resim
Roberto Baggio
Görev:Teknik Heyet Sorumlusu
Takım:-
Yaş:57
Uyruk:İtalya
  • 4
    roberto baggio...

    roberto baggio.... ismini duyunca akıllara hep üstten auta gönderdiği 94' amerika dünya kupası finali gelir. oysa onun adının kaçan penaltıdan daha anlamlı olduğunu bilen milyonlarca hayranı ile büyük bir futbol devrimidir roberto baggio...

    18 subat 1967'de caldogno kasabasında fiorindo baggio ve mathilda baggio'nun oglu olarak doğan 90'ların en büyük futbol yeteneklerinden.. futbolu para veya şöhret için degil, sırf ona derin bir tutku ile bağlı oldugu için oynamış olan bir efsane. 1994 amerika dünya kupasında kritik gollerle italya'yı finale kadar getirdi, ancak yarı finalde sakatlanmıştı ve doktorlar kesinlikle oynayamacağını söylemişti, ama yine de finalde sahne aldı.
    amerikan'nın sıcağında bütün dünya izlesin diye gündüz vakti oynanan maç tatsız ve golsüz bitmişti. baresi gibi ünlü futbolcularda penaltı kaçırdı ama bütün dünya roberto baggio'nun penaltıyı taffarel'in üstünden dışarıya gönderdiği an boynunu büküşüne kilitlenmişti. roberto baggio "penaltı atışlarını sadece onları atmayı deneyen cesurlar kaçırır!"diyerek yıllar sonra bile o anı unutmadığını gösterdi. final onun kaçırdığı penaltı ile kaybedildi demek yerine brezilya'nın şampiyonluğu onun kaçırdığı penaltı ile anlam kazandı demek daha doğru.

    baggio ailesi kalabalık bir aileydi 8 kardeşe sahip olan roberto bunun yararını özgür olarak ve kendini futbola vererek gördü. okuldan geri kalan tüm zamanını futbol sahasında geçiren baggio ilk kez 9 yaşında caldogno kasabasının takımında futbola başladı. 1982 yılında 6 gol birden attığı leva maçında dikkatleri üstüne çekti ve vicenza tarafından transfer edildi. ilk iki sezon çok fazla oynamamasına rağmen 16 yaş milli takımına çağrıldı.
    1984-1985 sezonunda vicenza adına 22 gol kaydetti ve vicenza serie b'ye çıktı. aynı sezon içinde italya genç milli takımına çağrıldı ve sezon sonu fiorentina'ya transferi gercekleşti.baggio fiorentina'da ilk sezonunda ayağını kırdı..idol olarak zico'yu seçtiğini belirten roberto, süper yıldız olmasında ayağını kırdıgı zaman yaşadıklarının çok önemli bi yeri oldugunu söyler.

    ilk golünü 10 mayıs 1987 yılında napoli'ye karşı attı, aynı sene budizm'e yönelmeye başladı soka gakkai tarikatinin üyesi oldu. katıldığı bir tv programında bir anne roberto'ya ne olur özel hayatını tv'lerde anlatma oğullarım seni çok seviyor ve ne yapıyorsan aynısını yapıyor ve budizme merak sarıyorlar diyerek roberto baggio'nun italyan halkı üzerindeki etkisini gözler önüne sermiştir.
    1987-1988 sezonunda iyice farkedilmeye başlandı 30 lig macında 15 gol atmış 10 italya kupası macında da 9 gol..ve italya milli takımının hollanda ile yapacağı maç için kadroya çağrıldı.
    1989-1990 yılında attığı 19 gol ve fiorentina ile uefa kupası yarı finali yazdırdı kariyer sayfalarına.
    1990 yılında fiorentina onu 17 milyon dolar karşılıgı juventus'a sattı. italya'da dik kafalılığıyla tanınan, fiorentina taraftarının taptığı dahiyane futbolcunun satışı italya'da adeta hayatı durdurdu 3 gün boyunca floransa sokaklarında terör esti kulüp binası taşlandı. 50'den fazla taraftar yaralandı.
    italya 90'da milli takıma çağrıldı,ama ilk maçlarında yedekti italya kendi ülkesindeki turnuvada iyi oynamıyordu ilk iki maçında 1-0'lık sıkıcı galibiyetler aldılar. bunun üzerine teknik direktor azeglio vicini onu toto schilacci'nin arkasında hücuma yönelik oynattı ve bu hamle italya'ya büyük heyecan ve iyi oyun getirdi. baggio turnuvanın en güzel golünü çekoslavakya'ya karşı attı ve italya'yı arjantin'e rakip yaptı.
    dünya kupalarının en ilgi çekici maçı napoli'deydi ve maradona fanatiği napolililer arjantin'i destekleyecekti. italya ikinci şoku ise baggio'nun maça yedek başlamasıyla yaşadı. vicini baggio'yu yedek bırakmasını yorgun olmasına bağladı, ama baggio ''23 yaşındaydım ve çimleri yiyecek kadar futbola açtım'' diyerek konuyu kendine has bir şekilde kapattı. baggio 1-1 bitip italya'nın penaltılarla elendigi maçta oyuna ikinci yarıda dahil oldu ve penaltılarda attığı penaltıyı gole çevirdi.

    juventus'daki ilk sezonunda 47 macta 27 gol attı, 1992'de finalde attıgı golle juventus'a uefa kupasını kazandırdı ligde de 21 gol attı.1993'de avrupa'nın en iyi oyuncusu seçildi sezon boyu 22 gol attı.
    juventus formasıyla çıktığı ilk fiorentina maçında, takımının kazandığı penaltıyı atmayı reddeden ve yerine geçen oyuncunun penaltıyı kaçırmasıyla juve'lilerden iyice tepki toplamıştı. teknik direktörü olayın büyümesini önlemek istedi baggio'yu bir kaç dakika sonra oyundan almıştı. salına salına çıkış tüneline doğru giderken tribünlerden atılan fiorentina atkısını boynuna geçirmiştir. dünyaya eşi benzeri az gelen bir futbol efsanesi. baggio eski takımı fiorentina'ya karşı oynadığı maçlardan önce sahaya fiorentina kaşkolüyle çıkmıştır. fiorentina taraftarları ''ona sadece biz sahibiz'' (malesef sonra herkes oldu) diye bir tezahürat yazmıştır baggio adına.

    94 amerika sonrası italya'ya dönüşte baggio'nun sakatlıgı onu zorlamaya başladı cok zaman yedek başladı maclara ama genede juventus ile italya kupası ve lig şampiyonlugunu aldı.
    1995'de önemli bir karar vererek milan'a geçti.durgun geçirdiği 2 sene hayranlarını üzmüştü, baggio bologna'ya transfer oldu 26 macta 22 golle yeniden doğdu. 1998 fransa dünya kupasında halk ve basının yoğun baskısıyla cesare maldini onu milli takıma cağırdı..ilk maçında italya'nın şili'ye karşı kazandığı penaltı vuruşu icin topun başına geçti, milyonlarca italyanın aklına 94 amerika dünya kupası geldi baggio topun başına geldi karşısında çılgın kaleci chilavert vardı penaltıyı gole çevirdi ve 4 senelik baskıyı üstünden attı. daha sonraki maçlara yedek çıkmaya başladı ve italya gene penaltı atışları sonucu evsahibi fransa'ya elendi.

    kutsal atkuyruğu (codino divino) lakaplı baggio, aynı sene inter milan'a transfer oldu ama yedek kulubesinden fazla çıkamadı ve inter macerası brescia'ya transferi ile bitti. brescia taraftarları onu ''tanrı brescia'da'' pankartları ile karşıladı. brescia son duraktı ve 37 yaşında brescia ile futbolu bıraktı.

    italya'da halen formalarıyla,videolarıyla,resimleriyle sanki futbolu bırakmamış sanmanız olağan. 16 mayıs 2004'te takımı brescia'nın milan'a 4-2 yenilmiş olduğu maçta futbolu bırakmış olan efsane oyuncuyu hocası 88'de oyundan aldı san siro adeta yıkılıyordu herkes ayakta alkışlıyordu roberto baggio'yu.
    kariyerinin 300.golünü 16 kasım 2002'de 3-1 yendikleri maçta brescia formasıyla piacenza'ya atan baggio için bugünün uefa başkanı platini, ''ona ne 10 numara ne 9 numara diyebilirsiniz, o 9.5 numaralı oyuncu'' diyerek kendi dilinde tanımlamıştır.

    644 maç 292 gol ve 56 milli maçta 27 gol olarak kayıt edilmiştir kariyeri. baggio dünyanın en rahat kaleci çalımlayan oyuncularından biri olarakta hafızalardan silinmez. çalım yeteneği üst düzeylerde olan bir futbolcu bile kaleci ile karşı karşıya kaldığında hayalkırıklığı yaratırken baggio parkta gezer gibi kalecileri çalımlayıp topu ağlara bırakırdı. 3 dünya kupası gören baggio bu kupada 9 gole sahiptir. aynı zamanda avrupa kupalarında 32 golü vardır.bir frikik uzmanıdır.

    futbolu bıraktıktan sonra arjantin'de avcılığa başlamıştır. sıkı bir boca taraftarı olmasını ise şöyle aktarıyor roberto : yağmurlu bir pazar günü arkadaşlarımdan biri ile maç izliyorduk arjantin'deki evimde. maçta skor 4-0'dı ve maç boca'nın stadı la bombonera'daydı. boca taraftarları çılgınca eğleniyor takımlarına inanılmaz destek veriyorlardı, arkadaşıma 4-0 önde olmalarına rağmen taraftarlar maçı bırakmıyor eğleniyor destekliyor dedim. arkadaşı baggio'yu şöyle yanıtlar ''roberto gerçekten izliyormusun maçı boca 4-0 yeniliyor.'' işte bu anda boca taraftarı olduğunu söyleyerek o stadyumun ona inanılmaz duygular verdiğini söyler kutsal atkuyruğu.
    futbolun içinde olduğu her saniye futbola tutku ile bağlı olan baggio, emekli olduktan sonra da seçimini futbolun tutku duygularından yana yapıyor.

    futbola ve futbol sevgimize kattığı tutku için roberto baggio'ya milyonlarca teşekkür az kalır

    http://futbolreisi.blogspot.com/.../roberto-baggio.html
  • 22
    bir ara dunyanin en iyi futbolcusu olarak anilacak kadar buyuk bir isimdi. suratli, calim atabilen ve gol vuruslari muhtesem olan bir futbolcuydu. o donemin en guclu takimlari juventus ve italya milli takimi'nin da en buyuk yildiziydi tabi. sacinin arkasinda ince sekilde uzattigi bir tutam sac sekli de cok karizmaydi o zaman :)

    http://s1.totalprosports.com/...orld-cup-hairdos.jpg

    adam hala karizma: http://www.nandodallachiesa.it/...2/roberto-baggio.jpg
  • 24
    `[part 1]`

    "gelmiş geçmiş en iyi italyan futbolcu" titri için rakibi çok olabilir (sivori, boniperti, meazza, rivera, riva, mazzola, maldini, del piero, totti...) ama "gelmiş geçmiş en yetenekli italyan futbolcu" olduğu konusu tartışmaya pek de açık bir mevzu değil. hatta görüyor ve arttırıyorum, benim nazarımda tarihin gördüğü en yetenekli birkaç futbolcudan biridir roberto baggio. maalesef ki bir o kadar da bahtsızdır.

    18 şubat 1967 caldogno doğumlu. sekiz çocuklu bir ailenin altıncı göz ağrısı.

    http://gss.gs/fE9.jpg
    http://gss.gs/6cc.jpg

    futbolla haşır neşirliği henüz ağzı süt kokarken başlar. evlerinin yakınındaki futbol sahasında kerahet vakitlerine kadar topla oynar, alıştırmalar yapar. daha 9 yaşındayken kasabadaki amatör takımın altyapısında forma giymeye başlar. 11 yaşına geldiğinde o takımın yıldızı olmuştur bile. o sezon oynadığı 26 maçta 45 gol atıp 20 asist yapar. 13 yaşındayken 6 gol attığı bir maçın ardından antonio mora adlı gözü açık bir scout, o zamanlar serie c'de takılan vicenza'nın altyapısına transfer olması için ailesini ikna eder. yaklaşık 500 dolar karşılığında transfer biter. leblebiciliğe burada da devam eder. 120 maçta attığı 110 golün ardından, 15 yaşındayken, a takıma yükselir. profesyonelliğe ilk adımı denilebilecek, serie c'deki ilk maçına 5 haziran 1983'te piacenza karşısında çıkar. o sezon hocası tarafından fazla oynatılmaz ama ertesi sezon takımın başına bruno giorgi'nin gelmesiyle işler değişir. kariyerindeki ilk profesyonel golünü 3 haziran 1984'te, brescia'ya atar ve bu golü bruno giorgi'ye ithaf eder.

    http://gss.gs/UH4.jpg

    84-85 sezonunda attığı 12 golle vicenza'nın serie b'ye yükselmesinde büyük pay sahibi olur. namı, iş bilenlerce çoktan duyulmuştur. iki fenomen; juve'nin başındaki trapattoni ve o zamanlar serie c'deki rimini'ye hocalık eden sacchi de bu grupta yer almaktadır. nasıl almasın ki? istatistikleri korkunçtur, driblingleri ve tekniği eşsizdir, stilini kendisinin de idol bellediği zico'ya benzetenler çoktur ve serie c'nin en iyi oyuncusuna verilen guerin d'oro'nun 1985'deki sahibi de kendisidir. her şey mükemmel gidiyorken ve dahi fiorentina'yla da flörte başlamışken kariyeri boyunca çok çekeceği sakatlıklardan ilkiyle yüzleşmek zorunda kalır. sezonun bitmesine günler kala, 5 mayıs 1985'te oynanan vicenza-rimini maçında bir topa kayarak müdahale etmeye çalışırken hem sağ ve sol çapraz bağlarını koparır hem de sağ menisküsünü paramparça eder. fiorentina yine de transferden vazgeçmez ve bu sakatlıktan sadece iki gün sonra günümüzün parasıyla 3 milyon lirete* karşılığında satın alıp kendi hekimlerine teslim eder 18'lik baggio'yu. (bu arada 1,5 milyon avro deyip geçmemek gerek; bir sene önce napoli, dünya transfer rekorunu maradona'yı barça'dan 8 milyon avroya alarak kırmıştır.) kulüp doktorları baggio'nun durumunu görür görmez futbol hayatının bittiğini düşünürler. fakat kulüp sahibi flavio pontello ondan ümidini kesmez ve kulübü baggio'nun tedavisi için seferber eder. nihayetinde fransa'da bu sakatlıklar üzerine ihtisas sahibi bir cerraha* emanet edilir. ameliyatlar, tedaviler, iyileşme süreci derken aylarca oynayamaz baggio. lakin yine de takımın en popüler futbolcularından biridir taraftarın gözünde. kariyerindeki ilk serie a maçına mor forma içinde 21 eylül 1986 tarihinde sampdoria karşısında çıkar.

    http://gss.gs/OIb.jpg

    ilk avrupa maçınıysa 17 eylül 1986'da uefa kupası'nda boavista'ya karşı oynar. 28 eylül 1986 geldiğindeyse olan yine olur ve tekrar sakatlanır. yine aylarca oynayamaz ve bacakları yine defalarca kesilip biçilir.

    baggio o yıllarda geçirdiği ameliyat serisini şöyle anlatıyor: "o sakatlıklar benim futbolla tanışmam oldu. benim 'fenomen' olduğumu söyleyen insanların sözleri beni tam havalandırmıştı ki gerçekler tekrar yere basmamı sağladı. hem de öyle bir sağladı ki çapraz bağlarımı ve menisküsümü o sahada bırakmak zorunda kaldım. profesörler ayaklarıma bakıp başlarını sallıyorlardı ve bir daha futbol oynayamayacağımı söylüyorlardı. o sakatlık nedeniyle dördü sağdan ikisi soldan olmak üzere altı operasyon geçirdim. günümüzde rutinleşti ama menisküs ameliyatları o yıllarda korkunçtu. fransa'da geçirdiğim operasyon ise* en kötüsüydü. yırtık tendomumu bağlayabilmek için kaval kemiğimden bir delik açtılar. alerjim olduğu için ağrı kesici de veremediler. bacağıma 220 tane iç dikiş atıldı. acıdan can çekişiyordum ve anneme 'beni seviyorsan öldür lütfen!' dediğimi bile hatırlıyorum. hayatı gözlerinin önünden akıp giden, ümitsiz bir gence dönüşmüştüm. operasyondan sonraki iki haftada 10 kilo verdim. fiziksel ve ruhsal acıdan dolayı sürekli ağlıyordum."

    bilançoya gelince bu ameliyatlar, baggio'nun vücudunda ve psikolojisinde derin tahribata yol açar. yıllar sonra yazacağı otobiyografisinde* "tüm kariyerim boyunca bir buçuk bacakla oynadım. kariyerim boyunca bir sezonda yüzde yüz hazır olarak çıktığım maç sayısı 3 ya da 4'tür." demesi bundandır ki, şahsen, sağlıklı bir baggio'nun nasıl bir futbolcu olabileceğini tahayyül edemiyorum. (aynı şey del piero ve ronaldo için de geçerli... 98'deki ağır sakatlıktan sonra del piero bir daha o eski del piero olmadı, ronaldo 2000'deki sakatlığının etkisini hiçbir zaman atamadı.)

