lisede iken okulun
futsal takımının seçmelerinin olduğuna dair bir afiş görmüştüm. ben de girsem acaba takıma, seçilebilirim belki diye bir umut beden eğitimi hocasının odasına gittim. bir baktım okulun bütün iyi topçuları orada. ama tanıdık bir yüz de var;
sedat.
sedat benden 2 üst sınıfta olan hem mahalleden hem de aynı ilkokuldan bir arkadaş. güler yüzlü, sevecen ve temiz biri. belki de en kötü özelliği beşiktaş'ı tutuyor olması idi
sedat'ın. lakin gel gör ki bu adam futboldan zerre anlamıyordu. hatta abartarak söyleyebilirim ki o odada bulunan herkes topu eliyle bir noktaya atsa onun ayağıyla vurduğundan daha hızlı giderdi.
ancak gerek takım kaptanı ve takımın büyük çoğunluğu ile sınıf arkadaşı olması gerekse de hocanın seçmeleri uygulamak yerine her geleni takıma almasıyla bu arkadaşımız da kendisine takımda yer bulmuştu.
gebze'den izmit'e maçlara giderdik ve lise 1'lerden takımda olan tek kişi olan ben, olması gerektiği (!) gibi yedeklerde idim.
sedat da öyle. genelde de bir dönem ümit milli takımımızdaki "
hüseyin kartal" gibi oyuna son dakikalarda girerdim.
sedat da öyle.
kahramanımız oyuna girince bütün hevesim kaçardı çünkü kendisi topla 1 metre bile ilerleyemezdi. yanındaki adama bile pas atamazdı. inanın tek yaptığı topun dibine inip pası rakibe hediye etmekti. antrenmanlarda nefesim kesildi deyip koşmaz, spor salonunun merdivenlerinde in çık yaptığımızda oturup göğsünü tutardı.
son dönem de dikkatimi çeken şey ise; selçuk'un da böyle saçma, sapan paslar verdiği ve topu rastgele boş alana doğru attığı idi. işte sen benim için artık
sedat'sın selçuk. yalnızca
sedat, topu 2 metre ötedeki arkadaşına atamayan
sedat!