba türk takımlarına hep uğurlu geldiği söylenen collina jardel'in ofsayt olmayan ikinci golünü saysaydı, popescu kart cezalısı olmasaydı bernabeu'daki maçta farklı bir skor alınır mıydı?

    real madrid geçilseydi, muhtemel rakipler dişliydi. valencia, manchester united, bayern münih... o gazla gelen galatasaray bu takımları da aşar mıydı? hepimiz o ihtimalin peşinde maçları izlemiyor muyuz?

    sonra? kupa alınsaydı bugün "lan oğlum 9 sene oldu lan! unutun artık şampiyonlar ligi şampiyonluğunu" diyen bir fenerbahçeli'ye neremizle ya sabır çekerdik?

    peki şampiyonlar ligi şampiyonluğu'na koşan galatasaray'ı emreler, okanlar bırakabilir miydi? içimizdeki kötü tohumlar hala burada olsa şimdilerde emre'ye "helal olsun adama, süper bücür!" diyerek iltifatlar düzmeyecek miydik?

    her şeyde bir hayır var desem fazla iyimser olur muyum?

    yazıya hagi'den başlamıştık, değil mi? onunla bitirelim.

    90lı yıllarda türk futbolu'nun en büyük talihi nedir?

    hayır, erman-şansal ikilisinin türk televizyonlarına bodoslama dalışı değil. hagi'nin galatasaray'a gelerek türk futbolu'nun kaderini değiştiren, ufkunu genişleten o isimlerden biri olmasıydı.

    peki, hagi'nin 90lı yıllardaki en büyük talihsizliği neydi?

    avrupa'nın bir takımına gitseydi, başka bir avrupa takımına veya bir türk takımına attığı bir golü internetlerde izlerken "vay lan bu adam keşke bizim takıma gelseydi" diyecek insanların ülkesine gelerek, o insanların kendisini oynadığı dönemde erol ersoy'a tükürmesiyle eleştirip, bıraktıktan sonra alex de souza ile karşılaştırılmasıdır.
  • 140
    maçı teleon veriyordu iyi hatırlıyorum. starda başka bir maç vardı. bu maçın skoruda üst köşede duruyordu. 0-2 olunca fenerli amcam dalga geçiyordu benimle. 2. yarı skor gidip gidip geliyor her seferinde de galatasaray'ımız değiştiriyrodu tabelayı. 3-2'ye gelince gerekeni yaptım tabi.

    star tv alt yazıda bu maçın tamamını saat 00:00 dan itibaren vereceğini duyurdu. oturdum 90 dakika izledim amk. yanılmıyorsam jardel'in bir golü verilmemişti. ayrıca son nefeste akhisar'ın bugünkü teknik direktörü net bir fırsatı değerlendirememişti.

    edit: hagi değil jardel'miş verilmeyen golün sahibi.
  • 160
    hayatımda canlı olarak izlediğim ve izleyeceğim en güzel maçtır.
    ahmet çakar gibi başlıyacağım.