    baggio, bu periyotta manevi açıdan da çöker. neden bunlar hep benim başıma geliyor diye kaderine isyan eder. o sıralar zaman zaman dertleştiği maurizio boldrini nam budist bir arkadaşı vardır ve onun görüşlerinden etkilenmeye başlar. 1 ocak 1988 günü, sabahın köründe maurizio'nun kapısını çalar ve "ben budist olmak istiyorum." der. bu durumu açıklamak için üç ay karın ağrısı çektiği koyu katolik ailesinin her türlü itirazına rağmen (annesi, oğlunun bu sevdadan vazgeçmesi için eve bir rahip bile çağırır.) yolundan dönmez, hem de koyu bir budist olur. yeni dininin inceliklerini öğrenmek için japonyalara kadar uçar. budizm, baggio'yu ehlileştirir ve düştüğü boşluktan çıkmasına yardım eder. "hayatın gerçeklerinin acı olduğunu o zaman anlamaya başladım." der budizm'in hayatında neleri değiştirdiği sorulduğunda. her maç öncesi yarım saat meditasyon yaparak hazırlık yapar. japon menşeili "soka gakkai" tarikatına mensuptur. kaptanlığı müddetince bu tarikatın renklerinden mülhem sarı, kırmızı, mavi renkleri ve dahi "kazanmalıyız" anlamına gelen japonca düsturu pazubendinde taşır:

    http://gss.gs/mWJ.jpg

    annesine gelince aradan yıllar da geçse tanrı'ya her gece oğlunu doğru yola sevk etmesi için dua ettiğini açıklar bir röportajda.

    ne olursa olsun fiorentina, baggio'ya hiç yüz çevirmez. işte bu yüzdendir ki baggio bir başka sever mor menekşeleri. "floransa'dan hiç ayrılmayacağım, kimse beni buradan koparamaz." diye bir söz verir 1987'de...

    ağır sakatlıklar silsilesini atlattıktan sonra yavaş yavaş sahalara döner ve 10 mayıs 1987'de şampiyonluğunu ilan etmiş maradona'lı napoli'yle yaptıkları maçta frikikten kariyerinin ilk serie a golünü atar. maç 1-1 biter ki fiorentina bu sayede küme düşmekten kurtulur.

    https://www.youtube.com/watch?v=MUxoDJwr1wQ

    bu golden sonra baggio'nun yükselişi başlar. sven-göran eriksson yönetimindeki 88-89 sezonu kendisi için bomba geçer. italya kupası'nda çeyrek finalde o sezonun şampiyonu sampdoria'ya kaybedene kadar 9 gol kaydeder. yine serie a'da 15 gol atarak en skorer üçüncü futbolcu olur. (önündekiler de boru değil; capocannoniere 22 golle serena, ikinciliği 19'ar golle careca ve van basten paylaşıyor.) o sezon ekürisi stefano borgonovo'yla beraber takımın ligde attığı 44 golün 29'unu parseller. bu ikiliye, aralarındaki uyum münasebetiyle "b2" lakabı takılır. konudan gene sapacağım ama bargonovo ilerleyen yıllarda als denen meretle cebelleşmiş ve maalesef 2013'te henüz 49 yaşındayken terk-i diyar eylemişti. ölmeden önce, 2008'de kendi kurduğu vakıf içi artemio franchi'de iki eski takımı, fiorentina ve milan bir gösteri maçı yapmış, baggio bir an olsun yalnız bırakmamıştı bargonovo'yu:

    http://gss.gs/YJ1.jpg
    http://gss.gs/xqE.jpeg

    bu kare de ikilinin en delişmen zamanlarından:

    http://gss.gs/C6C.jpg
    http://gss.gs/mfn.jpg

    1989-1990, fiorentina'nın serie a'da ızdırap çekip avrupa'da döktürdüğü bir sezon olur. göran eriksson'un benfica'ya gitmesinden ve dahi kiralık oynayan bargonovo'nun milan'a dönmesinden etkilenen takım, sezon boyunca ligde kalma mücadelesi verir. o zamanlar dört takımın küme düştüğü serie a'da 13. olabilirler ki serie b'ye düşen son takım olan 15. udinese'yle aralarında sadece 1 puan vardır. baggio'ya gelince attığı 17 golle tek başına takımın ayakta kalmasını sağlar. ayrıca 19 gollü van basten'in arkasından gol krallığında ikinci olur. avrupa'daysa farklı bir fiorentina vardır. sırasıyla atletico, sochaux, dinamo kiev, auxerre, werder bremen engellerini aşan mor menekşeler, finalde bölüm sonu canavarıyla karşılaşırlar: juventus. o yaz, fiorentina taraftarını daha çok kızdıracak olan juve, ilk darbeyi iki ayaklı eşleşmeyi 3-1'le geçip kupayı fiorentina'nın ellerinden alarak vurur. her şeye rağmen gösterdiği üstün performansla avrupa'nın en iyi genç oyuncusuna verilen bravo ödülü, baggio'nundur. o sezon inter'de top koşturan lothar matthaus'un kazandığı ballon d'or listesinde de hiç fena olmayan bir dereceyle 8. olmayı başarır. ödüller, istatistikler bir yana fiorentina, yaptığı yatırımın* karşılığını almıştır. o sezonki performansından sonra fiorentina'nın ellili yıllardaki efsanevi maestrosu miguel montuori "baggio, maradona'dan bile daha üretken. ligdeki en iyi 10 numara olduğuna şüphe yok. ceza sahasına girdiğinde o kadar sakin ki sanki damarlarında buz dolaşıyor." der. adı artık ligin büyükleriyle, bilhassa da juventus'la anılmaya başlanır ama o, bu söylentiyi "juventus'a gitmek istemiyorum, bunu anlamanız için şehrin duvarlarına mı yazmalıyım?" şeklinde reddeder. kendisiyle ilgili hemen her tribute videosunda yer alan napoli'ye attığı şu imza golü de o sezon gelir:

    https://www.youtube.com/watch?v=6NKgSpfeSuA

    baggio; takımı sırtlamaya başlamış, tüm ligin ve avrupa'nın dikkatini celbetmiş, en önemlisi taraftarın göz bebeği haline gelmiştir. adına şarkılar yazılır:

    https://www.youtube.com/watch?v=82LqbCb2NBs

    taraftarın üzerinde muazzam bir etkisi vardır. tek bir sözüyle en azılı ultras tayfasını muma çevirebilecek bir kudrete sahiptir. bir başına, zaten acı olan ama çok daha acı sonuçlara gebe bir olayı durdurur. kasım 1989'da fiorentina-bologna maçı için trenle floransa'ya gelen bologna taraftarı, henüz trenden inmemişken fiorentina'lı insanlıktan nasibini almamış holiganlarca vandallığa maruz kalırlar, hatta vagonlara molotof kokteyli atılır. yangından 7 kişi etkilenir ama bir tanesi, henüz 14 yaşındaki ivan dall'oglio feci şekilde yanar. vücudunun yüzde 75'inde ileri derece yanık vardır; tam 8 ameliyat ve 5 aylık tedavinin sonunda hastaneden çıkabilir. bu duruma çok üzülen baggio, ivan'ı hastanede ziyaret eder ve bu şiddeti durduracağına söz verir:

    http://gss.gs/pcM.jpg

    ilk icraati ise yaptıkları bu acımasızlıkla her maç öncesi "yan bebeğim yan" diye tezahürat ederek akılları sıra dalga geçen fiorentina'lı futbol teröristlerini susturmak olur. bu tezahüratı tekrar yaparlarsa maçın ortasında bile olsa sahayı terk edeceğini söyleyerek bu holiganları tehdit eder. o saatten sonra bu iğrenç tezahürat bıçak gibi kesilir. takdire şayan bu hareketinin karşılığını da alır. sezonun ikinci yarısında oynana bologna-fiorentina maçında hep bir ağızdan "fiorentina kümeye" diye bağıran bologna taraftarı; iş baggio'ya geldiğinde alkış tutmaya başlar, lehinde tezahürat eder.

    o sezon coşmasında özel hayatını rayına oturtmasının da payı büyüktür. komşu kızı adreina'yla birbirlerine uzunca bir zamandır yanıktırlar ki cemaziyelevvelleri çocukluk çağlarına kadar gider bu ikilinin. ta 1982'de baggio, vicenza altyapısına gidecekken gönlünü kaptırdığı adreina'ya bir yüzük verir. üç hafta süren vicenza antrenmanları boyunca birbirlerini o kadar özlerler ki baggio döner dönmez nişanlanırlar. hem de baggio'nun vicenza'ya gitmeden önce verdiği yüzükle. işte o günden başlayıp yedinci seneye sarkan nişanlılığın ardından 2 temmuz 1989'da muratlarına ererler.

    http://gss.gs/8aZ.jpg

    her ne kadar artık bir budist de olsa ailesine ve adreina'nın ailesine olan saygısından dolayı nikah bir katolik kilisesinde kıyılır. düğünün öncesi de civcivlidir. baggio, hazırlıklara kendisini öylesine kaptırır ki uefa kupası'na katılım için 30 haziran'da roma'yla oynayacakları -aralarında puan eşitliği vardır- play-off maçını bile unutur. gelecek sezon finalini oynayacakları turnuvaya katılım hakkını 1-0 kazanırlar ve baggio, son sürat caldogno'nun yolunu tutar.

    (günümüzde roberto'yla adreina halen evli. başlarda soğuk yaklaşsa bile artık adreina da bir budist. ellerinizden öper üç tane de çocukları var.)

    http://gss.gs/49p.jpg

    tekrar 1990'a dönelim. fiorentina'da geçen 5 senenin, oynanan 136 maçın ve atılan 55 golün üstüne baggio'ya italya'nın en zengini göz diker: gianni agnelli, nam-ı diğer l'avvocato. şu an juventus'un başkanlığını yapan andrea agnelli'nin amcası, fiat imparatorluğunun o zamanki hükümdarı baggio için gözünü karartmıştır ki gözünü kararttığı zaman yapamayacağı şey yoktur. misal -her ne kadar çavuşeskular tarafından reddedilmiş de olsa- steaua'da oynayan hagi'yi transfer edebilmek için bükreş'e bir fiat fabrikası kurmayı vadettiği söylenir. şöyle de bir şey var, eğer hagi'yi alabilse belki de baggio'ya sulanmayacaktı. neyse, dediğim gibi agnelli hanedanlığının o zamanlarki hulusi kentmen'i l'avvocato niyeti bozmuştur bir kere. ne pahasına olursa olsun roberto'yu takımında görmek ister. fakat italya'daki hemen her takım gibi fiorentina da juventus'tan nefret etmektedir. günümüzde de yerli yerinde duran bu "nefret"in oldukça haklı nedenleri de var üstelik. iki takımın tarihteki ilk maçı, 1928'de 11-0 juve lehine bitiyor ki böyle başlayan bir ilişkiyi fiorentina'nın sevme ihtimali elbette yok. fakat asıl kopuş 81-82 sezonuna dayanıyor.

    o sezonun son maçına girildiğinde hem juve'nin hem fiorentina'nın 44'er puanı vardır. fiorentina, final maçını kümede kalmak için 1 puana ihtiyaç duyan cagliari deplasmanında oynayacakken juventus, evinde hiçbir iddiası bulunmayan orta sıra takımlarından catanzaro ile karşılaşacaktır. iki maçın da ilk yarısı 0-0 biter ve ikinci yarılar başlar. fiorentina, francesco graziani ile bir gol bulur ama pozisyon esnasında kaleciyi ittirdiği gerekçesiyle gol -tartışmalı bir şekilde- iptal edilir. torino'daki maçtaysa juventus kazandığı penaltıyı irlandalı efsane liam brady ile gole çevirip maçı 1-0 kazanır. juve'nin kazandığı penaltı buz gibi penaltıdır ama ilk yarı catanzaro'nun da bir penaltısı verilmemiştir (fiorentinalıların yalancısıyız). maçlar biter, juventus 20. şampiyonluğunu kutlarken floransa'da bizdeki 'şerefli ikincilik' mefhumu kabilinden "hırsız olmaktansa ikinci olmak daha iyidir" pankartları açılmaya ve dahi bu söz dillere pelesenk olmaya başlar bile. yukarıda kısaca geçtim ama 1990'daki iki ayaklı uefa kupası finalinde de hoş şeyler geçmez iki takım arasında. torino'da oynanan ilk maç 1-1 giderken juventus'lu casiraghi, fiorentina'lı celeste pin'i alenen iteler ama hakemler görmez. (bu arada şimdi baktım, maçın hakemi ispanyol.) 3-1 juve lehine noktalanan maç sonunda, celeste pin kameraların da duyacağı şekilde juve'nin hocası dino zoff'a "hırsızlar" diye çemkirir. basın toplantısında juve kalecisi stefano tacconi "sözcüklerle yapılan savaşı onlar kazanabilir, biz sahadakini kazanacağız." der ve de öyle olur, floransa'daki ikinci maç 0-0 biter ve kupa zebraların olur.

    işte "still better lovestory than twilight" karatındaki bu ilişki 1990'da "tamamen" kopar. (öyle diyorum ama calciopoli'de moggi'nin della valle'yle yaptığı hakem ataması konulu telefon kaydı ortaya çıkmıştı. italya, ilginç memleket.) fiorentina'nın o zamanki sahibi -hani baggio'yu da alan- ranieri pontello; agnelli'nin transfer için tam yetki verdiği, has adamlarından, ferrari'nin ceo'luğunu da yürüten luca di montezemolo ile el sıkışır. buna biraz da mecburdur çünkü sayılı gün kalan 90 dünya kupasına için artemio franchi'nin yenilenmiş, bu da pontello'ya çok pahalıya patlamış, adeta cebini delmiştir. (yakın zamanda yaptığı açıklamada bu baggio'yu sattığı için en ufak bir pişmanlık bile duymadığını, kulüp çıkarlarının her şeyden önce geldiğini söylemişti.) üstüne üstlük agnelli, o güne kadar görülmemiş, duyulmamış bir meblağ telaffuz eder baggio için: 16 milyon liret (10 milyon avro). ağanın eli tutulmaz kabilinden baggio'ya da haftalık 50.000 pound'a denk gelen bir ücret ödemeyi göze alır ki bu da yıllar boyu kırılamayacak bir başka rekordur. (baggio'nun menajeri caliendo bile 2 milyon lireti cukkalar.)

    uefa kupası finalinden çok kısa bir süre sonra satış duyurulur. baggio'nun transferinin, hem de juventus'a transferinin şehri ne hale getireceği az çok kestirilebildiğinden operasyon bir gece yarısı gerçekleşir ama haberi alan fiorentina taraftarı sokaklara çıkmaya ve ortalığı yakıp yıkmaya başlar bile. ilk hedefleri kulübün merkez binası olur. yaklaşık 500 taraftar polisle çatışır. 50 kişinin yaralandığı ve 9 kişinin tutuklandığı olaylarda kulüp binası taşlanır, molotof bile atılır. kulüpteki yöneticilerden birinin kafasının, fırlatılan serseri bir şişe vasıtasıyla yarıldığını gören başkan pontello iki gün boyunca odasına hapsolur. baggio'ya gelince fiorentina'yı bırakmayı hiç mi hiç istemez ve ilk açıklaması "ben bu transfere zorlandım. kalbimin derinlikleri her zaman mor olarak kalacak." olur ama fiorentina taraftarının öfkesinden o da nasibini alarak "judas" ilan edilir. dünya kupasına hazırlanan azzurri'nin floransa'daki meşhur tesisi coverciano'ya hava iyice karardıktan sonra bir limuzinin arka koltuklarına saklanarak götürülür. yine de taraftarın hışmından kurtulamaz. birkaç gün sonra çıktığı antrenmanı seyretme kisvesiyle tribünleri dolduran floransalılar, tezahürat ve protestolarla çalışmaların yarıda kesilmesine sebebiyet verirler. teknik direktör vicini, "aptallık dalında dünya kupasını hak ettiler!" diye tahkir ettiği bu floransalıları bir daha antrenmana aldırmaz... ki iyi ki de öyle yapar çünkü birkaç gün sonra bazı fanatikler, coverciano'ya molotof atmayı planlarlarken polis tarafından kıskıvrak yakalanırlar. o esnada milli takımın kamp yeri roma'nın dışındaki sessiz sakin bir yer olan marino'ya çoktan taşınmıştır bile.

    baggio-juve ilişkisi en başından itibaren sıkıntılıdır. en başta torino'yu ve buranın iklimini yadırgar. daha sonra gazetecilerden illallah eder. sessiz, sakin, münzevi bir insanken her antrenmanda onlarca gazeteciyi karşısında görüp soru bombardımanına maruz kalınca darlanır. gazetecilere göreyse "roby'siz bir spor sayfası düşünülemez" bile. taraftarlarla da arası limonidir. ilahi at kuyruğu, daha transfer tanıtımında juventus atkısını takmayı reddederek köprüleri atar. taraftar bu duruma oldukça öfkelense de ileride göreceklerinin yanında bu daha hiçbir şeydir.

    baggio, bir futbol ikonuysa bunda dünya kupalarının payı büyüktür, o yüzden juventus kariyerine başlamadan 90 dünya kupası'ndaki performansına değinmek gerek.

    italya 90, baggio'nun ilk turnuvasıdır ve ülkenin ondan beklentisi büyüktür ama teknik direktör azeglio vicini, baggio'nun tecrübesizliğini öne sürerek daha çok vialli'ye şans verir. grup aşamasındaki ilk iki maçta, avusturya'ya ve abd'ye karşı kulübede bekler. üçüncü maç olan çekoslovakya maçındaysa 90 dakika oynar ve turnuvanın en güzel golü olarak seçilecek şu sanat eserini icra eder:

    https://www.youtube.com/watch?v=EGUeRn5c3Tc

    1982'yi catenaccio'yla kazanan; liglerinde maradona, platini, zico gibi yetenek abidelerini izleyen ama gianni rivera'dan sonra kendi mamulleri bir tane bile fantasista yetiştiremeyen italyan halkı baggio'nun attığı bu golden sonra özlemlerinin dindiğini sanır ama teknik direktör vicini tam da böyle düşünmez. ikinci turdaki uruguay ve çeyrek finaldeki irlanda maçlarında baggio'yu ilk 11'de başlatır ama 90 dakika sahada tutmaz. schillaci-baggio ikilisi kusursuz bir uyum yakalamasına rağmen nedendir bilinmez schillaci-vialli ikilisinde diretir.

