yedi otuz, iki kırk dört
bir allah bir de top...
bu cümle özetliyordu aslında bütün 90 dakikalık maçı. ee malum; sonucu, attığınız ve yediğiniz gollerle orantılı bir oyundur futbol. amaç gol atmak ve gol yememek olunca bu cümle çok şey ifade ediyordu.
yedi otuz, iki kırk dörtlük bir kaleye olması gereken kadar atak yaptı galatasaray dün gece. orta sahada son günlerde iyi performansını sürdüren lincoln, oyunun kontrolünü maçın önemli bir bölümünde elinde tutmayı bildi. aslında oynadağı mevki çok daha farklı bir yer olan meira ise yeni görev mevkiinde hiç de sırıtıyor gibi görünmedi. verilen görevini hakkıyla yerine getirirken, duran toplardaki etkisizliği tartışılan galatasaray 25. dakikada sağ kanattan bir korner kazanıyor, topun başına geçen lincoln adrese teslim bir orta ile harry kewell'ın kafasına topu indiriyor ve güzel bir vuruşla galatasarayımız golünü buluyordu. işte tam bu dakikada kaleye giren topu kucaklayan ve istanbul semalarına doğru sert bir vuruşla hazerfen ahmet çelebi'ye selamlarını gönderen fernando meira'nın hırsı ve gözlerinden çakan şimşekler en az atılan gol kadar taraftarlarını mutlu ediyordu. yedi otuz, iki kırk dörtlük kaleye giren bu gol aslında maçın sonucunu da belirleyecekti. ama o dakika ali sami yen stadını dolduran o muhteşem taraftar, televizyon başındaki milyonlar ve hatta maçın ispanyol hakemi bile bundan habersizdi.
ilk yarı oynadığı futbolla bizleri memnun bırakan galatasaray soyunma odasına pek bir rahat giderken, akıllarındaki tek şey ikinci yarıda da aynı oyunu sürdürüp bir kaç gol daha yollayabilmekti malum ölçülere sahip kaleye. bütün bunlar olurken, aynı anda en az 45.000 reytingle bizleri mutlu etmeye çalışan,
endüstriyel futbola karşı metin oktay felsefesiyle justin tv'den yayın yapan kardeşimizin ekranına üyelik bilgileri bir an yansıyor ve o anda olan oluyordu. üyelik bilgilerine erişmenin verdiği gaz ve heyecanla yanıp tutuşan dsmart yetkilileri yayına el koyuyor ve yurtdışında yaşayıp da başka izleme şansı olmayan benim gibi bir çok taraftarın gani gani küfürlerine nail oluyorlardı. maçın ikinci yarısından itibaren galatasaray tv'yi kumandalardan bulup eski günlerdeki gibi radyo havasında maça devam eden taraftarlar, kaçan gollere mi üzüleceklerini yoksa izleyemedikleri galatasaraya'a mı üzüleceklerini şaşırıyorlardı. hele hele maçı sunmakla mükellef spiker yayının sadece sesli olarak galatasaray tv den de yayınlandığını unutarak nonda'nın kaleciyle karşı karşıya kaldığı ve topu az farkla dışarı yolladığı pozisyonda öyle bir bağırıyordu ki, bazı taraftarlar gooll diye ayağa sıçrıyor, kısa süren sevincin arkasından "hadi bee" nidalarıyla yerlerine tekrar oturuyordu.
dakikalar ilerliyor fakat galatasaray hala yedi otuz, iki kırk dörtlük kaleye bir topu daha gönderemiyordu. zaman zaman defans araya giriyor, zaman zaman ise defansı da geçen top allah'a emanet bir şekilde giderken direkte patlıyordu. hatta maçın spikeri bile kendinden geçerek "olmaz böyle bir şey sayın seyirciler, önce kaleci sonra direk" direk diye bağırıyor, fakat özetler izlendikten sonra bunun külliyen yalan olduğu anlaşılıyordu.
**olympiakos'un nadir ataklarından birisini anlatan maçın spikeri bu sefer de öyle bir "aman aman aman, yüzlerce binlerce aman" diyordu ki o an kafalardan aşağı birer kazan kaynar su dökülüyor, sonra topun dışarıya çıktığı anlaşılınca da yayıncı kuruluşa edilen küfür kadarına maçın spikeri de nail oluyordu.
maç bu sonuçla biterken galatasaray uefa kupasındaki grupta liderliğe yerleşiyor, berabere biten maçın ardından benfica ve herta ikinciliği paylaşıyor, beşiktaş'ı eleyip bu gruba gelen ve haftayı bay olarak geçiren metalist ise galatasaray'ın tecavüz edeceğinden bihaber son sıraya yerleşiyordu.
ilginç bir maç daha izlemenin ve yayıncı kuruluşa edilen onca küfrün ardından başlanan "eşli batak"ta biraları kazanan yazarımız
vinca ise maçın yorumunu bir sonraki geceye bırakarak mutlu, rahat ve kafası da hafif çakır bir şekilde yatağına uzanıyordu.
*