    günlerden 3 nisan, klasik bir bahar günü.
    o zamanlar lisede okuyan toy bir delikanlıyım. omuzlarım top top, göğüslerim,sırtım görseniz hayvan gibi %7 lik bi yağ oranım var :) şaka lan şaka 50 kg’lık bir zarganayım jdojsojndounspjndo
    okuduğum liseden çıkıp, yürüyerek ali sami yen'e doğru yürüyorum. hesapta ortamı koklayıp, efendi efendi otobüsüme binip evime gideceğim. cebimde yalan olmasın 25 lira para var, neyse stada vardım. enteresan bi hava var sami yen önünde bomba zamanlarımız, kimse de real'den korkan bir hal yok. ortalıkta karaborsacılar cirit atıyor, ulan dedim bir sorayım bilet kaç para diye. çıktığı an bitmiş biletler eski açık gişe fiyatı 10 lira falan, rakamlardan emin değilim 35 lira dedi. pazarlık yalvar yakar, abi dedim şehir dışından geliyorum belki hayatımda ilk ve son kez maç izleyeceğim dedim, karaborsacı şöyle bir tipime baktı '' hadi lan yarrak kravatında şişli lisesi yazıyor sen kimi sikiyosun'' dedi. bende mal gibi param yetiyormuşcasına adamla pazarlık ediyorum hala. en sonunda ağzından 30 olur kelimeleri döküldü, hala 5 tl eksiğim vardı. hayatımda ceketimin ceplerine tek bir allah kuruşu koymayan ben, sikilmiş sıpa gibi her cebimi yokluyor, pervasızca mecidiyeköy sokaklarında bir o yana, bir bu yana dolanıyorum. uzun yoklamalar sonucu elimde olan, 25 tl ve paso üzerine delinmek sureti ile montajlanmış bir akbil var. liseliler bilmez, o zamanlar bu akbiller depozitolu o aklıma geldi birden. sanki arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini bulmuş gibi buldum buldum diye içten içe bağırıyorum. neyse gittim köprü altındaki akbilci dayıya bunu bozdurucam abi dedim, sanki kuyumcudan tam altın bozdurup parayı kumarda yiyecek adam gibi pervasız ve mutluyum. eksik kalan 5 tl mi aldıktan sonra soluğu karaborsacı gavat'ın yanında alıyorum. bileti alıp eski açık semalarında maç saatini beklemeye başladım, hayaller kuruyorum öyle koyacağız böyle inleteceğiz diye, sonra aç olduğumu ve paramın olmadığını düşünüp içimi bir hüzün kaplıyor. :( ve maç başlıyor. collina'yı elinde düdükle görünce içimi bir huzur kaplıyor. derken maçın başlarında kalesini terketmeye meyilli bir casillas var daha sabii subyan hagi uzaklardan yoklayarak koçum burası sami yen akıllı ol mesajını veriyor. umutlarımız bu şutla daha da filizleniyor. ufak ufak jardel ile baskılarımızı artıyor bu iş olacak diyoruz. arkasından yine hagi sahneye çıkıp yine casillasa diablo akıllı ol sikerim belanı diyor, bu dakikadan sonra casillası kale çizgisinden ayrılırken göremiyoruz. oyunu hakimiyetimiz altına aldığımız dakikalarda real bir duran toptan golü buluyor arkasından 2. golü yiyoruz ilk yarı bitiyor. ben içerde verdiğim son parayamı yanayım yenildiğimize mi yanayım eve nasıl döneceğime mi yanayım ufaktan tutuşmaya başlıyorum. ikinci yarı başlıyor taraftarlarımız maçtan ayrılmaya başlıyorlar tribündeki abiler avaz avaz bağırıyor gitmeyin beyler bu maç döneecceeek diye. neyse gidenler gidiyor bu arada fatih akyel giriyor oyuna o günün kahramanı olacağından henüz haberdar değil sağ taraftan yaptığı bir ortaya jardel vuruyor ama top direğin yanından auta çıkıyor üzerimizdeki ölü toprağını atıyoruz. arkasından hasan şaş'a bir penaltı yapılıyor ve ümit davala skoru 1-2 yapıyor ali sami yen den çıkışın olmadığını hatırlayan oyuncularımız hasan şaş ile beraberliği yakalıyoruz real'in eli ayağına dolaşıyor ruh gibi dalaşıyor sami yenin çimlerinde. bunu fırsat bilen aslanlarımız fatih akyel'in roberto carlos'un yanından bir pegasus gibi süzülerek geçtikten sonra kestiği ortayı jardel müthiş bir kafa vuruşu ile 3-2 yapıyor maçı, eski açıkta taraftarlar zıplarken resmen esniyor stat yıkıldı yıkılacak böyle bir mutluluk yok maçın sonlarına doğru kulaklarda taraftarın bağırdığı bir melodi '' köpekler istedi atlar yine ölmedi'' taraftar lucescu'ya atıfta bulunuyordu gırtlağımız patlamıştı adeta o ana kadar hayatımda böyle bir maç daha izleyemeyeceğimi bilmiyordum nirvana'ya ulaşmıştım. maç bitti o an gaziosmanpaşa'da oturduğumu hatırladım nasıl gidecektim eve bilmiyordum babamı aradım ben gelemem dedi bu saatte bende ok ben gelirim sen gelme mk dedim olacaklardan haberi yoktu bi taksi tutup eve geldim kapının önüne geldiğimde babamı taksimetrenin acı gerçeği ile karşı karşıya bırakmıştım. o gece babam dan taksi parasını ödedikten sonra çok güzel bir ata sözü duymuştum şöyle dedi tatlı sert '' hacivat am siker ceremesini karagöz çeker'' demişti.
    o geceki kadar mutlu uyuduğumu hiç hatırlamam her şey için değmişti, bir kez daha anlamıştım türkiye'de bir taraftara bu mutluluğu yaşatacak başka bir kulüp yoktu
    teşekkürler galatasaray herşey için teşekkürler.
    tanım mı: ali sami yen in çimlerine bir dünya devini daha gömdüğümüz maçtır.
  • 117
    "o ses kapalının tavanına vurur, sahaya şimşek gibi inerdi" lafının ete, kemiğe ve desibele dönüştüğü unutulmaz "comeback" maçı. "o ses" ki vasat bir ilk yarı sonucu soyunma odasına elini kolunu sallaya sallaya yaptığı 2-0'la giren los galacticos(!) real madrid'i serseme çevirmiş, takımının arkasında 12. adam olarak koşmuş, üçüncü golden sonra emektar kapalının ışıklarından bir kısmını söndürmüştür o akşam.
  • 9
    ertesi gün dünya basininin attigi bir kac baslik..