    nihayet beklenen dev maç gelip çatar: italya-arjantin. maç napoli'dedir ve arjantin'de o diyarın tanrısı maradona oynamaktadır. iki arada bir derede kalan napoli halkının el diego'nun basın toplantısındaki şu sözlerinden sonra pek de taraf seçme şansı kalmaz:

    "napolitanlar, unutmayın ki italya'da size italyan gözüyle bakılmıyor. bir ülke düşünün ki senenin sadece bir günü size gelip 'bizi destekleyin' desin ve geriye kalan 364 gün boyunca sizi 'afrikalı' diye çağırsın... sizden bu maçta arjantin'i desteklemenizi istiyorum."

    kimin deplasman takımı olduğu belirsiz bu maçta 17. dakikada schillaci'nin golüyle italya 1-0 öne geçse de rüzgarın oğlu caniggia 67. dakikada arjantin adına beraberlik golünü atar. baggio'ya gelince maça yedek başlar ve ikinci yarı oyuna girer. hocası vicini'nin bu kararını, sonradan "bana yorgun gözüktüğümü ve bu yüzden ilk 11'de çıkmadığımı söyledi ama o zaman sadece 23 yaşındaydım ve oynamak için çimleri bile yerdim." şeklinde eleştirir. maç berabere sonuçlanır ve penaltılara gider. baggio her ne kadar attığı penaltıyı gole çevirse de sonuç 4-3 arjantin lehine olur.

    https://www.youtube.com/watch?v=8IrKnqrwhwY

    üçüncülük maçıysa batı almanya'ya elenen ingiltere'ye karşıdır. vecini, yoğun eleştirilerden olsa gerek bu defa baggio'yu ilk 11 çıkarır ve 90 dakika oynamasına müsaade eder. maçtaki ilk golü schillaci'nin asistinde baggio atar. 81. dakikada ingiltere beraberliği yakalasa italya beş dakika sonra penaltı kazanır. baggio, altın ayakkabıyı kazanabilmesi için topu schillaci'ye bırakır ve onun attığı golle azzurri dünya üçüncüsü olur. bu turnuvayla beraber global bir yıldıza dönüşen baggio, ayrıca kariyeri boyunca devam edecek olan "yıldız oyuncaya takık hoca" sendromuna da yakalanmış olur.

    baggio'nun satılmasının fiorentina açısından bir mantığı olduğunu söylemiştim. aynı şekilde alınması da juve için elzemdir. "il trap" önderliğindeki avrupa'yı da kasıp kavuran rüya takımla 1986'da kazanılan scudetto sonrası juventus'un gerileyişi başlamıştır. aslında gerileyişten ziyade bir gölgede kalma söz konusudur. önce maradona gelip napoli'de bir mucizeye imza atar, daha sonra sacchi'nin üç hollandalısı milan'la tüm dünyayı sarsar, akabinde de 90 dünya kupası'nı kazanan batı almanya'nın üç babayiğidini elinde bulunduran inter başarıyı yakalar. son derece janti kadrosuyla sampdoria bile juve'den daha çok ses getirmeye başlar çizmede. işte bu kasveti dağıtmanın en iyi yolu baggio'yu transfer edip platini'den beri rüzgar bekleyen 10 numaralı formayla arzı endam etmesini sağlamak ve düşmana korku, dosta güven vermektir agnelli için. ayrıca şu da var ki baggio; hem italyan hem genç hem yetenekli hem yakışıklıdır; velhasıl prezentabldır ve o yıllarda endüstriyel futbolun tohumları çoktan yeşermiştir. baggio, 90 dünya kupası'nda italya'da o kadar popülerdir ki roma'ya bir tur kapsamında konser vermek için gelen madonna bile onun milli takımda giydiği 15 numaralı formayı giyer:

    http://gss.gs/9gy.jpg

    agnelli o yaz, baggio'yu dımdızlak bırakmamak adına elinden geleni yapmaya çalışır. kısa zaman önce almanya'da yılın oyuncusu seçilen süper bücür thomas haessler 15 milyon mark gibi korkunç bir paraya alınır. (gerçi çok verimli olmayıp sene sonunda roma'nın yolunu tutacaktır.) aynı zamanda lazio'dan da 21'lik bir genç transfer edilir: paolo di canio.

    transferinden hemen sonra takımın diğer yıldızları schillaci ve haesler ile birlikte: http://gss.gs/cSw.jpg

    ve 1990-1991 sezonu başlar. bu transferin kendi iradesi dışında geliştiğini söylemesi ve imzasında juventus atkısı takmaması, ilk üç maçında da gollerini sıralamasıyla birlikte bir anda unutulur bile... ta ki 6 nisan 1991 tarihli fiorentina-juventus maçına gelene dek. iki kulüp arasında yıllardır süren nefret, baggio'nun da transferiyle doruklarına ulaşmıştır ve artemio franchi, bu duyguyla dolup taşan taraftarlarca hınca hınç doldurulmuştur. o maça has, baggio'ya nazire yaparcasına, floransa'nın silueti fiorentina'lılar tarafından -mor renk ağırlıklı olarak- şöyle efsanevi bir şekilde koreografiye dökülür:

    http://gss.gs/S94.jpg

    çok büyük protestolar ve büyük bir ıslık seli eşliğinde bu yüksek tansiyonlu maç başlar. 41. dakikada diego fuser'in şık frikik golüyle fiorentina 1-0 öne geçer ve devre böyle kapanır. ikinci yarı başladığında sürekli marke altındaki baggio bir yolunu bulur ve ceza sahasına girmeyi başarır ama fiorentina defansı tarafından gayri nizami bir şekilde durdurulur. baggio, tam bir penaltı uzmanıdır. belki de tarihin gördüğü en iyi penaltıcılardan biridir ve haliyle herkes durumun 1-1'e gelmesini beklerken tarihe geçecek bir şey gerçekleşir: baggio penaltıyı atmayı reddeder. üstüne üstlük yerine penaltıyı kullanan luigi de agostini'nin vuruşunu da fiorentina kalecisi mareggini kurtarır. bu olaydan yaklaşık 10 dakika sonra juventus'un hocası maifredi, baggio'yu oyundan çıkarır. yaşanan olay yeterince sansasyonel değilmişçesine soyunma odasına doğru giden baggio, önüne atılan bir fiorentina atkısını eline alır. tam fiorentina'nın en ateşli tribünü olan curva fiesole'nin önünden geçerken bu atkıyı göğsüne bastırıp kendine tepki gösteren fiorentina taraftarını selamlar.

    https://www.youtube.com/watch?v=GrUE3PasJwU

    beklenildiği gibi medya ve juventus taraftarı baggio'yu maçtan sonra tefe koyar. medyanın eleştirileri penaltıyı atmaması üzerinedir ama baggio'nun açıklaması: "penaltıyı atmayı reddetmedim. kaçırmaktan korktum çünkü mareggini benim nasıl penaltı attığımı en iyi bilen kişiydi..." şeklinde olur ki hakkı da vardır; baggio ve mareggini birkaç sene önce eş zamanlı sakatlıklar geçirmiş ve iyileşme evresinde mareggini, baggio'nun 'binlerce' penaltısına maruz kalmıştır. aynı şekilde hocası maifredi de baggio'ya arka çıkar: "maçtan önce, olası bir penaltıyı baggio'nun atmaması gerektiğini beraberce kararlaştırmıştık zaten." der. bu tartışmayı böylece savuştururlar ama juventus taraftarının asıl kanına dokunan mevzu baggio'nun fiorentina atkısına gösterdiği alaka üzerinedir. maçtan iki gün sonraki antrenmanı 300'e yakın juventus taraftarı basarak bu durumu protesto etse de ortalığı sakinleştirmek babacan tavırlarıyla yine maifedi'ye düşer ve "eski bir juventus futbolcusu aynı durumdayken önüne atılan juventus atkısını yerden alsa onunla gurur duyardınız." diyerek öfkeli kalabalığı teskin eder. tarihe geçen o maçtan sonra akıllarda şu kare kalır:

    http://gss.gs/AIl.jpg

    torino şehrindeki bu çalkantılı ilk sezonunda ligde 14 gol atıp 12 asist yapar. yarı finalinde cruyff'un rüya takımına kaybederek elendikleri kupa galipleri kupası'nda 9 gol atarak gol kralı olur. o sene kupayı da kazanacak olan roma'ya italya kupasında çeyrek finalde kaybederler ama baggio burada da 3 gol atmayı başarır. yani o sezon her şeye rağmen toplamda 26 gol atmayı başarır. hatta sezon öncesi napoli'ye kaybettikleri italya süper kupası'nda frikikten attığı golü de sayarsak 27 gole ulaşır. vialli'li, mancini'li sampdoria'nın şampiyon olduğu o sezonu juventus, ancak 7. bitirebilir ve maifedi'nin görevine son verilerek yerine inter'den -kulübe seksenlerin ortasında altın çağını yaşatan- trapattoni getirilir.

    agnelli'nin 7'liğe verdiği tepki sadece hoca değişimiyle kalmaz elbette. transfere yine çuvalla para döker. bayern'den stoperlerin kralı jürgen kohler, lecce'den ölümüne juve'li genç conte, roma'dan dünyanın en kalın kalecisi peruzzi transfer edilir. diğer baggio (kardeş filan değiller bu arada), dino baggio da -her ne kadar inter'e kiralık gönderilse de- o yaz transfer edilenlerden bir diğeridir. işte bu ahval ve şerait içinde juve'deki ikinci sezonuna giren baggio, artık takıma iyiden iyiye uyum sağlar ve lider pozisyona yükselir. attığı 18 golle 25 gollü van basten'in ardından ligin en skorer ikinci oyuncusu olur, üstüne 8 de asist yapar. yalnız gene şampiyonluğa ulaşamaz. trapattoni'nin juve'si, capello'nun milan'ının ardından ikinci olur. italya kupası'na gelince ilk ayağını baggio'nun penaltıdan attığı golle 1-0 kazansalar da ikinci ayağı 2-0 kaybedince kupayı scala'nın çalıştırdığı parma'ya kaptırırlar. (yalnız dikkatinizi celbederim, penaltıdan leblebi gibi gol atmaya devam ediyor bizimki.)

    ilahi at kuyruğu, kariyer zirvesine 1992-1993 sezonunda çıkar. bir kere o artık takım kaptanıdır ve kulübe olan aidiyeti enikonu sağlamlaşmıştır. mükemmel tekniği, skorerliği ve liderliğiyle juve'nin meşhur 10 numaralı formasının içini doldurmuş; taraftarın platini'den beri beklediği "süper star" hüvviyetine bürünmüştür. hatta artık platini'yle mukayese edilmeye başlanmıştır ki platini "o ne bir 10 numara ne de 9 numara... o tam bir 9,5 numara." diyerek halefine selam çakmıştır. le roi'nin bu sözünde de şüphesiz büyük hikmetler vardır. zira o sezon juve'nin kadro yapısında büyük değişimler olmuştur: baggio'nun refiği schillaci inter'e gitmiş; açılan boşluk ise sampdoria'dan rekor bir ücretle alınan vialli ve reggiana'dan transfer edilen ravanelli'yle birlikte doldurulmuştur. sonuçta da ortaya şöyle korkunç bir hücum hattı çıkmıştır: baggio, vialli, ravanelli, di canio, casiraghi. bu forvet enflasyonu sonucu trapattoni, baggio'yu biraz daha geriye çekip fantasista rolüne ikame etmiştir*. o yaz transfer edilen başka yıldızlar da vardır: ingilizlerin medarı iftiharı david platt ve vintage alman panzeri andreas möller. bunca yıldızın arasında trapattoni'nin serie c takımlarından caratese ile oynanan bir hazırlık maçında beğendiği, part time futbolculuk-part time bir mobilya fabrikasında işçilik yapan 22'lik sağ bek moreno torricelli de sıkıştırılır. velhasıl ortaya yakışıklı bir kadro çıkar. misal sezonun ilk yarısındaki udinese maçına çıkan ilk 11'i şöyledir: peruzzi, kohler, carrera*, torricelli, dino baggio, galia, platt, möller, ilahi at kuyruğu, vialli, di canio. bu maç 5-1 biter ve gollerin 4'ü baggio'ya aittir. david platt bu maçı "baggio, yarım saat içinde 4 gol atıp fişi çekmişti. hiçbir futbolcudan böyle bir performans gördüğümü sanmıyorum. baggio o maçta alev almıştı..." şeklinde tasvir eder. o sezon baggio serie a'da 21 gol atarak lazio'lu signori'nin ardından gol krallığı yarışını 2. tamamlar ama araya 6 da asist sıkıştırmayı ihmal etmez. fakat şampiyonluk gene gelmez. o sezon adı ve formatı değiştirilen şampiyon kulüpler kupası ya da yeni ve günümüzdeki ismiyle şampiyonlar ligi'ni finalde marsilya'ya kaptıran capello'lu milan, ligi 1. bitirir. onları hemşehrileri inter takip eder. o sezon kupa galipleri kupası'nı kazanan parma 3.'dür. juventus ise onca yatırıma rağmen ancak 4. olabilir. teselliyi ise uefa kupası'nda bulurlar. sırasıyla anorthosis, panathinaikos, sigma, benfica ve psg'yi eleyip finalde de o sıralar avrupa kupaları finallerinde daha çokça karşılaşacakları dortmund'a iki ayakta toplam 6 gol atarak (1-3/3-0) kupanın sahibi olmayı başarırlar. baggio burada da 5 gol atar. 1993 yılında kariyer rekoruna ulaşır: tüm mecralarda 39 gol atmayı başarır. bu da onun rivera ve rossi'den sonra ballon d'or'u kazanan 3. italyan olmasını sağlar.

    http://gss.gs/Trh.jpg

    150 puandan 142'sini alarak kazandığı ballon d'or o sezon kazandığı tek ödül değildir. fifa dünyada yılın futbolcusu olarak zatı alilerini seçer. bunların cabası onze d'or ve world soccer tarafınca da yılın futbolcusu olarak takdir edilir. tüm bunlar, onun artık dünyanın en iyisi olduğunu perçinlemiş aynı zamanda da onu dünyanın en meşhur futbolcusu yapmıştır. elbet her şey güllük gülistanlık değildir. yazının başlarında da naklettiğim gibi daha gencecikken geçirdiği o ağır sakatlıklar hiçbir zaman tam olarak iyileşmez. her sezon az veya çok sakatlanır, maç kaçırır. misal, trt'nin doksanlardaki efsanevi spor programı avrupa'dan futbol'un bir arşiv kaydını izlerken denk geldiğim bir tanesi (4.40 civarı):

    http://alkislarlayasiyorum.com/...e-spor-programi-1992

    taraftarlar, kendisine zaten mumdur ama en büyük hayranı kuşkusuz agnelli'dir. "at kuyruklarını hiç sevmem ama baggio böyle oynamaya devam ettikçe o püskülleri uzatması umrumda bile değil." diyerek takıldığı baggio'yu çok sever. büyük de bir tablo koleksiyoneri olan agnelli, baggio'nun oynadığı futbolu sanata, baggio'yu da raphael'e benzetir.

    http://gss.gs/1Cn.jpg

    fakat o yaz juventus'un olduğu kadar baggio'nun geleceğini de etkileyecek çok mühim bir hadise yaşanır. agnelli'nin ileride bir başka rönesans ressamı olan pinturicchio* namıyla anacağı 19 yaşındaki bir genç transfer edilir padova'dan: alessandro del piero. baggio'nun del piero'yla ilgili izlenimi "büyük bir futbolcu olmak için gereken her şeye sahip." şeklindedir.

    ravanelli-vialli ikilisi tam birbirine alıştı derken vialli'nin 94 dünya kupası'nı kaçırmasına da sebebiyet verecek sakatlıkları işin rengini değiştirir. di canio'nun da napoli'ye kiralanmasıyla trapattoni'nin forvet rotasyonu ravanelli, baggio ve del piero üçlüsüne kalır. baggio, o sezonda da kronikleşen sakatlıklarını geçirmeye devam eder ve mart ayında minik bir menisküs operasyonu geçirir.

    trapattoni, vialli'nin sakatlığı ve del piero'nun çaylaklığından dolayı her ne kadar baggio'yu zaman zaman santrfor olarak kullansa da o artık 10 numara oynayabilecek olgunluğa çoktan erimiştir. zaten baggio gibi bir adamın safi forvet olarak kalması yeteneklerinin çok azını sergilemesine sebep olurdu... kendisi de pek mahir bir yıldız olan brian laudrup onunla ilgili olarak "kuşkusuz modern futboldaki en yetenekli 10 numara, o." derken, ryan gigs tarafından "iyi bir futbolcunun neye benzediğini görmek istiyorsanız baggio'ya bakın." şeklinde övülür. tarihin gördüğü en iyi şutörlerden matthew le tissier'e karşılaştığı en iyi futbolcu sorulduğundaysa "kesinlikle baggio. top onun ayağındayken futbol oldukça basit görünüyordu." der. le tissier'in meramını, çok daha edebi bir kişiliğe sahip olan eduarda galeano, çok daha estetik bir şekilde "onun bacakları, kendi zekalarına ve iradelerine sahipler; şut çektiğindeyse buna karar veren ayakları..." diye aktarır. roy hodgson'ın kendisine dair fikirleri "fiziksel olarak olağanüstü hiçbir özelliği yok ama daima doğru zamanda doğru şeyi yapıyor. çok rahat top sürebiliyor ve daha da önemlisi sahip olduğu saha görüşü. en ufak şut veya pas opsiyonunu bile görebilme yeteneğini haiz." şeklindedir. juventus tarihinin en abidevi futbolcusu boniperti'ye göre; ne yapacağı öngörülemez ve tüy gibi hafif bir kelebektir baggio. onu izlerken neşelenir ve büyülenirsin, top onun ayağındayken futbol denen oyunu sevmeme şansın yoktur. bunca adamın elbet bir bildiği vardır ama daktilosuyla sadece italyan futboluna değil dünya futboluna ve literatürüne de istikamet veren müteveffa gianni brera'nın, benim de bu yazının başında sorguladığım soruya açıklık getiren ve baggio'yu arşı alaya yükselten şu sözü en mühimidir: "şanslıyım ki meazza'yı da rivera'yı da canlı izleyebildim... ve bir mukayese yapmam gerekirse baggio'yu rivera'nın önüne, meazza'nın yanına koyarım. o bir serap..."

    hemen hemen tüm dünya tarafından "en iyi" olarak görülen roby, maalesef ki 93-94 sezonunu da kupasız kapatır. attığı 17 gol ve 8 asist gene berhava olur. capello'nun milan'ı karşısında pek de şansları yoktur çünkü o milan, cruyff'un dream team olarak nitelenen ve o sezon -baggio'nun önünde- ballon d'or'u kazanan stoichkov'a da sahip olan barcelona'sını şampiyonlar ligi finalinde 4-0'la hacamat edecek kadar güçlü; ligde şampiyon olurken de 34 maçta sadece 36 gol atıp buna mukabil yalnızca 15 gol yiyecek kadar da taş bir takımdır. juve'nin ikinci olmasında baggio'nun o sezon sakatlıklardan çekmesinin de payı vardır ki bu sakatlıklar dünya kupasındaki performansını da etkileyecektir daha. (bu arada bıyıkları yeni yeni terlemeye başlayan del piero da hiç zorluk çekmeden takıma alışmış ve baggio'nun oynayamadığı maçlarda rüşdünü ispatlamıştır.)

    seneler seneleri kovalamış ve nihayet beklenen günler gelmiştir: 94 dünya kupası başlamak üzeredir. tüm dünyanın gözü baggio'nun üzerindedir ve turnuvanın albenisini arttıran en önemli unsur odur. sports illustrated, "eğer futbolu amerika'da sevdirecek birisi varsa o da azzurri'nin şık süper starı roberto baggio'dur..." derken, new york times turnuva öncesi baggio'yu tanıtmak için tam bir sayfa ayırır.

