dünya üzerinde -sanırım- kendisine saygı duymayan bir futbolsever yoktur.
vakti zamanında "harvard business review"e mülakat vermiş, dergi de bu mülakattan müthiş bir yazı çıkarmıştı, "ferguson's formula" adında. manu'yu nasıl manu yaptığını, kendisinin de nasıl ferguson olduğunu anlatıyordu yazı.
yazıyı şuraya bırakayım:
https://hbr.org/2013/10/fergusons-formulabenim asıl değinmek istediğim yazının belli bir kısmı gerçi. daha spesifik olmak gerekirse metnin dördüncü "never, ever cede control" adlı alt başlığı. (cede (en): bir şeyin kontrolünü bilerek ya da bilmeyerek veya zorla vermek.)
"kontrolü asla kaybedemezsiniz- hele her biri milyoner olan dünyanın en iyi 30 futbolcusuyla uğraşırken." - sir alex ferguson
yine bu yazıda benim ilgimi çeken aynı alt başlığın şu kısmı:
-ıf they got into trouble, they were fined. and if they stepped out of line in a way that could undermine the team’s performance, ferguson let them go. ın 2005, when longtime captain roy keane publicly criticized his teammates, his contract was terminated. the following year, when united’s leading scorer at the time, ruud van nistelrooy, became openly disgruntled over several benchings, he was promptly sold to real madrid.*
*yani diyor ki:
eğer belaya bulaşırlarsa ceza alırlar. eğer takımın performansını etkileyecek bir şekilde sınırlarını aşarlarsa ferguson onlara yol verir. 2005'te, takımın uzun süredir kaptanı olan roy keane takım arkadaşlarını "
kamuya açık bir şekilde eleştirdiğinde", kontratı feshedildi. takip eden yıl, takımın en skorer oyuncusu ruud van nistelrooy yedek kalması hakkında açıkça mızmızlanınca derhal real madrid'e satıldı.
burada mühim olan kısım tırnaklı olan. takım arkadaşlarını eleştirmek... sadece bu.
bu sefer yazı ferguson'un ağzından devam ediyor:
"there are occasions when you have to ask yourself whether certain players are affecting the dressing-room atmosphere, the performance of the team, and your control of the players and staff. ıf they are, you have to cut the cord. there is absolutely no other way. ıt doesn’t matter if the person is the best player in the world. the long-term view of the club is more important than any individual, and the manager has to be the most important one in the club."*
*bazı zamanlar vardır, kendinize sorarsınız, acaba bazı oyuncular soyunma odasındaki atmosferi, takımın performansını ve sizin oyuncular ve ekip üzerindeki kontrolünüzü etkiliyor mu diye. eğer etkiliyorlarsa, bağı koparmalısınız. kesinlikle başka yolu yoktur. o oyuncunun dünyanın en iyisi olması hiç fark etmez. uzun vadede kulüp herhangi bir bireyden daha önemlidir ve teknik direktör (menecer) kulüpteki en önemli kişi olmalıdır.
yazı çok iyidir.
bu kısımları paylaşmamın nedeni de aslında malumdur. galatasaray'ın gündemi...
bir yandan aslında bizim sıkça konuştuğumuz fatih terim'in galatasaray'daki otoritesini olumlayan bir yan yakalarsınız. diğer yandan çok başka şeyler. her şeyden vardır.
paylaştığım yerlerden çok şey çıkarılabilir ama güncel olması nedeniyle şurası dikkat çeker. en azından benim çekti, o zaman çekmemişti -vakti zamanında "ulan nistelrooy o yüzden mi gitmişti" dediğimi hatırlıyorum. kendi kendime...
isterse dünyanın en iyi futbolcusu olsun, isterse takımın en kritik oyuncusu olsun, isterse yıllarını kulübe vermiş takım kaptanı olsun, eğer takımın performansını etkiliyorsa -bunun nedeni sadece takım arkadaşlarını sözle alenen eleştirmek bile olabilir- gözden çıkarılabilirdir. hatta çıkarılmalıdır. bu kulübün geleceği için kritiktir.
takım arkadaşı yerini sürekli kaybettiği için onu -sözle eleştirmeyi, uyarmayı bırakın- fiziksel olarak tartaklayan, üstelik bunu saha içinde yapan bir futbolcuya ne yapardı? varın siz karar verin.
(bkz:
marcos do nascimento teixeira marcao)
son not: yazı aynı zamanda menecerin otoritesine karşı bir argüman olabilecek "ağabey"lik kavramının da ne kadar gereksiz bir halt olduğunu yüzümüze vurur.
eyyorlama kişisel.
hadi eyvallah.