    marca (ispanya): kabus
    sağ geliyorlar.
    kabus! real madrid 2-0'dan sonra uyudu. ikinci yarıda gelen 3 golle sahanın çimlerine gömüldü. galatasaray bernabeu stadına sağ geliyor.

    tutto sport: iyi bitirdi
    4-2 de olabilirdi.
    galatasaray, çok büyük bir işi, çok iyi bir şekilde bitirdi. tarihe geçecek çok büyük bir iş. 4-2 de olabilirdi ama istanbul'da yine de büyük coşkuyla kutlanıyor. collina milimetrik ofsaytı gördü. 18 nisan'a kadar yarı final için hiç bir şey belli olmayacak.

    as (ispanya): yoruldu
    popescu yok!
    ilk yarıdaki disiplinli futbol, ikinci yarıda yerini yorgunluk ve bireysel hatalara bıraktı. sarı kart cezalısı popescu'nun bernabeu'da sahaya çıkmayacak olması tek teselli. real ikinci yarı uykuya yattı. madrid yorgunluk ve bireysel hatalardan yenildi.

    rt4 tv: şaş süperdi
    kim durduracak?
    galatasaray galibiyete layıktı. özellikle lucescu çok akıllı oyuncu değişiklikleri yaptı. hasan şaş süper bir oyuncu. sahada varlığı bile belli olmayan jardel ise her zamanki gibi ceza sahasında bir ara gözüküp golünü attı. (gbkz: 2000 yılında zaten bütün kupaları alan bu galatasaray'ı durduracak takım yok mu?)

    kaynak: http://arsiv.sabah.com.tr/2001/04/05/g09.html
  • 159
    izmirde bostanlının arka taraflarında bir kavhe/çay bahçesinde;

    annem-babam-bir aile dostumuz eşi ve oğulları yakın arkadaşım azizcan ile takip etmiştik.
    hey gidi hey.

    o zamanlar 14 yaşındayım, hayatımız galatasaray. gerçi şimdi de pek farklı değil.
    neyse, ilk yarı bitti annemlere dönüp nolur eve gidelim, 5 olacak bu maç dedim.