    1982'de kupayı kazandıktan sonra 86'da 2. turda, 90'da da yarı finalde elenen azzurri'yle ilgili beklentiler yüksektir. italyanlar önce baggio'ya sonra yüce taktisyen sacchi'ye sonsuz güvenmektedirler. keza sacchi de -her ne kadar stilinden dolayı sisteminde arıza çıkartsa da- ezelden beri büyük hayranıdır ilahi at kuyruğunun. baggio ise "4 yıl önce başaramadım ama bu sefer bu kupanın sahibi olmak istiyorum." der ve ekler: "en büyük hayalim finale çıkmak ve 90. dakikada kupayı kazandıracak golü atmak. bunun için her şeyi yaparım, tabii saçlarımı kesmek dışında."

    elbet baggio'nun validesi matilda'nın da bu kupayla ilgili görüşleri alınır: "iki hayalim var. birincisi oğlumun önderliğindeki italya'nın kupayı kazanması, ikincisiyse onun bu vesileyle budizm sevdasından vazgeçip tekrar koyu bir katolik olması..."

    baggio'dan beklentilerin bu kadar büyük olmasında dünyanın en iyi futbolcusu olarak görülmesinin dışında da nedenler vardır. mesela italya dünya kupasına katılabildiyse bundaki aslan payı ona aittir. italya, eleme aşamasında grubunu zar zor da olsa lider bitirirken 5 gollü baggio, takımın en skoreri olmuştur.

    bir diğer meseleyse azzurri'nin kadrosudur. takımda müthiş savunmacılar (tassotti, maldini, costacurta, baresi) ve harika askerler (conte, donadoni, albertini, dino baggio) vardır ama pozisyon yaratabilecek, oyun kuracak, topla arası iyi kısacası yetenekli adam sayısı azdır. çaptan düşen schillaci, sakatlıklarla cebelleşen vialli ve sacchi'yle papaz olan mancini kadroda yoktur. bu şartlar altında takımın velinimeti roberto baggio'dan başkası değildir.

    ve turnuva başlar. e grubunda irlanda, norveç ve meksika'yla yarışacak olan italya'nın ilk maçı irlanda'yladır. new jersey'deki maçta henüz tarihindeki ikinci dünya kupasını oynayan irlanda, italya'ya futbol dersi verir. irlanda, tüm sahayı kullanırken italya sadece baggio'nun yakınsadığı sol kanat üzerinden bir şeyler yapmaya çalışır. irlanda'nın teknik direktörü jack charlton bunu öngörmüş ve takımın azman savunmacısı paul mcgrath'ı baggio'nun peşine takmıştır ki mcgrath, baggio'yu maç boyu paket eder. italya'yı durduran irlanda, costacurta'nın ve baresi'nin ortaklaşa yaptığı hatayı değerlendirerek maçı 1-0 kazanır. bu beklenmedik sonuç karşısında eleştirilerin odak noktasında sacchi vardır. milan'dan da talebesi olan baresi'nin dümen suyuna uyarak bir 11 çıkardığı konusunda tenkit edilir. baggio'ya gelince sezon boyu ısınan harap ve bitap vücudu yavaştan s.o.s vermeye başlamıştır.

    yine de norveç'le oynanan ikinci maçta daha bir diri gözükür baggio. oyuna daha fazla dahil olmakta, daha fazla inisiyatif almaktadır. fakat çok ilginç bir şey yaşanmak üzeredir... ama önce biraz flashback...

    90 dünya kupası'nda baggio'ya kıyarak okları üstüne çeken vicini kifayetsizi, 8 eleme maçının 4 tanesinde berabere kalıp italya'yı euro 92'ye götüremeyince federasyon tarafından def edilip yerine milan'dan sürpriz bir şekilde ayrılan sacchi getirilir. dahi hocadan beklentiler büyüktür ama evdeki hesap çarşıya uymaz. bir kere kendine bir türlü ideal bir 11 belirleyemez. 5 yıl boyunca çalıştırdığı italya milli takımı'na 77 farklı futbolcuyu çağırır ve bir kez kullandığı 11'i bir daha sahaya sürmez. 94 dünya kupası'ndan önceki hazırlık maçları da iç açıcı sayılmaz. fransa ve almanya'ya kaybederler. bunlar da elbette utanacak bir şey yoktur ama açıklaması olmayan bir mağlubiyet daha alırlar ki tarihe geçer. baggio'nun da oynadığı maçta dördüncü lig takımı pontedera'ya 2-1 kaybederler:

    https://www.youtube.com/watch?v=LEeqZX_9Sc0

    baggio konusunda da kafası karışıktır. aslında kendisi baggio'yu yıllardır hayranlıkla takip etmektedir ama meşhur 4-4-2'sinde ona yer açmakta zorlanınca davulun sesinin uzaktan hoş geldiğini anlar. ayrıca baggio'nun pres gücü de yüksek değildir. yine de böyle benzersiz bir yeteneğe yer açacak kadar usta bir hocadır sacchi. dünya kupasından önceki basın toplantısında baggio'yla ilgili sorulan bir soruya "baggio, çok büyük bir futbolcu ki bu da benim için yeterli." şeklinde cevap verir. onu nerede oynatacağı ya da hangi pozisyonun onun için daha uygun olduğu sorulduğunda da "onun mevkisinin gizemli kalması benim açımdan kasıtlı bir tercih. şayet ona açık bir rol belirlersem rakiplerin önlem alması kolaylaşır." der.

    http://gss.gs/lcl.jpg

    şimdi norveç maçına tekrar dönelim. norveç, dünya kupasına katılırken iğrenç bir futbol oynamış(u: ingiltere'yle oynadıkları bir maçtan sonra snorway manşetlerine konu olacak derecede) ama gereken sonuçları da takır takır almıştır. yine de teknik direktörleri egil olsen'in gruptan çıkmaya dair pek ümidi yoktur. turnuva öncesi "en zor gruba düştük. meksika ve irlanda'yla aynı seviyedeyiz. italya ise tarihsel olarak bizden bir tık daha önde." şeklinde konuşurken ilk maçı meksika karşısında 1-0 kazanıp italya'nın da irlanda karşısında mağlup olduğunu duyunca planlarını değiştirir.

    medya maç öncesi gerilimi iyice köpürtür. ortalıkta norveç ve olsen'le ilgili tevatürler dolaşmaktadır. bundan önce olsen'e kaybeden 7 hocanın kovulduğu, acaba 8.'nin de sacchi mi olacağı muhabbetleri dönmektedir.

    sacchi, kadroyu baresi'nin yaptığı söylentilerinden rahatsız olmuş olacak ki ikinci maça büyük değişikliklerle çıkar. fındık burunlu tassotti'nin yerine benarrivo'yu, signori'nin yanına da norveç defansıyla boğuşmaya daha uygun gördüğü casriaghi'yi koyar. bu ikilinin arkasındaysa baggio vardır.

    yukarılarda da söylediğim gibi baggio ve italya bu maçta çok daha iyidir. sacchi'nin meşhur pres futbolu çalışmakta, norveç kendi yarı sahasını zor geçerken italya tehlikeli ataklar yapmaktadır. golün gelmesi kaçınılmazdır... derken olanlar olur. kendisini sonradan "başka seçeneğim yoktu." şeklinde savunacak olan pagliuca, havadan gelen bir topun norveçli oyuncuya ulaşmaması için ceza sahasına kadar çıkıp topu çeler. fakat bunu eliyle yaptığı için pek doğal olarak kırmızıyı da yer.

    gözler sacchi'dedir. oyuna lazio'nun 1993'te 13 milyon liret ödeyip rekor kırarak transfer ettiği kalecisi luca marchegiani'nin girmesi gerekmektedir. herkes signori-casiraghi ikilisinden birinin oyundan alınmasını beklerken dördüncü hakemin elinde "10" yazan tabela görülür. sonraları, o an yaşadığı şoku "yanlış tabelanın kaldırıldığını sandım." şeklinde tarif edecek olan baggio, bir yanlışlık olmadığını anlayıp yavaş yavaş kenara gelirken budizm öğretilerini bir kenara bırakarak "bu adam kafayı yemiş!" diye bağırır.

    https://www.youtube.com/watch?v=FLtoBDMb0N4

    o an tek şaşıran baggio da değildir elbet. casiraghi yıllar sonra "oyundan çıkmaya hazırdım. tabelada baggio'nun numarasını görünce herkes kadar ben de şaşırdım. o an anlam verememiştim ama şu an bir antrenör olarak sacchi'nin amacını anlayabiliyorum." şeklinde konuşur. peki nedir sacchi'nin amacı? maç sonunda şöyle açıklar: "baggio değişikliği verilmesi zor bir karardı ama bunu hem onun hem de takımın iyiliği için yaptım çünkü maçın bitmesine 70 dakika vardı ve bana deliler gibi koşacak 9 adam lazımdı. baggio'yu da yormak istemedim. meksika maçında ona çok ihtiyacımız olacak."

    işler yeterince batmamış gibi 49. dakikada dizinden ameliyat da geçirmesine sebebiyet verecek bir şekilde baresi'yi kaybeder italya. fakat takım salıvermez. sacchi'nin hesapladığı gibi tüm takım kora kor mücadele eder. 69. dakikada da dino baggio'nun attığı kafa golüyle emeklerinin karşılığını alırlar.

    maç sonunda baggio daha sakindir ve "20 dakika geçmişken oyundan alınmak hoşuma gitmemişti ama koç böyle karar verdi. üzerimizde kaybetme korkusu vardı ama bu galibiyet bize büyük bir moral verecek." diyerek yuvarlak bir konuşma yapar. ne olursa olsun sacchi'nin taktiği işe yaramış ve bir maçlığına da olsa kahramanlık payesi diğer baggio'ya geçmiştir.

    gruptaki son maç meksika'yladır. 3 puanlı meksika, o anki italya'dan çok daha iyi bir takım görünümündedir ve bu maçta da geriye düşmelerine karşın güzel bir futbolla beraberliği yakalayarak grubu lider bitirirler. italya gene kötüdür, baggio güzel bir şut dışında yine yokları oynamıştır. üç maçta 2 gol atıp 4 puan toplayabilen italya, şans eseri, en iyi üçüncülerden biri olarak bir üst tura çıkmayı başarır.

    http://gss.gs/vp1.jpg

    dört takımın da 4 puanlı olduğu gruptan italya'nın son anda ve şans eseri -rusya'nın kamerun'u yenmesiyle- çıkması, beklendiği üzere hem hocanın hem futbolcuların eleştirilmesine neden olur. lakin baggio, bir başka eleştirilir. düşenin dostu olmaz, derler; onu en çok sevenler bile bırak arka çıkmayı onu yerden yere vurur. meksika maçındaki halleri en büyük hamisi gianni agnelli tarafından bile "ıslak bir tavşan gibiydi." şeklinde karikatürize edilir.

    bu turnuva artık baggio için bir izzetinefis meselesi haline gelmiştir. son 16'da nijerya'yla yapılacak maçta muhakkak kendini kanıtlaması gerekmektedir. bu kanıtlama mevzusu da baggio gibi insanların bir lanetidir. ballon d'or da kazansa gol kralı da olsa ağzıyla kuş da tutsa arka arkaya üç maç kötü oynamasına müsaade yoktur. her gün, her maç tekrar tekrar imtihana çekilir. baggio, bu durumun farkındadır zaten ve : "öyle görünüyor ki kaderim sürekli yargılanmak üzerine kurgulanmış." demişliği de vakidir.

    hele bir de nijerya maçındaki gibi 25. dakikada 1-0 geriye düşüp maçın bitmesine 15 dakika kala da 10 kişi kalınca bu imtihan daha da çetrefilleşir. 74 dünya kupası'ndan beri çeyrek finalden aşağısını görmeyen azzurri'nin elenmesine ve de ihalenin baggio'nun üzerine kalmasına 2 dakika varken nihayet beklenen gerçekleşir: kutsal at kuyruğu yerden düzgün bir vuruşla maça beraberliği getirir. arkadaşlarının maç arefesinde ona dünyanın en iyi futbolcusu olduğunu hatırlatmaları ve -belki de- ettiği dualar işe yaramıştır. afrika kartalları yıkılmış, italyanlar kendilerine gelmiş, en önemlisi baggio şeytanın bacağını kırmıştır. tabii kendi bacakları da çok sağlam değildir. (golden sonra önce sevinir sonra sağlık ekibinin yanına koşar.)

    uzatmalara giden maçta fişi çekmek yine baggio'ya nasip olur. 102. dakikada ihtisas sahibi olduğu bir vuruşla, yani bir penaltıyla italya'yı çeyrek finale taşır. maç sonundaysa meydan okumasını yapar: "dünya kupası şimdi başlıyor, hem benim için hem de italya için..."

    üç gün sonra oynanan ispanya maçındaki performansıyla söylediği sözün boşa olmadığını kanıtlar. 1-1 giden ve ispanya'nın 83. dakikada inanılmaz bir gol kaçırdığı -ya da pagliuca'nın inanılmaz bir gol kurtardığı- maçın 87. dakikasında signori'den gelen topu güzel bir şekilde kontrol eder, zubizarreta'yı çalımlar ve topu dar bir açıdan boş kaleye yollar. sacchi'nin maç sonunda "tam bir şampiyon golüydü." şeklinde betimlediği bu gol, italya'yı yarı finale, turnuvanın sürpriz takımı bulgaristan'ın karşısına taşır.

    italya, ispanya'yı eler ama aslında bu bir pirus zaferidir. orta sahanın dinamoları donadoni ve evani sakat, savunmanın bel kemiklerinden tassotti cezalıdır. bu adamların yerine ikame edilecek oyuncular vardır ama sağ bacağı perte çıkan ve oynaması çok zor gözüken baggio'nun yerine koyacak kimse yoktur. böyle bir durumda ne yapacağı sorulan sacchi "hiçbir planım yok." şeklinde cevap verir.

    ağrıları hayatının bir parçası olarak gören baggio, ne yapıp edip bulgaristan maçına çıkar. zaten çıkması da gerekir çünkü avrupa'da o sene kendisinden sıkça rol çalan stoichkov'la görülmesi gereken bir hesabı vardır.

    http://gss.gs/aMN.jpg

    o ana kadar şansıyla ön plana çıkan italya, belki biraz geç de olsa o maçta açılır. kaptan maldini'nin liderliğindeki defans hattı kusursuzdur. orta saha ve hücum hatta tam sacchi'nin anlayışına uygun şekilde pres yapmaktadır. lakin en önemlisi roberto baggio, dünyanın en yetenekli oyuncusunun nasıl olduğunu gösterircesine şovunu yapmaya başlar. 21. dakikada sol kanatta donadoni'den aldığı topla güzel bir slalom atıp harika bir plaseyle takımını öne geçirir. (bu gole turnuvanın en güzel golü derdim ama hagi'nin kolombiya'ya attığı gol bu tartışmayı açılmamak üzere kapatıyor.) 5 dakika sonra bu sefer albertini'nin asistinde güzel bir vuruş yaparak maçın skorunu tayin eder.

    https://www.youtube.com/watch?v=6C-03EObHZI

    sonunda her şey yoluna girmişken 70. dakikada baggio'nun sakatlığı nükseder ve baggio oyundan çıkar. soyunma odasında kutlama yapılırken o herkesten uzakta, kafasını ellerinin arasına almış oturmaktadır. arkadaşları onun meditasyon yaptığını zannederek rahatsız etmek istemezler ama baggio sakatlığının ne derece ciddi olduğunun farkındadır.

    grup aşamasından sonra oynadığı üç maçta attığı 5 golle vitesi yavaş yavaş arttıran baggio'nun dizleri artık iflas etmiştir. turnuvanın başında aşil tendomundan yaşadığı sıkıntılara menisküs ve sağ arka adalesindeki ağrıların da eşlik etmesi buna sebebiyet vermiştir. sacchi, gazetecilere baggio'nun finalde oynama ihtimalinin "50-50" olduğunu söyler ki oynayamaması demek finaldeki rakipleri olan romario'lu, bebeto'lu, zinho'lu brezilya'ya karşı 1-0 geride başlamaları demektir.

    bu can sıkıcı sakatlığa yarı finalin oynandığı new york'tan başlayıp finalin oynanacağı pasadena - california'ya sürecek 6 saatlik yolculuğun eklenmesi de italya'nın ve baggio'nun bir diğer dezavantajı olur. (brezilya zaten oradadır.) aslında çıkması bile başlı başına sakıncalı olan bu yolculuğun sonunda california'ya geldiklerinde maça hazırlanmaları için önlerinde 2 gün vardır. baggio, doğal olarak antrenmanlara katılamaz. bu noktada fiziksel dertlerinin arasına bir de psikolojik yılgınlık eklenir. aklına sürekli "ya finalde sakatlanırsam?" sorusu gelir.

    baggio, bu can sıkıcı duruma üzülen tek kişi değildir elbette. hocası, takım arkadaşları ve italya'nın gündeminde de oynayıp oynamayacağı vardır. gazeteler "tüm italya baggio'nun oynaması için dua ediyor." manşetleriyle çıkarlar. sadece bunlar da değil, binlerce kilometre ötede bangladeş'te baggio'nun maddi yardım yaptığı bir budist tapınağında da yüzlerce budist, baggio'nun bu maçta oynayabilmesi için günlerce dua eder.

    17 temmuz 1994 pazar günü, roberto baggio finalin oynanacağı 95.000 kişilik rose bowl stadı'na sağ bacağındaki büyükçe bir bandajla çıkar.

    bu haldeyken final maçında oynaması-oynatılması italya'da halen tartışılagelen bir durumdur. kimileri signori dururken o haldeki baggio'nun sahaya çıkmasının, hem italyan milli takımının hem de baggio'nun sponsorluğunu yapan diadora'nın baskıları sonucu gerçekleştiğini öne sürer.

    baggio, otobiyografisinde "o maça bacaklarımı kesseler bile çıkardım!" demişti. o turnuva boyunca yaptığı fedakarlıklardan sonra buna karşı çıkmak da zor doğrusu. o maçta baggio'ya partnerlik yapan daniele massaro, o gün baggio'nun neden oynatıldığı sorulduğunda "çok basit: bizi finale o çıkarmıştı." şeklinde yanıt vermişti.

    ne olursa olsun, baggio o gün çok silik bir oyun oynar. bunda brezilya'nın; nijerja, ispanya veya bulgarsitan'dan çok daha kallavi ve defansif açıdan kusursuz olmasının da payı büyüktür. italya gibi onlar da kontrollü bir oyunu tercih ederler ve baggio'ya boş alan bırakmazlar. (yine de uzatmalarda iki ciddi şansı harcar.) 0-0 biten maç penaltılara gider.

    üç hafta önce dizinden ameliyat geçirip turnuvayı kapattığı söylenen ama bu maçta ilk 11 çıkarak bir mucizeye imza atan kaptan baresi, ilk penaltıyı kaçırır. akabinde, santos'un vuruşu pagliuca tarafından kurtarılınca brezilya'nın avantajı kaybolur. albertini'ye romario, evani'ye branco karşılık verince durum 2-2'ye gelir. massaro'nun penaltısını taffarel kurtarması ve dunga'nın vuruşunu gole çevirmesi ipleri brezilya'nın eline verir: 3-2. artık italya'nın kupa ümidinin devam edebilmesi için hem sıradaki penaltıyı gole çevirmesi hem de brezilya'nın son penaltıyı kaçırması gerekmektedir.

    topun başına bir penaltı kompetanı olan roberto baggio gelir. bu tanımı da haybeye yapmıyorum bu arada. kariyeri boyunca yüzde 86'yla penaltı atan, serie a'nın da penaltıdan en çok gol bulan adamı [ya da adamıydı, totti sonradan geçmişti galiba (?)]

    http://gss.gs/4Eg.jpg

    baggio, taffarel'in penaltılarda sağa ya da sola atladığını etüt ettiği için topu kalenin tam ortasına vurmaya karar verir. gerisini otobiyografisinden okuyalım:

    "o an, kariyerimin en zor anıydı. finallere gitmeden önce budist mentorum, bana turnuva boyunca birçok zorluk yaşayacağımı ve en sonunda ne olacaksa olacağını söylemişti. o an söylediklerinin o kadar isabetli olabileceğini hiç düşünmemiştim.

    turnuva iyi başlamamıştı ve üzerimde çok büyük bir baskı hissediyordum. sorumluluğum çok büyüktü. neden sonra, bunun benim dünya kupam olması gerektiğini anladım. her şey gözlerimin önünde çöküyordu ve ben bir iz bile bırakamıyordum. gohonzon'a* inanmasaydım her şey kötü bir kabus olarak kalacaktı. çok dua ettim. işler zorlaştıkça daha da kendi içime kapandım.

    fakat nijerya maçının son saniyelerinde her şey değişti. topu aldım ve vurdum... top, defansın bacak arasından geçerek kalenin köşesine gitti. kimileri buna şans eseri dedi. evet, o dakikada atılan her golde biraz şans vardır ama belki de o an özel bir şeyler olmuştu. efendim, bana her zamankinden daha çok yardım etmişti. ya da bana inancım yardımcı olmuştu: kendime ve iç huzuruma olan inancım.

    bu golden sonra gerginliğim kayboldu. rahat bir şekilde oynamaya başladım. kendimi bir kez daha kurtarmıştım. o andan itibaren kendimi çok daha iyi hissediyordum. sonra yarı finaldeki bulgarsitan maçında sakatlandım. aslında ciddi bir şey değildi. adalelerim yorulmuştu ama bu durum, finale hazırlanmamı etkiledi. yine de bacaklarımı kesseler bile o maçta oynardım. o maça çıkmam halen tartışılır ama kendimi iyi hissediyordum. aksi takdirde zaten oynamazdım. o gün tüm sabah kendimi maça hazırladım. otelin nikah salonunda topla çalıştım. bacaklarım maça hazırdı. beni ve takımı etkileyen şeyse yaptığımız yolculuktu. brezilya'nın aksine uzun bir yolculuk yapmıştık ve hepimiz bitkindik.

    penaltıya gelince övünmek gibi olmasın ama kariyerimde çok az penaltı kaçırdım. bunlar da ben dışarıya attığım için değil kaleciler kurtardığı içindi. yani pasadena'da olan şeyin izahatı kolay değil. topun başına geçtiğimde bir insan ne kadar konsantre olabilirse o kadar konsantreydim. taffarel'in her zaman atladığını bildiğim için kalenin ortasına vurmaya karar verdim. ayaklarıyla kurtaramaması için de bunu biraz havadan yapmayı tasarlıyordum. aslında teorim çok iyiydi çünkü taffarel gerçekten de soluna yattı ve planladığım vuruşu kurtarabilme ihtimali yoktu.

    maalesef ve de meçhul bir şekilde top üç metre havaya kalktı ve üst direğin üzerinde uçtu gitti. yıkılmıştım ama takımın penaltıcısı bendim. sorumluluklarımdan asla kaçmadım. penaltıyı kaçıranlar aynı zamanda penaltıyı atabilecek cesarete sahip olanlardır. o an çuvalladım ve bu beni yıllarca etkiledi. kariyerimin en kötü anıydı. halen o anı düşünürüm. eğer kariyerimdeki bir anı silebilme şansım olsa kesinlikle o vuruşu silerdim.

    unutulan şeyse ben o penaltıyı atsam bile brezilya'nın kaçırmasını beklemek zorunda kalacağımızdı. çünkü benden önce baresi ve massaro da penaltılarını kaçırmıştı. benim penaltıyı kaçırmam bunların unutulmasını sağladı. finalde bir sahne seçmeliydiler ve bun benim kaçırışım oldu. ya da başka bir deyişle bir günah keçisine ihtiyaçları vardı ve bu ben oldum. ancak yine şunu unutuyorlar ki ben olmasam finale çıkamazdık. o kaçırıştan sonra donup kalmıştım. böyle bir sonu kabullenemiyordum. takım arkadaşlarım yemeğe giderken ben kendimi odama kilitlemiştim.

    şimdi düşünüyorum da bir dünya kupası finalini penaltılarla kaybetmek benim kabullenemediğim bir şey. sahada kaybetsek ne ala... ama penaltılar sonucu kaybetmek? bu adil değil. 4 yıllık fedakarlığın ederine 3 dakikalık penaltı atışıyla mı karar verilir? bu şekilde kazanmak da kaybetmek de bana adilane gelmiyor. bu durumlarda altın gol kuralı veya ikinci bir maç yapılması çok daha iyi uygulamalar."

    evet, baggio kabullense de kabullenmese de italya kaybetmiştir... ve de aynen dediği gibi tüm suç onun üzerine yıkılmıştır. belki de başına gelecekleri bildiği için o vuruştan sonra kıpırdayamamış ve başını yerden kaldıramamıştır:

    http://gss.gs/DRD.jpg

    kameralar, fotoğraf makineleri dünya kupası sevinci yaşayan brezilya milli takımını boş vermiş, baggio'ya odaklanmıştır. pagliuca kafasını çimlere gömmüş, baresi kendini federasyon başkanı mattarese'nin kollarına bırakmış ama kameralar ve fotoğraf makineleri sadece baggio'ya dönüktür. ortada icarus meselini anımsatan, her şeyiyle kusursuz bir drama vardır.

    https://youtu.be/ptZsjyfjSqQ?t=27m1s

    1930'dan o güne dek 15 dünya kupası oynandıysa bunlardan 14 tanesi kazanılmış, sadece 1 tanesi ise kaybedilmiştir. tüm anlatım bunun üzerinedir ve gerisi maalesef kimsenin umrunda bile değildir.

    baggio'nun karizması, kaçan bir penaltıyla harmanlanmış; baresi'yi de, brezilya'yı da hatta koca bir dünya kupasını da gölgede bırakmıştır.

    ...

    `[karakter sınırı hasebiyle to be continued]`
  • 25
    `[part 2]`

    1994, sadece kaçan penaltıyla değil, başka etmenlerle de baggio'nun hayatındaki en melun yıldır kuşkusuz. trapattoni'nin seksenlerin ortasında yakaladığı başarıyı tekrarlayamamasıyla hocalık koltuğuna napoli'nin başındaki marcello lippi getirilir. medya tarafından tüm yaz boyu rencide edilen baggio, takıma döndüğünde lippi'nin kendisine hiç de sıcak bakmadığını fark eder çünkü lippi, juventus'un yıllardır şampiyon olamamasıyla ilgili bir teşhis koymuştur kendi kafasında. bu teşhis doğrultusunda lippi'nin ilk vaadi "baggio'ya daha az bağımlı bir juventus" yaratmak olur. ona göre juventus, bir takım oyunu oynamıyor, sadece baggio'nun ayağına bakıyordur ve baggio sakatlandığında veya marke edildiğinde tüm takım duruyordur. lippi'nin baggio'yla ilgili menfi görüşlerinin altında başka sebepler de vardır elbette.

    bir kere bu ikilinin futbola bakış açıları taban tabana zıttır. baggio özgür ruhludur, sanatçıdır; lippi disiplinlidir, mühendistir. baggio "dağınık oynayan ama futboldan anlayan 10 oyuncu, organize ama sadece koşan 10 adamdan evladır." derken buna mukabil lippi "en yetenekli 11 futbolcuyu bir araya getirmek en iyi takımı yaratmak anlamına gelmez." der. baggio bir röportajında "sahaya çıktığımda nerede oynayacağıma ben karar veririm." açıklamasını yaparken lippi'nin düsturu "tavuklarla dolu bir kümeste horoz istemem." şeklindedir. baggio'ya göre "sahada fark yaratanlar, yıldız oyunculardır.", lippi'ye göre "bütün, parçaların toplamından daha büyüktür."

    üstüne üstlük lippi'nin tesis etmeyi düşündüğü 4-3-3'te baggio'ya yer yoktur. burada şöyle bir parantez açmak lazım ki baggio 10 sene önce doğsaydı çok daha parlak bir kariyeri olabilirdi. çünkü sacchi'nin seksenlerin sonunda milan'da gerçekleştirdiği ve tüm dünyayı etkileyen futbol devriminde baggio stilindeki oyuncular, yani trequartista'lar ve fantasista'lar demode hale gelir. misal zola, bu ortamdan kurtulup ingiltere'ye sığınır; mancini yeteneğindeki bir adam yıllarca sampdoria'da çakılı kalır. (evet, aynı sacchi milli takımda baggio'ya bel bağlar ama sevdiğinden değil kadrodaki yetenekli oyuncu eksikliğinden kaynaklanan bir zorunluluktur bu.)

    ravanelli, lippi'nin çıktığı ilk antrenmanda "kimseye bağımlı kalmayacağız. herkes eşit derecede önemli olacak." dediğini aktarır. fakat bu dediğini yapabilmesi için önünde dünyanın en meşhur ve en yetenekli futbolcusu şeklinde cisimleşmiş kocaman bir engel vardır... derken şansı yaver gider: kasım sonunda oynanan ve frikikten gol de attığı padova maçında baggio dizinden sakatlanır:

    https://www.youtube.com/watch?v=AM-E1TXkYGE

    gün lippi'nin günüdür. forvet hattını artık vialli-ravanelli ve baggio'dan hem çok daha fazla koşan hem de çok daha versatil olan del piero üçlüsünden kurabilecektir. 20 yaşındaki del piero'nun, baggio'nun yerini dolduramayacağı endişesi vardır ama üç aylık müddette del piero kendini kanıtlar. baggio, sakatlıktan döndüğünde ilk 11'deki yerine tekrar kavuşur ama artık onsuz da yapılabileceği görülmüştür bir kere. yine de baggio sezonun geri kalanında çok iyi performans sergiler. o sezon üç kulvarda da çekiştikleri parma'yı, delle alpi'de 4-0 yendikleri maçta harika oynar ve 3 asist yaparak juventus'a 9 yıl aradan sonra scudetto'yu getirir. uefa kupası yarı finalinde karşılaştıkları borussia dortmund'u iki maçta attığı 2 gol ve yaptığı 1 asistle yıkan da yine kendisi olur.

    https://www.youtube.com/watch?v=U1fysKFHwHM

    o sezon parma'yla iki final oynarlar. italya kupası'nı kazanırlar ama baggio'nun harika oyununa rağmen uefa kupası'nı kaybederler. sonunda ilk şampiyonluğunu yaşayan baggio, sezonun büyük bölümünü sakat geçirse de 14 gol 10 asist yapmayı başarır.

    94 yazında agnelli'nin juventus'a getirdiği tek isim lippi değildir. 2006'daki calciopoli'nin de yıldızlarından olan moggi, bettega ve giraudo yönetimi devralırlar. mukayese edersek şu anki nedved, marotta, paratici üçlüsüne tekabül ettirebiliriz. kulübün ekonomisinin çok da iyi olmadığını gören bu üçlü, lippi'nin takımı del piero etrafından kurgulayabileceğini görünce ve de baggio'nun sakatlıklarının sonunun gelmediğini anlayınca kolları sıvarlar. bir yıldırma politikası olarak baggio'ya aldığı ücreti yarı yarıya düşürmeyi önerirler. baggio, doğal olarak reddeder. bu arada "yıldırma" derken bu sadece lippi-baggio çatışmasında lippi'yi tutmalarından kaynaklı değildir. juve formasıyla gol krallığı da yaşayan ve artık yönetimde olan bettega der ki: "doksanlar başladığından beri dünyada en fazla para harcayan kulüp biziz ve bunu dengelemeliyiz."

    bettega bu lafları haybeye etmez. juventus 90'da baggio'yla, 92'de vialli'yle dünya transfer rekorunu kırmış; bunların cabası olarak da platt, ravanelli, möller, köhler, deschamp gibi adamlara çuvalla para saçmıştır ama bu periyotta elde edilen başarılar sadece bir uefa kupası ve bir italya şampiyonluğuyla sınırlı kalmıştır. yönetimin hedefi, genç ve maliyeti görece daha düşük bir kadroyla başarı yakalamaktır. bu hedef doğrultusunda o an için dünyanın en fazla kazanan oyuncularından biri belki de birincisi olan, 28 yaşındaki müzmin sakat baggio’yu elden çıkarıp yerine de paçalarından yetenek akan yirmilik del piero’yu ikame etmeyi tasarlarlar. sezon sonunda yıllar sonra kazanılan şampiyonluğun da verdiği öz güvenle baggio’nun yeni sezon planlarında yer almadığını ve kulübün baggio’nun 10 numarasını da alacak del piero’ya odaklanacağını deklare eden bir açıklama yaparlar. baggio'nun buna tepkisi sert olur. "juventus yöneticileri tarafından nasıl kötü bir muameleye maruz kaldığımı asla unutmayacağım. bu saatten sonra şu anda kazandığımın iki katını da verseler buradan ayrılacağım!" diyerek aradaki ipleri tamamen kopartır.

    başta “baggio, muhteşem bir futbolcu ve ona kesinlikle ilgimiz var.” diyen alex ferguson’un manchester united’ı ve "agnelli ailesiyle olan dostluğum ve aramızdaki saygıya dayalı ilişkisinin yardımıyla, juventus ve inter baggio transferi konusunda anlaşmıştır. şimdi her şey roberto'ya bağlı ki inter gibi tarihi bir kulübü reddedeceğini sanmıyorum." diyen massimo moratti'nin inter'i olmak üzere; real madrid, roma, fiorentina ve blackburn baggio’ya taliptir ama baggio bu defa 1990’da agnelli’nin alt ettiği berlusconi’yi kırmaz ve 18 milyon liret (8 milyon avro) karşılığında milan’lı olur. 5 yıl önce fiorentina’lıların yaşadığını yaşayan juventus taraftarı onlar kadar şiddetli olmasa da bu satışı kulüp merkezinin önüne gelerek protesto ederler ama baggio’nun yanına weah, futre ve locatelli’yi de alan berlusconi şovunu yapmıştır bile.