    96-00 yıllarındaki baskın futbola, avrupada gelen ayak seslerimize*** ve bir sene * ve 8 ay öncesindeki* avrupa kupası zaferlerimize rağmen, nedense ilk yarı bitince bizi çok pis düzecekler sanmıştım.
    yani düşünün, galatasaray'ın en pick zamanlarında bile -o an- inanılmaz umutsuzluğa kapılmıştım.

    işte o 3 nisan 2001 günü, ilk defa şunu öğrendim.

    galatasaray kendine inanmayanları göt etmeyi çok sever

    inanılmazdı.
    gerçekten hepimizin o günle ilgili bir çok anısı vardır.
    ama bana her sorulduğunda, her bu maçı andığımda göt oluşum gelir aklıma.

    güzel günlerdi vessalam.

    bu arada, biz aslında 2000-2001 sezonunda, 2.tur gruplarında bazı maçlarda saçma şekilde ikili averaj vermesek çeyrek değil, final oynamamız işten bile değildi..

    (bkz: 21 kasım 2000 milan galatasaray maçı/@jadoregalatasaray)

    hey gidi hey.

    sözün özü, bize optimist taraftar, pembe gözlük demeyin.
    cidden, galatasaray kendine inanmayanları göt etmeyi çok sever.
  • 116
    yaş itibarıyla neuchatel* maçını göremediğimden ötürü, 1991 yılından beri gitmeye başladığım maçlar arasında ali sami yen'i en kalabalık gördüğüm maçtır. şöyle ki; hem yönetimin bastığı fazladan biletler hem de kaçak girenler yüzünden(u: ki o sezon dandik bir kombine uygulaması vardı, kartı okutmadığınızdan dolayı bir kere girilen kombineyle birkaç kere daha giriliyordu. denenmiştir) tribünlerde koltuk başına nerdeyse 3 seyirci düşmekteydi. maçlara erken girme psikolojisinin son zamanlarına denk gelen bu maça şahsım saat tam 16:30'da girmiştir. yani tam olarak maçtan 5 saat 15 dk önce.

    ali sami yen'de maç izleyenler bilir, bazen o stada öyle bir hava yayılır ki, rakip kim olursa olsun, dakika kaç olursa olsun ve skor ne olursa olsun o maç öyle ya da böyle alınacaktır. ya hagi* uzaktan çakacaktır, ya hakan* uçarak kafayı koyacaktır ya arka direkte capone tamamlayacaktır ya da ümit* penaltıyı ters köşeye bırakacaktır.

    maçtan önce klasik olan yumruk şovlardan sonra real'e o zaman barça'dan yeni transfer olan figo'ya gereken tepki gösterilmiş ve süper kupa finalinde hagi'nin madara ettiği roberto carlos'la klasik türkçe ingilizce karışımı küfürlerle alaylar edilmiştir. her zaman olduğu gibi uğurlu hakemimiz collina tribünlere çağrılmış ve o da bu jeste alkışlarla karşılık vermiştir. derken omuz omuza'yla başlamıştır maç; her zamanki üçlü'nün aksine...

    real madrid daha etkin bir futbol göstermekle beraber hagi'nin orta saha yakınlarından attığı şut dışında ilk yarı pozisyon bulamamıştır galatasarayımız. derken helguera kafayı vurmuş ardından da makalele farkı ikiye çıkartmıştır. makalele attığı golden sonra tribünlerin önüne gelerek dans etmiş, bu noktada sinirlerine hakim olamayan ben, elindeki davul tokmağını makalele'yi vurmak suretiyle fırlatmışsa da başarılı olamamıştır*. real'in durumu 2-0 yapan golünden hemen sonra ilk yarı bitmiş ve tribünlerden inanılmaz bir şekilde "bizler inandık siz de inanın" nidaları yükselmiştir. düşünün ki, karşınızda dünya devi bir takım var ve ilk yarıyı pozisyon dahi bulmadan yenik kapamışsınız, ama hâlâ kazanmak için inancınız var. dedim ya sami yen'de maç izleyenler bilir, işte o gün sami yen'de "n'olursa olsun kazanacağız!" inancı hakimdi... ilk yarı bitmiş sigaralar yakılmış, etrafta dönen konuşmalara kulak gerilmiştir; çoğusu kazanacağından emin bir şekilde konuşurken kimilerini ise fark yeme korkusu sarmıştır. ama ali sami yen'in ruhundan en iyi anlayanlar, bu maçı ne olursa olsun alacağız düşüncesiyle rahatça içmiştir sigaralarını...