    http://gss.gs/aEX.jpg

    bu transfer berlusconi’nin içinde yıllardır süregelen bir ukdenin gerçekleşmesidir aslında. 1990 yazında baggio’yu almaya çok yaklaşmış ama italya’nın en zengini olan agnelli’yle aşık atamamıştır. o gün “bazı zirveler vardır ki onlara sadece dağlar ulaşabilir.” derken zirve kelimesiyle baggio’yu, dağ kelimesiyle de agnelli’yi teşbih etmiştir. berlusconi’nin baggio’yu almasında ona olan bu hayranlığından başka sebepler de vardır elbet. takımda maldini dışında ikonik bir çehre yoktur. baresi artık 35 yaşındadır, albertini ve desailly ise oynadıkları mevki dolayısıyla takımın yüzü olmaktan çok uzaktırlar. ama baggio öyle midir? milli ve yerli olmasıyla italya’ya, budistliğiyle asya piyasasına, yeteneği ve yakışıklılığıyla avrupa’ya, kaçırdığı penaltıyla da amerika’ya bile hitap etmektedir. berlusconi için baggio demek marketing demektir.

    kadro mühendisliği açısından ise berlusconi’nin o sezon yaptığı transferlerin bir mantığı yoktur. capello, van basten’in boşluğunu doldurabilecek bir hatta iki santrfor istemektedir. weah, bu profile fit uymaktadır ama berlusconi ikinci bir santrfor almak yerine üç tane 10 numara almıştır. birisi baggio, diğeri atalanta’dan alınan 19’luk locatelli ve üçüncüsü ise avrupa’nın maradona’ya cevabı olarak lanse edilen futre. bu üçlü dışında elde de safkan bir 10 numara olan savicevic’le, henüz forvete kaymamış baggio’nun eski takım arkadaşı di canio vardır.

    capello gibi makine düzeyinde takım kuran birisi için bu kadar “yetenekli ama koşmayı sevmeyen” adam fazladır. weah’ın fevkalbeşer pres gücü elini rahatlatır ama formda bir savicevic varken baggio’ya yer açamaz. bu durumu berlusconi’ye çıtlatmaya kalksa da aldığı cevap “weah’ı da baggio’yu da savicevic’i de aynı anda sahada görmek istiyorum.” olur. baggio’yu oynatmadığında karşısına alacağı tek kişi berlusconi de değildir üstelik. çığırtkan italyan medyası baggio’suz ilk mağlubiyette kendisine yüklenecektir. o güne kadar yaşananlar bunu göstermektedir. ne var ki aynı medya, güçsüz bir baggio’yla kaybedilecek olası bir maç sonrası yine capello’nun derisinden davul yapacaktır. bu, baggio’yu o güne kadar yöneten ve daha sonra yönetecek bütün hocaların yaşadığı/yaşayacağı bir dilemmadır. capello sonunda boş verir ve berlusconi’nin dediğine uymaya karar verir. weah en önde oynayacak, baggio onun arkasında ikincil bir forvet gibi takılacak, savicevic ise bu ikiliyi beslemekle memur olacaktır.

    udinese’yle oynanan ligin ikinci maçında baggio milan kariyerinin ilk golünü kafayla atar ama o maçta çok kötü oynamıştır. yine de maç 2-1 bitmiş ve baggio bir nevi takıma galibiyeti getiren isim olmuştur. gazetecilerin capello’ya ilk sorusu böyle kötü bir baggio’ya nasıl katlandığı yönünde olur. capello “böyle maçlarda ancak baggio gibi oyuncular şapkadan tavşan çıkarabilir.” diyerek soruyu geçiştirir. birkaç hafta sonra oynanan ve kaybedilen bari maçından sonraysa baggio’nun düşüşü başlar. bu maçta geçirdiği sakatlıkla birkaç hafta oynayamaz, döndüğündeyse capello onu 90 dakika sahada tutmamaya başlar. capello’ya, baggio’yu neden bu şekilde kullandığı sorulduğunda ise bacaklarının 90 dakikayı çıkaracak güçte olmadığını söyler.

    yakın zaman önce capello’ya baggio sorulduğunda “ona hocalık edecek kadar şanslıydım.” diye başlayan konuşmasını “kariyerinin sonuna yaklaşıyordu (8 sene daha oynadı halbuki) ve çok kötü bir diz sakatlığı geçiriyordu. bundan dolayı da antrenmanlara bile çıkamıyordu. kaslarını güçlü tutabilmek için fizyoterapist eşliğinde çalışıyordu. aksi takdirde diz ağrılarından oynayamıyordu.” şeklinde devam ettirip “bence rivera’yla birlikte dünya çapındaki tek italyan oyuncu baggio’dur. inanılmaz driblingleri vardı.” diyerek bitirmişti. yine de bu ikilinin birbirini sevmediği aşikar. baggio 2007’de “capello, benim yeteneklerimle ilgili riyakar açıklamalar yapmayı severdi. o takımdan ayrıldığında, oyuncuların ona katlanabilecek gücü kalmamıştı...” diyerek bu nefreti gün yüzüne vurmuştu.

    o sezonki sakatlıklarına ve capello’yla olan sürtüşmesine rağmen 7 gol atıp 10 asist yapan baggio, takımının şampiyon olmasına katkı sağlar. (halen, farklı bir takımla üst üste italyan şampiyonu olan 6 futbolcudan birisidir.) yine o sezon, kısıtlı bir şekilde oynamasına rağmen taraftarın gözdesi olur, onlar tarafından sezonun oyuncusu olarak seçilir.

    küçük bir milan taraftarı (cassano) ile: http://gss.gs/ZEm.jpg

    şampiyonluk kutlamalarından bir gün sonra capello takımdan ayrılacağını duyurur. “bana üç yıllık bir sözleşme önerdiler ama beni istemediklerini hissettim. bir senedir oscar tabarez’le ilgilendiklerini biliyorum. yine de ben elimden geleni yaptım. şampiyon olamayacağımızı söylediler, takımı şampiyon yaptım. savicevic’le baggio’yu aynı anda oynatamayacağımı iddia ettiler ama onlara yanıldıklarını gösterdim.” deyip real madrid’in yolunu tutar.

    oscar tabarez konusunda haklıdır capello. berlusconi'nin, cagliari'yi çalıştırırken gözüne kestirdiği tabarez'e sulandığı bir gerçektir ve capello'nun gidişiyle takımın başına getirilen isim de o olur. ilk açıklamalarında baggio'ya karşı capello'nunkinden farklı bir tutum sergileyeceğini, baggio'nun "dokunulmaz" olacağını söyler. baggio da o yaz, canını dişine takarak çalışır ve fiziksel açıdan son yıllarda çektiği eksikliği çekmek istemez. tabarez'le ilk görüşmeleri çok olumlu geçer. tabarez onu tekrar forvet arkasına çekmeyi düşünüyordur. "tabarez'in bana biçtiği rol, tam bana uygun. iki forvetin hemen gerisinde oynamaktan gerçekten çok zevk alıyorum." diyen baggio'ya karşılık "bu sezon, roberto'nun sezonu olacak." diyen bir berlusconi vardır. herkes ümitlidir, herkes iyimserdir.

    aralık ayına gelindiğinde bu olumlu havadan eser yoktur. sebebiyse 1993'te, 1994'te ve 1995'te finaline kadar çıktıkları şampiyonlar ligi'ne grup aşamasında elenmek üzere olmalarıdır. durum ligde de iyi gitmiyordur ve tabarez, sezon başında verdiği söze mugayir şekilde baggio'yu 90 dakikada sahada tutmamaktadır. ligdeki henüz ikinci maçta, sampdoria'ya karşı kadroya almadığı baggio'yla ilgili soruya "bileğinde bir sorun vardı ama asıl oynamama sebebi sadece stratejik. daha fazla defansif dengeye ihtiyacım var." şeklinde cevap verir. maçı 2-1 kaybederler. yine de tavrında bir değişme olmaz tabarez'in. hatta baggio'nun sürekli oyundan çıkartılmaktan şikayetçi olduğu söylendiğinde meşhur sözünü eder: "modern futbolda şairlere yer yok."

    modern futbolda şairlere yer yok diyen tabarez'in milan'ı 4 aralık 1996'da, san siro'da rosenborg'a kaybederek bir destan (!) yazar: şampiyonlar ligi'ne grup aşamasında veda eder. tabarez'in milan'ı demek de doğru değil aslında. tabarez bu mağlubiyetten iki gün önce, piaceza'ya 3-2 kaybettikleri maçtan sonra kovulmuştur. işte bu noktada baggio, tam anlamıyla yağmurdan kaçarken doluya tutulur çünkü tabarez'in yerine sacchi getirilir. peki sacchi neden dolu oluyor? anlatayım.

    94 dünya kupasından sonra kulüp kariyeri gibi milli takım kariyeri de yokuş aşağı giden bir baggio vardır. italya; euro 96 elemelerinde hırvatistan, ukrayna, litvanya, slovenya ve estonya'yla aynı gruba düşmüştür. baggio'nun sakatlıktan dolayı kaçırdığı, eylül 1994'te oynanan ilk iki maçta önce slovenya'yla 1-1 berabere kalırlar sonra estonya'yı 2-0 yenerler. üçüncü maç ise kasım ayında, grubun italya'dan sonraki en baba takımı hırvatistan'a karşıdır. baggio'nun da 90 dakika oynadığı maçı şuker'in attığı 2 golle hırvatlar kazanır. bu maçtan sonra ise kızılca kıyamet kopar. baggio'nun önderliğindeki oyuncular, sacchi'ye kazan kaldırırlar. baggio, basın karşısına çıkıp oyuncular olarak sacchi'nin istifa etmesini doğru bulduklarını iletir. lakin kestiremediği şey federasyon başkanının tutumu olur. matarrese, tavrını sacchi'den yana koyar. baggio pes etmez ve aradan biraz zaman geçtikten sonra tekrar tenkide başlar: "sacchi'nin medya tarafından eleştirilmesine şaşırmadım. milli takıma heyecan verici bir futbol oynatacağına dair söz verdi ama bu sözü tutamadı."

    hırvatistan maçından sonra sacchi, baggio'yu bir daha milli takıma çağırmaz ama italya gidemediği için euro 92'yi göremeyen baggio, euro 96'ya bir şekilde gideceğinden emindir. "we talk to the world's greatest player" kapağıyla çıkan haziran 1995 tarihli fourfourtwo'ya verdiği röportajda ingiltere 96'yla ilgili hayallerinden bahseden baggio, sacchi'yi de eleştirmeyi ihmal etmez. eleştirilerinin nedeninin daha cesur bir milli takım istemesiyle mi ilgili olduğu sorusuna "hayır, onu taraftar ve medya istiyor. ben sadece kazanmak istiyorum." şeklinde cevap verir ama euro 96'ya çağrılmaz.

    http://gss.gs/zKA.jpg

    euro 96 öncesi gazetecilerin baggio'yla ilgili sorularını "baggio milan'da bile oynamakta zorlanıyor ve ben en formdaki oyuncuları seçmekle yükümlüyüm." diye savuşturan sacchi kalkar; emeklilik ikramiyesi babında mls'in yolunu tutan, 94 amerika'dan sonra sadece 3 kez milli takıma davet ettiği, 32 yaşındaki roberto donadoni'yi turnuva kadrosuna alır. baggio'yla birlikte sol kanatta değil de asıl mevkisi olan santrforda oynamak istediğini söyleyen signori de kadroda yoktur. o sezon şampiyonlar ligi'ni kazanan vialli de çağrılmaz ama onun çağrılmama hikayesi ilginç. ta 1992'de bir yemekte vialli, sacchi'nin mendilinin içini parmesanla doldurur. bu şaka sacchi'ye komik gelmemiş olacak ki vialli o günden sonra da bir daha milli takım yüzü göremez. (1994'te sakattır bir de tabii.)

    rusya, almanya ve çek cumhuriyeti'yle aynı gruba düşen sacchi'nin italya'sı gruptan çıkamaz. kadroya aldığı, del piero dışındaki, hücum oyuncuları; casiraghi, zola, ravanelli ve chiesa yokları oynar. turnuvayı, sacchi'nin seksenlerin sonunda futboldan sildiği sammer'i libero olarak oynatan almanya kazanır. futbol birkaç sene içinde değişmiş ve sacchi buna ayak uyduramamıştır. federasyon başkanı matarrese'nin başkanlığı bırakması ve berlusconi'nin aralık 1996'daki çağrısıyla tekrar milan'ın başına geçer.

    beklenileceği gibi sacchi'ye ilk olarak baggio'yla ilgili düşünceleri sorulur. bu soruyu "baggio iyi bir oyuncu." diyerek kestirip atınca gazeteciler tatmin olmaz. bunu gören sacchi sözlerini "ben abartmayı sevmem. baggio da weah, gullit veya van basten gibi iyi bir oyuncu." diyerek sözlerini bitirir ama aklının bir köşesinde punduna getirip baggio'yu takımdan postalamak vardır. zaten gelişiyle baggio'nun halihazırda beğenmediği oyunda kalma süresi iyiden iyiye düşmeye başlar. aslında bunun böyle olacağı en başından bellidir. baggio otobiyografisinde sacchi'nin milan'daki bu ikinci dönemini "...zor zamanlar geçiren kulüp, çareyi geçmişe sığınmakta bulmuştu ama sonucunu herkes gördü, bu çok büyük bir hataydı. soğumuş bir çorbayı tekrar ısıtmaya benziyordu." diye anlatır. baggio gibi sacchi-zede olan bir diğer isim ise savicevic olur. sacchi, bu iki yetenek kumkumasının yerine pres gücü çok daha yüksek olan dugarry-weah ikilisinde ısrarkardır. mottosu "ben solistleri değil orkestraları severim." olan sacchi zihniyetindeki bir hoca için bunda şaşılacak bir şey de yoktur elbet. fakat baggio'nun kızağa çekilmesi milan'ın aldığı sonuçlara müspet bir katkı sağlamaz. juve'nin taze yıldızı zinedine zidane bile bu durumu "baggio'yu yedek kulübesinde görmek, hayatım boyunca anlamlandıramayacağım şeylerden biri." şeklinde eleştirir.

    http://gss.gs/eUD.jpg

    kulübeden seyrettiği bologna maçından sonra "yedekte beklemek hoş bir şey değil, sacchi'yle işler bu sefer daha farklı yürür sanmıştım." diyen baggio, sezon sonunda milan'dan ayrılmayı kafasına koyar. baggio'nun maliyetini karşılayabilecek potansiyeldeki tek takım olan inter'in başkanı moratti, 1995'teki sukutuhayalinden sonra baggio'ya karşı soğuktur. "artık, baggio'nun inter için oynayabileceğini sanmam." diyerek olası bir transferi en baştan veto eder. bu arada milan'daki erime devam etmektedir. san siro'da oynanan juventus maçında ise hem çöküş hem gerilim zirve yapar. maç, juve lehine 3-0'a gelince sacchi, baggio'yu oyuna sokmak ister ama baggio bunu reddeder. sacchi'nin yardımcısı carmignani, zor da olsa baggio'yu ikna eder ama bu değişiklik de milan'ı tarihi hezimetten kurtaramaz: 1-6. bunun üstüne ertesi hafta bir de inter'e 3-1 mağlup olurlar. berlusconi'nin yaptığı sacchi aşısı tutmamıştır. agnelli'nin imtiyaz sahibi olduğu la stampa o sezonu "milan krizde; keskin, acı verici ve derin bir krizde; psikoljik bir krizde, sonuç bazlı bir krizde, kadro olarak krizde... bir zamanların en güçlü savunması şu an eleğe dönmüş vaziyette..." şeklinde özetler. torino merkezli gazetenin hakkı da vardır. sezon sonuna gelindiğinde milan, ancak 11. olur ki seksenlerin başında küme de düşürüldükleri totonero'dan beri elde ettikleri en kötü derecedir bu. sonuçta sacchi'ye de yol gözükür ama baggio'yu sevindirecek bir gelişme yine yaşanmaz. çünkü kurtuluşu bit pazarında aramaya devam eden berlusconi bu defa da capello'yu tekrar takımın başına getirir. o capello ki baggio'nun artık milan'da bir geleceğinin olmadığını söyleyerek ikinci defa milan'ın başına geçen ve "bir yenilenme politikası başlatmak üzereyiz ve roberto gibi 30 yaşına gelmiş yaşlı bir futbolcunun bu düzende kendine yer bulması zor gözüküyor. kendi iyiliği için başka seçenekleri değerlendirse iyi olur." diyerek baggio'yu hiç mi hiç istemediğini baştan belirten capello...

    fransa 98'e artık bir sene kalmıştır ve baggio'nun acilen kendini tekrar bulabileceği bir kulübe gitmesi gerekmektedir. kendisine yurt dışından, özellikle de ingiltere'den ciddi teklifler vardır. bunlar arasında en hevesli ise 1995'te olduğu gibi manchester united'dır. cantona'yı emekli eden ve onun yerine adam arayan ferguson, baggio'yu takımında görmeyi çok ister ama baggio'nun aklında milli takım vardır ve dünya kupası kadrosunda yer alabilmenin en kestirme yolunun italyan bir takımda düzenli olarak oynamaktan geçtiğini düşünür.

    baggio'nun fransa 98'de oynamak için yapamayacağı şey yoktur. çünkü artık 30'unu devirmiştir ve yaşadığı sakatlıklar, futbol hayatının çok uzun sürmeyeceğini göstermektedir. fransa 98, kendisi için son dünya kupası olabilir. azzurri'nin başından sacchi'nin gitmesiyle ve yerine efsanevi cesare maldini'nin getirilmesiyle, kendisine bir gün ışığı da doğmuştur üstelik. milan'da yaşadığı kaos, artık ülke çapında gözden düşmesi ve peru'daki -hayali- bir maden ocağına yaptığı 6 milyon liretlik yatırımın dolandırılması derken berbat şekilde geçmekte olan 1997 yılının ilk altı aylık döneminde baggio'nun yüzü nadiren güler. işte o anlardan biri de dünya kupası eleme grubunda polonya'yla oynanan maçta yıllar sonra formasına kavuştuğu andır. ki o maçta ayakta alkışlanacağı güzel bir de gol atar:

    https://youtube.com/watch?v=ZOSSkGnKXVE

    parmalat'tan aldığı destekle maddiyatı sorun etmeyen parma, baggio'ya taliptir ve inter tarafından veto edilip yurt dışına çıkmayı da kendi istemeyen baggio, bu transferi çok istemektedir. parma'nın sportif direktörü sogliano, tam her şeyi ayarlamışken araya büyük bir engel girer: parma'nın geleceği parlak teknik direktörü; sacchi'nin milan'daki regista'sı, milli takımdaki yardımcısı...

    http://gss.gs/ju2.jpg

    carlo ancelotti. evet, kırkına daha yeni giren ve geçen sezonun scudetto'sunu sadece 2 puanla juve'ye kaptıran parma'nın idealist hocası ancelotti; trequartista'lara karşıdır. hatta o yaz ilk icraati, sisteminde yer açamadığı zola'yı chelsea'ye postalamak olur. baggio'nun takıma geleceğini duyduğunda verdiği ilk tepki ise "eğer bize gelirse oynamakta sıkıntı çeker çünkü bizim ideal forvet ikilimiz chiesa ve crespo'dan oluşuyor." şeklinde olur. aradan yıllar geçer, juventus'ta zidane'ı oynatarak sisteminde yer açtığı trequartista'ların aslında sıkıntı yaratmadığını; milan'ı çalıştırırken -berlusconi'nin de emriyle- rivaldo, pirlo, rui costa ve seedorf dörtlüsünü aynı anda istihdam etmeyi başararak* iyiden iyiye anlar ve 2014 yılına geldiğimizde "geçmişe bakıyorum da tam bir manyakmışım. baggio gibi birisini nasıl reddedebilmişim! o zamanlar, kendimi yeni maceralara atamayacak kadar gençmişim ve gereken cesaretim de yokmuş." şeklinde öz eleştiride bulunur.

    parma transferinin bu şekilde yatmasından bir hafta sonra baggio, kimsenin beklemediği bir şekilde bologna'yla anlaşır. bu transferin arkasındaki isim ise bologna'nın sahibi giuseppe gazzoni frascara'dır. beyefendi kişiliğiyle tanınan gazzoni, bitik bir durumda devraldığı bologna'yı birkaç sezon içinde serie c'den serie a'ya çıkacak seviyeye getirmiştir. bu süreçte en büyük yardımcıları ise sportif direktör oriali ile hocası renzo ulivieri'dir. takımın başına serie b'deyken geçip ilk sezonunda serie a'ya yükseltmeyi başaran ve serie a'daki bu ilk sezonda* da 7. yapan ulivieri'ye ve taraftara bir hediye vermek isteyen gazzoni, roberto baggio'dan daha iyisini düşünemez. ulivieri'nin baggio'yla ilgili verdiği ilk demeç "bu başkanın bir projesi ama baggio takıma katılırsa ona hocalık etmekten memnuniyet duyarım. zor olan iyi oyuncuları yönetmek değil kötü oyuncuları yönetmek..." şeklindedir.

    gazzoni, senelik 3 milyon lirete baggio transferini bitirir. daha birkaç sezon önce serie a'yı bir hayal olarak gören bologna taraftarının, daha birkaç sezon önce dünyanın en iyisi olarak gösterilen baggio'nun transferine reaksiyonu beklenildiği gibi olur: 27.000'den fazla kombineyi anında tüketirler. aynı yaz, bir anma etkinliği için bologna'da olan tony blair, kulüp yetkililerinden oğlu euan için imzalı bir baggio forması rica eder:

    http://gss.gs/W5z.jpg

    yaz kampı baggio açısından çok iyi geçer. 30'unu deviren baggio, kondisyoner de maiti'nin de yardımıyla 20 yaşında bir delikanlının formuna girmiştir. "nihayet üzerimde baskı olmadan tam bir yaz kampı geçiriyorum ve kendimi uzun zamandır yaşamadığım bir şekilde iyi hissediyorum." diyerek yaz kampını özetler. sezonun başlamasına az bir süre kala, baggio görünüşünde de değişikliklere gider: alametifarikası olan at kuyruğunu keser. bu belki de yeniden doğuşunun bir simgesidir. fakat baggio bu söylentiyi reddeder: saçlarımı kesmemin özel bir sebebi yok. sadece biraz sıkılmıştım ve kesmeye karar verdim, der.

    cannavaro ve buffon'la birlikte: http://gss.gs/0Z6.jpg

    yıllardır vialli, ravanelli, schillaci, weah, savicevic gibi dünyaca ünlü forvetlerle top koşturan baggio'nun bologna'daki yeni partnerleri biraz daha mütavazıdır. o artık, kennet anderson ve igor kolyvanov ile bologna hücum hattının üç sacayağından biridir.

    http://gss.gs/jtz.jpg

    ilk maçlarını atalanta'ya, ikinci maçlarını inter'e 4-2 kaybedip ardından gelen üç maçı golsüz bitirince ve dahi bunların üstüne parma'ya da 2-0 kaybedince baggio medya tarafından gereken sorumluluğu almamakla eleştirilir ama juventus ve milan'da duyduklarının yanında devede kulaktır bunlar. o sıralar hemen her takımın bir süper stara sahip olduğu serie a'da, bologna vasati bir takımdır ve baskı da o ölçüdedir. derken yedinci maçta, evlerinde napoli'yi konuk ettikleri maçta şeytanın bacağını kırarlar ve maçı 5-1 alırlar. hat-trick çeken baggio, ayakta alkışlanır. lig ilerledikçe baggio'nun golleri de gelmeye devam eder. bunda iki önemli etmen vardır. birincisi üzerindeki baskının eskiye nazaran oldukça azalmış olması, ikincisiyse kennet anderson'dur. iseveçli dev santrfor; hava toplarını indiriyor, duvar oluyor, top tutuyor kısacası baggio'ya ihtiyaç duyduğu alanı açıyordur.

    işler rayına girmiş gibi görünürken baggio ve ulivieri arasında büyük bir tartışma yaşanır. 18 ocak 1998 pazar günü oynanacak maça canını dişine takarak çalışan ve juventus'a karşı diş bileyen baggio'ya, cumartesi akşamı yapılacak son idmandan önce ulivieri tarafından maçta yedek oturacağı bildirilir. yaşanan şiddetli tartışmanın ardından baggio antrenmanı ve tesisleri terk ederek evinin yolunu tutar. hatta ertesi gün juventus'a 3-1 kaybedilen bu maçı izlemeye bile gelmez. maçtan sonra baggio'yla ilgili sorulan sorulara sadece "o iyi biri ve yetenekli bir futbolcu." şeklinde cevap veren ulivieri aslında bu olaya oldukça içerlemiştir ve istifa etmeyi bile düşünür. araya giren başkan gazzoni ve sportif direktör oriali'nin ısrarlarıyla ikilinin arası bulunur.

    yaklaşan dünya kupasının da etkisiyle vitesi iyiden iyiye arttıran baggio'nun sezon sonuna doğru iki hedef maçı vardır. ilki kendi evlerinde oynayacakları milan maçıdır. kendisini adeta kapı dışarı eden milan'a ve capello'ya neyi kaçırdıklarını göstermek için bu maç biçilmiş bir kaftandır. o da ayağına kadar gelen bu fırsatı tepmez ve 3-0 biten maçta 2 gol kendisinden gelir. meşhur gol sevincini de yine bu maçta yapar:

    https://youtube.com/watch?v=ab6mwccGLik
    http://gss.gs/ZPl.jpg

    kendisi için ikinci hedef maç ise deplasmandaki juventus maçıdır. davids'li, zidane'lı, del piero'lu eski takımına karşı bu defa ilk 11'de çıkan baggio'nun gol de attığı maçı juve 3-2 kazanır ama maçtan çok baggio'nun attığı golden sonra delle alpi tribünlerine yaptığı "duyamıyorum" hareketi konuşulur.

    https://youtube.com/watch?v=pOX_Ph0G3u0

    o sezon baggio 22 golle kariyer rekoru kırar. (bu performansından sonra en çok ancelotti dizlerini döver. birkaç sene önce "bir hatam yüzünden o sezon 22 golden oldum." demişti.) gol krallığı yarışında udinese'de top koşturan 27 gollü bierhoff'un ve 25 gol atmayı başaran inter'li ronaldo'nun ardından üçüncü olur. kendisinin hemen arkasındaysa 21 gollü del piero'yla batistuta vardır. bologna ise ligi 8. bitirip intertoto'ya kalmaya hak kazanır.

    bu performansın ardından baggio en büyük hedefine, fransa 98'de oynamaya yaklaşmıştır ama halen tereddüt içindedir. fransa 98'den beklentileri sorulduğunda "bir beklentim olması için önce milli takıma davet edilmeliyim." diyerek bunun altını çizer. milli takıma çağrıldığında takıma ne katabileceği sorulduğundaysa "bunu cevaplamak kolay değil ama 4 sene önceki brezilya yenilgisi halen aklımda ve bu bana başka bir motivasyon katıyor. o günü bir türlü unutamıyorum. zorlu bir tırmanışın ardından zirveye birkaç adım kala bir çığa kapılıp gitmek gibiydi... lakin ben yine de hayallerimden vazgeçmedim ve kaderimin bu olmadığını göstermek istiyorum. sırf bunun için italya'yı terk etmedim. istesem daha kolay bir lige gider ve yeteneklerimi daha rahat sergilerdim ama burada kalmak ve zorlukla yüzleşmek istedim. 2002'de 35 yaşında olacağım ve bu yüzden fransa 98 benim son şansım. bir daha böyle bir fırsatımın olacağını sanmıyorum." der.

    cesare maldini'nin baggio'yu fransa'ya götürmeye gönlü yoktur ama üzerinde de inanılmaz bir baskı vardır. platini ve pele, baggio'nun fransa'da olması gerektiğini söylerler. bir finans gazetesi olan sole 24 de dahil olmak üzere bütün gazeteler baggio'nun milli takıma seçilmesi için bir kampanya başlatırlar. başbakan romano prodi bile "baggio ve del piero aynı anda oynamalılar ama nasıl kullanılacakları hocaya kalmış." diyerek maldini'ye selam çakar. maldini'nin forvet seçiminde del piero, zola, inzaghi, vieri ve totti'den oluşan geniş bir açık büfesi varken baggio'ya ihtiyacı var mıdır? baggio, bologna'ya transfer olmadan önce bunca yıldızı nasıl ekarte edip de dünya kupasına katılabileceği sorulduğunda "son üç sezonum boşa geçmiş olabilir ama faal futbolcular arasında italya için en fazla gol atan benim. ayrıca unutmayın ki futbolun hafızası kısadır." demiştir ve dediği gibi bologna'daki şaşaalı performansı kötü geçen o üç sezonun üzerine sünger çekmiştir. ballon d'or'a, fifa yılın futbolcusu ödülüne, serie a'da yılın futbolcusu titrine ve yılın italyan futbolcusu ödülüne adaylık koyabilecek kadar iyi oynadığı bu sezonun ardından ve inanılmaz bir baskının da yardımıyla cesare maldini, baggio'yu fransa 98'e çağırır.

    http://gss.gs/aJh.jpg

    şili, kamerun ve avusturya ile b grubunda yer alan azzurri'nin 22 kişilik kadrosunda yer almayı başarsa da baggio'nun işi zordur çünkü rakibi, kariyerinin zirvesindeki del piero'dur. bu arada baggio, 1994'ten sonraki makus yıllarında milli takımdaki formasını del piero'ya sadece mecazi olarak kaptırmamıştır. 10 numara, artık del piero'nundur. baggio da 1990'da olduğu gibi 18 numarayı alır.

    http://gss.gs/Qvb.jpg

    real madrid'le oynayan şampiyonlar ligi finalinde sakatlanan del piero'nun sakatlığının tamamen geçmemesiyle şili'yle oynanacak ilk maça ilk 11'de çıkar baggio. hatta salas'lı, zamorano'lu şili'ye karşı vieri'nin attığı italya'nın ilk golünün asistini de yapar ama salas'ın attığı gollerle takımı 2-1 geriye düşer. maçın bitmesine 5 dakika kala baggio'nun yarattığı bir pozisyonda italya penaltı kazanır. topun başına baggio geçer. o da dahil herkesin aklında dört yıl önce pasadena'da kaçırdığı penaltı vardır. chiesa, cesaretlendirmek için yanına gidip bir şeyler söylemek ister ama dino baggio bunu engeller. çünkü baggio bu meseleyi başkalarının teşvikiyle değil kendi içinde halletmelidir. maç sonunda o an aklından geçenlerin "son gücünle vur, son gücünle vur, bu sefer gol olacak!" olduğunu söyleyen baggio istediği şekilde sert bir vuruşla topu kalecinin sağına yollar.

    https://youtube.com/watch?v=XgyMvEll_kY

    penaltıyı atarken aklına 94'te kaçırdığı penaltının gelip gelmediği sorulduğunda "elbette... kaçınılmaz olarak geldi. öte yandan golü atmam gerektiğini de biliyordum yoksa kendimi bir çukura atıp oradan asla çıkmamam gerekirdi." şeklinde cevabını verir. kitabında bu penaltıyı anarken "1994'ün hayaletini bu penaltıyla öldürmüştüm..." der. 2001'de rol aldığı ve 94'te kaçan penaltıyla şili'ye karşı attığı bu penaltının dramatize edildiği bir johnnie walker reklamındaki anlatım ise muazzamdır: "1994'te bir hata yaptım... ve ülkem kaybetti. o penaltıyı dört yıl boyunca her gün kaçırdım. dört yıl sonraysa başka bir penaltı atmayı seçtim. o an beni seyreden kaç kişi bana inandı asla bilemeyeceğim... önemli olan benim inanmış olmamdı." (reklam biter ve "keep walking" yazısı belirir.)

    https://youtube.com/watch?v=gTCCqqb6mSQ

    kamerun'la oynanan ikinci maça dört yıl önceki hatasının kefaretini ödemiş olmanın rahatlığıyla çıkan ilahi at kuruğu, luigi di biagio'nun attığı kafa golünün asistini yapar ama ikinci yarıda minik bir sakatlık geçirip yerini halefine, del piero'ya bırakır. avusturya'yla oynanan grubun son maçındaysa maldini, del piero'yu ilk 11'de çıkarır. maçın bitmesine yirmi dakika kala seyircilerin "baggio" tezahüratı tutmasıyla del piero'nun yerine oyuna alınır. 90. dakikada takımının 2. golünü atar ki bu gol onun rossi'ye ait dünya kupalarında en fazla gol atan italyan rekorunu egale etmesini sağlar (9). del piero'nun tamamen iyileşmesiyle grup sonrası eşleştikleri norveç'e karşı forma giyemez ve maçı yedek kulübesinde tamamlar. çeyrek finaldeki fransa maçında yine aynısı olur. del piero, sakatlığın etkisini tam olarak atamamasından mı bilinmez oyunda kaldığı müddetçe etkisizdir ve formunun zirvesindeki baggio yedektedir. (maldini bu yüzden yerden yere vurulacaktır.) 0-0 biten maçın ancak uzatmalarında oyuna alınır baggio ve italya adına maçtaki en iyi şansı, altın gol atma fırsatını da yakalar aslında.

    https://youtube.com/watch?v=QNCYWnge9Rc

    maç penaltıya gider. bu defa ilk penaltıyı atan baggio'nun vuruşu gol olur ama lizerazu'ya karşılık hem albertini hem de di biagio penaltı kaçırınca tur atlayan taraf 4-3'le fransa olur. böylelikle baggio en çok istediği şey olan dünya kupasına yine kavuşamaz. paralel evrenlerden birinde maldini maça baggio'yla başlayıp tur atlıyor, finale kadar ulaşıp dört sene öncesindeki gibi yine brezilya'yla karşılaşıyor mudur acaba? fransa 98'den önce "evinin arka bahçesinde top oynayan her çocuğun hayali bir gün finalde brezilya'yla oynayıp dünya kupasını kazanmaktır, ben bu hayale yaklaşmıştım ama ellerimden kayıp gitti..." diyen baggio'ya göre vardır elbet ama o evren, bu evren değildir maalesef. bu arada lippi'ye ve maldini'ye rağmen baggio ve del piero birbirlerine asla kin gütmezler ve arkadaşlıkları hala devam etmektedir. baggio, del piero'yu "o bir fenomen!" olarak taltif ederken del piero, oynadığı en iyi futbolcuları "zidane ve baggio" olarak gösterir.

    turnuva dönüşü baggio'yu çetin bir transfer süreci beklemektedir. bologna -aslında başkan gazzoni- baggio'nun takımda kalmasını çok ister. baggio'yu bologna'ya getirirken onunla üç yıllık bir mukavele imzalamıştır ama baggio ayılmak istediğinde zorluk çıkarılmayacağına dair bir madde de koydurtmuştur bu anlaşmaya. bologna'daki parlak sezon ve dünya kupasındaki oyunuyla halen ne kadar kıymetli bir futbolcu olduğunu dünya aleme tekrar kanıtlamıştır. kendisini arsenal ve inter çok ister. gazzoni durumu "maalesef ki baggio'nun bizden ayrılma ihtimali yüzde 99. arsenal ve inter, ona bizim sunamayacağımız bir şey teklif ediyor: şampiyonlar ligi, intertoto kupasından daha muteber bir şey. ama vazgeçmiş değiliz. onu kesinlikle bırakmak istemiyoruz. gel gör ki arsenal 18 milyon liret (6 milyon sterlin) maaş öneriyor ki bizim bununla yarışmamız mümkün değil."