    sonrası... sonrası malum, bazı şeyler vardır ki; kelimelerle anlatılamaz. yaşanması gerekir. işte bu maçın 2. yarısı bu tür cinsten bir olaydır. ümit atar, hasan atar sonra jardel kafayı öyle bir çakar ki, hiç tanımadığınız adamlarla sevişme pozisyonu alırsınız. birden dünya durur, ilk yarı sonunda "burası cehennem değil cennet" diye yorumlar yapan ispanya televizyonları, işte cehennemin ne olduğunu o noktada idrak ederler. 3. golden sonra artık tüm stadın delirişine dayanamayan yaşlı sami yen'in ışıkları bir süreliğine söner. ardından şişt! şişt! casillas!, şişt! şişt! casillas! göndermeleriyle maç sona erer. neuchatel'lerin, manchester'ların, milan'ların, barça'ların, monacolar'ın yanıda bir de real madrid gömülür mabedin çimlerine...
  • 146
    henuz 11 yasinda izledigim unutulmaz karsilasma. izledigim dediysem babamla kahvede izlemistik. bu macin bende yeri ayridir.
    ilk yari mac 2-0 bitince babam: " gel eve gidelim, daha da gol yedigimizi gormeyelim" demisti. eve giderken maca giden amcam ve kuzenim icin bosuna maca gittiler ya falan diyordum. eve gidince radyoyu actim ve macin 2-1 oldugunu ogrendim. sonrasinda art arda goller geldi. her golde deli gibi mutfaga dogru gool diye kosarak babama haber veriyordum.
    maci anlatan spikerlerin su yorumlarini hic unutmuyorum; " 4. golu ben anlatayim 5' i sen anlatirsin" diye geyik yapiyorlardi. 4. golu de atmistik ama maalesef hakem golu ofsayt gerekcesiyle iptal etmisti.
    o takim ilk yariyi 2-0 geride bitirip 2. yari sahaya ciktiginda tribunler " bizler inandik siz de inanin" tezahuratini yapmisti. bir tezahurat ne kadar icten, anlamli olabilirse o an o kadar anlamliydi.
    romantiklik yapmak istemiyorum ama gercekten eskiden her sey daha guzeldi, daha samimiydi. simdi herkes gergin, geri pas yapan oyuncuya ana avrat sovuyor. o zamanlar nasil ki takim kaliteliyse, tribunler de kaliteliydi. kaliteli bir donemdi be.
  • 79
    2000-2001 sezonu şampiyonlar ligi çeyrek final ilk maçı.

    galatasaray, şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynayan ilk türk takımı olarak tarihe geçtiği maçtır ayrıca.

    ali sami yen stadı'nda saat 21:45'te oynanan maçı galatasaray 3-2 kazanmayı başardı. önce kadrolar;

    galatasaray

    1 claudio taffarel
    3 bülent korkmaz
    4 gheorghe popescu
    22 ümit davala
    7 okan buruk
    8 suat kaya (dk.46 14 fatih akyel)
    10 gheorghe hagi
    11 hasan şaş
    35 carlos alberto oliveira capone (dk.46 28 bülent akın)
    67 ergün penbe
    9 mario jardel

    real madrid

    1 iker casillas
    2 michel salgado
    3 roberto carlos
    18 aitor karanka
    4 fernando hierro
    3 roberto carlos (dk.90 21 santiago hernan solari)
    24 claude makelele (dk.63 20 albert celades)
    6 ivan helguera
    10 luis figo
    8 steve mcmanaman
    9 fernando morientes (dk.70 14 jose maria gutierrez hernandez)
    7 raul gonzalez blanco

    goller

    dk.33 6 ivan helguera (0-1)
    dk.43 24 claude makalele (0-2)
    dk.47 22 ümit davala(pen.) (1-2)
    dk.66 11 hasan şaş (2-2)
    dk.75 9 mario jardel (3-2)

    copy paste değil; alın teri*

    daha ozamanlar ilkokul 5. sınıfa gidiyorum. eve geldim ve maç saatini beklemeye başladım. babamla da günler öncesinden maça gideriz diye konuşmuştuk; ama babam "bakarız" diyerek geçiştirmişti. saat 7 buçuk oldu ve babam eve geldi. ben de formamı giyip hadi gidiyoruz diye kapıya koştum. babam da "hayır bilet almadım evde izleriz" diyince birden şoka girip kendimi koltuklara attım ve ağlamaya başladım. babam da koyu galatasaraylı olduğundan tarihi bir maçı kaçırmak da istemiyordu. aynı zamanda ağlamama da dayanamamıştı ve "tamam len kalk" dedi ve taksiyle trafiğe kalmadan mecidiyeköye ulaştık. babam beni bir köşeye bıraktı ve 2 adet bilet bulmaya gitti. gidiş o gidiş. normal bilet zaten kalmamış ve karaborsacılar kol gezmekteydi. babam eski açığa gitmek istemiyordu çünkü çok rüzgar alıyordu ve hava da buz gibiydi; lakin 3 ribünden de bilet bulamayınca eski açığa doğru yol aldık. upuzun bir gişe kuruğuyla karşılaştık ve maçın başlamasına da 10 dakika vardı. kuyruğun ucundan bize doğru bir adam yaklaşıyordu ve "eski açık bileti isteyen" diye bağırıyordu. babam da hemen atladı tabi ve biletlerimizi alarak stada girdik. hava gerçekten buz gibiydi ve rüzgar arada eserek ciğerlerimi yokluyordu. neyse efendim sonra maç başladı. "saldırın durmadan bu taraftar arkanızda her zaman cimboma rahat yok sami yende madride de koymadan" tezahüratı baya bir söylendi onu hatırlıyorum ve ben "cimboma rahat yok" kısmını "cimboma radyo" diye anlamıştım.* ben de tezahürata katılırken 2 gol birden yedik ve işl yarıyı mağlup kapattık. babam "kalk hadi gidelim bak yeniliyoruz, yenemeyiz daha" dedi. ben istemedim "hayır yenicez kalalım baba" dedim. kalbim temiz ya, 2. yarı penaltı oldu. 3 kasım 1999 galatasaray milan maçındaki gibi bol bol dua ettim ve ümit davala topu ağlara gönderdi. ilk yarının başında gelen bu gol morallerimizi de yükseltmişti. oyuna sonradan giren fatih akyel roberto carlos'un olduğu kanadı koridor yapmıştı ve sonunda da hasan şaş devreye girdi ve golünü attı. ben artık havalara uçuyordum. babama sarılarak sevincimi yaşadım. sonra bir de mario jardel'in golü gelmez mi anam anam anam... arkamda bulunan bir amcanın kucağında buldum kendimi. babam da garibim beni arıyor.* sonra babama sarldım ve "bak gördün mü kalalım demiştim" dedim. babamın da sevinçten gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. soğuğun da etkisi var tabi. en sonunda da maçı 3-2 kazandık ve eve mutlu mesut döndük.

    bu maçtan sonra anladım ki;

    (bkz: galatasaray adının olduğu her yerde umut vardır)

    not: maçtan sonra babam hastalandığı için 1 hafta işe gidemedi.

    bu tarihi anları tekrar yaşamak isteyenlere;

    http://www.filestube.com/...ray-Real-Madrid.html

    üşendim hemen istiyorum diyenlere;

    http://www.zapkolik.com/...en-muhtesem-mac.html
App Store'dan indirin Google Play'den alın