    nihayetinde baggio yurt dışına yine çıkmaz ve çocukluk aşkı inter'e imza atar. inter tarafından 1989'da, 1990'da, 1993'te, 1995'te de istenmiştir ama her seferinde bir engel çıkmış ve nerazzurri'ye gidememiştir. hatta inter, bologna'daki performansını görüp devre arasında da sulanmıştır baggio'ya ama "25.000 bologna taraftarını yüzüstü bırakamam..." diyerek bu teklifi de reddetmiş ama sonunda yaklaşık 5 milyon liret karşılığında inter'e yar olmuştur. moratti'ye göre bu transfer "5 senelik bir gecikmeyle" gerçekleşmiştir. (bologna'ya gelince gazzoni, baggio'nun takımdan ayrılmasından ulivieri'yi sorumlu tutup affetmezken ulivieri ise baggio'nun kendisine sorulmadan transferini ve yaşadıkları sıkıntıda yönetimin baggio'ya gereken cezayı vermemesini hiç unutmamış; gelen kötü sonuçlardan sonra ulivieri kovulmuş, oriali sportif direktörlükten ayrılmış, en sonunda da gazzoni kulübü satmıştır.)

    gittiği inter'in hücum hattında halihazırda fenomen ronaldo, zamorano ve djorkaeff vardır. bu arada pek bilinmez ama zamorano'nun şu meşhur "1+8" formasının ardında da baggio yatar. şöyle ki ronaldo 97-98 sezonunda 10 numarayı giyerken zamorano 9 numarayı almıştır. baggio transferinden sonra kulübe ve ronaldo'ya 10 numarayı giymek istediğini belirtir. ronaldo ve nike ise buna dünden razıdır. böylece baggio 10 numarayı, ronaldo 9 numarayı alır. zamorano ise hem protest hem de yaratıcı bir çözümle "1+8"i icat eder.

    http://gss.gs/04T.jpg
    http://gss.gs/Wp3.jpg

    yeni sezona bir önceki sezon kazanılan uefa kupasının forsu ve belki de tarihin en tartışmalı şekilde kaybedilen şampiyonluklarından birinin burukluğuyla giren inter; yine ve yeniden kaotik bir sezona merhaba der. moratti, hemen her zaman olduğu gibi takımı yıldızlarla donatmıştır ama sabırsızlığının kurbanı olacaktır. bir önceki sezon takıma uefa kupasını kazandırtan gigi simoni, ileri üçlüyü ronaldo, zamorano ve baggio'dan kurar. sezon öncesi ortaya atılan "djorkaeff-baggio beraber oynar mı?" sorusunu da djorkaeff'i orta sahaya çekerek çözer. ne var ki hücumdaki bu bolluğa nazaran savunma hattında eksikler vardır. üstüne bir de ronaldo'yla baggio'nun sakatlıkları eklenir. hatta baggio'yu bazı maçlarda sakat olmamasına rağmen hazır görmediği için oynatmaz ki bir şehir efsanesine göre moratti, onu bu yüzden kovar. simoni döneminde baggio'nun en unutulmaz perfomansı muhakkak ki real'e 2 gol attığı (ve attığı ikinci golü kendisini çok seven moratti'ye adadığı) şampiyonlar ligi grup maçında gerçekleşir.

    https://youtube.com/watch?v=h0TVlazs0bk

    simoni'nin kovulmasıyla yerine lucescu gelir. ronaldo'nun sakatlanmasıyla ileri üçlüyü zamorano, djorkaeff ve bunların arkasına koyduğu baggio'dan oluşturan lucescu, görevine fena başlamasa da fena şekilde bitirir. üst üste 10 maç galibiyet alamaz ve o da kovulur. bu dönemde de baggio'nun en akılda kalıcı performansı 4-1 biten roma maçındadır. inter'in 60. dakikaya kadar 1-0 geride götürdüğü maçın seyri, baggio'nun oyuna girmesiyle bir anda değişir. henüz orta yaşlı bir lucescu, fosur fosur tüttüren zeman, kariyerlerinin başındaki totti ve zanetti, baggio'nun golünün asistini yapan gencecik bir pirlo... ama elbette baggio:

    https://youtube.com/watch?v=9U8e-3ZbrdQ

    lucescu sonrası takımı birkaç maçlığına kulübün meşhur kaleci antrenörü luciano castellini idare eder. akabinde takımı 96/97 sezonunda da çalıştıran roy hodgson göreve getirilir fakat o da sadece 6 maç görevde kalır ve sezon sona erer. baggio toplamda 10 gol 10 asist yaparak tamamlar bu sezonu ki asistlerden üç tanesi tek bir maçta, hodgson'un kısacık süren ikinci inter döneminde aldığı iki galibiyetten biri olan efsanevi 5-4'lük roma maçında gelir:

    https://www.youtube.com/watch?v=8tzmRLwZLBw

    1999-2000 sezonuna girilirken moratti ilginç bir hamle yapar. baggio sonrası juventus'u üç kez şampiyonlar ligi finaline çıkaran lippi'yle anlaşır. ilginç dememin sebebiyse baggio'yu juventus'tan süren kişinin lippi olduğunu bile bile bu hamleyi yapmasıdır ki ileride muhtemelen bu yaptığına pişman da olacaktır. baggio'nun bu seçime ilk tepkisi takımdan ayrılmayı kafaya koymak olur. bu sefer yurt dışı dahi olsa önüne gelen fırsatı değerlendirecektir. yurt dışından da iyi bir teklif vardır kendisine üstelik. o sezon uefa kupasını kazanacak galatasaray, baggio'yla her konuda anlaşır. istanbul'a uçak bileti bile hazırken yolculuktan önceki gece yakın arkadaşları tarafından italya'dan ayrılmama konusunda ikna edilir. arkadaşlarının "kalıp lippi'yle savaşmalısın!" sözleri, kendi deyimiyle "son derece inatçı" baggio'yu etkiler ve biz fanilerin baggio-hagi ortaklığını izleme fırsatı böylelikle yatmış olur.

    kariyeri boyunca baggio tam 18 hocayla çalışmış ve çoğuyla da problem yaşamıştır. juve'deki ilk hocası maifredi, ileride brescia'da baba-oğul gibi takılacağı mazzone ve fiorentina'daki patlamasında büyük pay sahibi olan eriksson sevdiği saydığı hocalardır. öte yandan 90 dünya kupası yarı finalinde kendisini yedekte bekleten vicini; juve'de kariyerinin zirvesindeyken takıştığı ve ona "baggio burada mutlu değilse takımdan ayrılabilir." diyerek kapıyı gösteren, bununla yetinmeyip 2004'te asıl darbeyi vuracak olan trapattoni; pek tabii sacchi; ona verdiği sözü tutamayan tabarez; onu milan'dan süren capello; bologna'da büyük kriz yaşadığı ulivieri; fransa 98'de formsuz bir del piero'da ısrar eden maldini; inter'de kendisini zaman zaman yedek oturtan ve belki bu yüzden ömrünü kısaltan simoni; euro 2000 öncesi takışacağı zoff... diye giden kabarık bir "anlaşamadığı hocalar" listesi de yok değil. yalnız şu da var ki bunların çoğuyla sonradan bir orta yolu bulmuştur. mesela sacchi'yle arasında geçen onca şeye rağmen beraber reklam filmi çekmişlerdir. 500.000 satan kitabında "kaybedilen finalden sonra* sacchi'nin bana olan tutumu değişmişti. henüz 27 yaşındaydım ama beni milli takıma gitgide daha az çağırmaya başlamıştı. bu kararının teknik sebeplerden olduğunu düşünmek isterdim ama tamamen kişisel gibiydi..." diye yazmıştır (ki bu süreci yazının başında anlatmıştım.) ama devamında "onunla en son como'daki reklam çekiminde görüştük ve samimi bir şekilde kucaklaştık. çekimler sırasında her mola verildiğinde yanıma gelip bana verdiği kararların açıklamasını yapıyordu. iki futbol topunun üzerine oturmuş konuşuyorduk. hatta finali yeniden oynadık ama bu sefer kupayı biz kazanıyorduk..." diyerek aradaki husumetin yok olduğunu bildirmiştir. yine kitabında inter'deki ilk hocası simoni'den müspet ifadelerle bahseder. simoni de verdiği bir röportajda "eğer baggio'yu oynatmayacaksam ona bunun izahatini yapardım. zaten son derece açık bir düsturum vardı: iyi bir baggio oynar!" demiştir.

    lippi'yle olan problemi ise bambaşka bir boyuttadır. daha doğrusu bambaşka bir boyuta taşınacaktır çünkü baggio, juventus'tayken de lippi'yle sorunlar yaşamıştır ama sakatlıklar, del piero, yeni yönetimin mali politikaları derken takımdan ayrılmasının esas sorumlusu olarak lippi'yi tutmamıştır ama bu defa işlerin daha da kötüye gideceğini az çok tahmin eder. lippi'nin ilk icraatleri de bir şeylerin yaklaşmakta olduğunun göstergesidir aslında. baggio'nun iyi anlaştığı hatta ucundan bucağından budizm'i de aşıladığı kaleci frey kiralık gönderilir. lippi gelmeden olacakları gören bir diğer isim djorkaeff ise moratti'ye giderek "başkan, ben bir juventus'lu ile çalışamam. takımdan ayrılmak istiyorum." der ve serie a'dan teklifler olmasına rağmen inter'e olan saygısından eintracht frankfurt'a transfer olur. lippi'nin baggio'yu ideal 11'de görmediğinin resmi ise juve'deyken hiç istememesine rağmen moggi tarafından atletico madrid'e satılan vieri'nin alınmasını talep etmesi olur. rekor bir meblağa getirilen vieri'den ve kiralıktan dönen recoba'dan sonra eldeki zamorano ve ronaldo'yu da sayarsak hücum rotasyonu epey bir şişer.

    ikili, sezon öncesi bir görüşme yaparlar. lippi, baggio'ya ileri ikiliyi vieri-ronaldo'dan kuracağını baggio'ya ise trequartista olarak görev vereceğini, tek rakibinin recoba olacağını bildirir. baggio bu görüşmede geçenleri "ondan bana ayrıcalık yapmasını değil diğerlerini verdiği şansı bana da vermesini istemiştim. oynamak ve ilk 11 oyuncusu olmak istiyordum." diye anlatır.

    inter'deki başarısızlığın soyunma odası kaynaklı olduğuna yönelik bir tevatür vardır o dönemde. baggio'ya göre lippi bu konuda, ondan yardım ister. baggio'dan soyunma odasında olup bitenleri ve arkasından konuşulanları kendisine iletmesini talep eder. baggio'nun cevabı ise "benden her şeyi iste ama isim vermemi isteme." şeklinde olur. lippi hararetli bir şekilde ondan ajan olmasını istemediğini, kendini yanlış anladığını savunur ama -yine baggio'ya göre- lippi o an bir savaş ilan etmiştir. burada lippi'nin bu konudaki görüşlerini de vermek gerek elbette. kitaptaki bu pasajın ardından lippi "kariyerim boyunca muhteşem oyuncularla çalıştım ve onlardan takım kontrolünde yardım aldım çünkü onlar gianluca vialli, angelo peruzzi, ciro ferrara, didier deschamps, laurent blanc, christian vieri güvenilir ve karizmatik liderlerdi... baggio'ya gelince ondan asla böyle bir talepte bulunmadım zira onu hiçbir zaman bu saydığım oyuncular gibi saygın birisi olarak görmedim ve görmüyorum da..." açıklamasıyla baggio'nun iddialarını külliyen reddeder.

    arada geçen şey neydi bilinmez ama bir savaş başladığı doğrudur. yaz kampı sırasında yapılan bir maçta baggio, ceza sahasında boş bekleyen vieri'ye yaklaşık 40 metreden harika bir asist yapar. vieri ve baggio'nun yakınındaki panucci bu asisti alkışlayınca lippi öfkelenerek "vieri, panucci ne bok yediğinizi sanıyorsunuz siz? burada birbirimizi kutlamak için değil çalışmak için bulunuyoruz. kimse kimseyi alkışlamayacak ve bu bay baggio için de geçerli!" diye kükrer. baggio şaşkındır. "bunu inanılmaz bir kinle söylemişti ve kesinlikle sınırı aşmıştı." diye anlatır bu olayı.

    çok da şaşırtıcı olmayan bir şekilde baggio, yeni sezona ya yedek kulübesinde ya da tribünlerde oturarak başlar. lippi'nin onu oynatmamaktaki argümanı "yeterince fit değil." şeklindedir. hatta bir seferinde, baggio'nun medyaya oynayamamaktan yakınmasına çıldırarak antrenman esnasında baggio da dahil tüm takımı etrafına toplar ve baggio'yu eleştirir, onu artık iyi bir oyuncu olmamakla itham eder. takıma o sezon transfer olan genç ivan cordoba ise bu fikre katılmamaktadır. medyaya "baggio neden oynamıyor anlayamıyorum halbuki antrenmanlarda hep çok iyi." açıklamasını yapar.

    "inter'deki durumum açıktı. mutu ve bunu küçümseme amaçlı söylemiyorum ama şu an üçüncü ligde oynamakta bile zorlanan nello russo da dahil herkesin yedeğiydim. ancak bir salgın takımı vursaydı oynayabilirdim herhalde." diyen baggio'nun sezonun ilk yarısı bittiğinde aldığı toplam süre miktarı 200 dakikayı biraz geçmektedir. hem de ronaldo kasım sonunda dizlerini parçalamışken...

    lippi'nin baggio'ya karşı belki mobbing yapmak istemesinden belki de sadece idealistliğinden kaynaklanan başka yaptırımları da olur. appiano gentile'deki inter tesislerinde yemek yemek için kafeteryaya giden baggio, salatasına biraz pepperoni ister ama görevli bunu yapamayacağını, sağlık heyetiyle görüşmesi gerektiğini belirtir. baggio, doktor volpi'yle görüşür. doktor, baggio'nun lippi'den izin almadan artık istediği her şeyi yiyemeyeceğini söyler. baggio bu durumu askeri bir kampta yaşamaya benzetir.

    devre arasında lippi'nin "satılsın" raporuna ve arsenal, liverpool, tottenham, glasgow gibi takımların tekliflerine rağmen yaklaşan euro 2000'e katılma arzusuyla bunların hepsini reddeder baggio. ayrıca lippi'yle olan izzetinefis mücadelesinden kolayca vazgeçecek fıtratta da değildir.

    23 ocak 2000 tarihinde inter, verona deplasmanına gider. ronaldo ve zamorano sakat, vieri ise cezalıdır ama lippi, forvet hattını recoba'yla ocak'ta bükreş'ten alınan genç mutu'dan kurar. lakin işler istediği gibi gitmez. takımı ilk yarıyı 1-0 yenik kapatmış üstelik genç ve gelecek vadeden prandelli'nin çalıştırdığı verona'ya da oyun olarak karşılık verememiştir. ikinci yarıya eli mahkum bir şekilde zanetti-baggio değişikliğini yaparak başlar. henüz 47. dakikada baggio'nun geliştirdiği bir atakta recoba beraberlik golünü atar. 74. dakikadaysa baggio sahneye çıkar ve 1999-2000 sezonundaki ilk golünü kaydeder. golden sonra bir hışımla reklam panosunu tekmeler. lippi ise belli etmemeye çalışsa da mutludur çünkü juventus, lazio ve roma'yla çekiştikleri o sezonda her puan çok kıymetlidir. maç sonunda baggio "fiziksel sebeplerden ötürü oynayamadığımın söylenmesi beni rahatsız ediyor. bu, bir yalanı doğru göstermek için seçilmiş korkakça bir yol." açıklamasını yaparak lippi'ye gereken göndermeyi yapar. ne olursa olsun baggio tekrar gündemdedir. ertesi günkü la gazzetta dello sport manşeti "baggio bir masal gibi" şeklinde olur.

    https://youtube.com/watch?v=06_2boim-VQ

    bu performansından sonra lippi, verona'dan sonraki roma maçında da oynatmak zorunda kalır baggio'yu. ilahi at kuyruğu bu fırsatı da tepmez. önce vieri'nin attığı golün asistini yapar sonra da galibiyet golünü atar ve maçı 2-1 kazanırlar. yalnız hem attığı gol hem de o buz karakterli lippi'yi zıp zıp zıplatması görülmeye değerdir.

    https://youtube.com/watch?v=pkhvDrkxwmo

    sezon sonuna doğru inter şampiyonluk yarışından kopmuş, üstüne üstlük ronaldo'yu lazio'yla oynanan kupa finalinde aylar sürecek bir sakatlığa tekrar kurban vermiştir. ronaldo'yla aynı şekilde vieri de sakattır hatta bu sakatlığından dalayı euro 2000'e de katılamayacaktır. parma'yla oynanacak ve şampiyonlar ligine gidecek 4. takımı belirleyecek olan play-out maçında lippi yine baggio'ya bel bağlamak zorunda kalacaktır. maçtan önce moratti, baggio'yla bir görüşme yapar. hayranı olduğu 10 numaraya sözleşme uzatmasını dikte eder ama baggio, lippi takımın başında kaldığı müddetçe böyle bir şeyin mümkün olmayacağını belirtir. moratti ise eğer parma maçı kaybedilirse lippi'yi yollayacağını söyler.

    lippi maça vieri-baggio ikilisiyle çıkar ama vieri'nin sakatlığı nükseder ve maçın başında oyundan alınır. inter, 36. dakikada thuram'ın yaptığı bir faulle çaprazdan bir frikik kazanır. topun başına baggio geçer ve müthiş bir gol atar. 70. dakikada parma, stanic'le beraberliği yakalar. dakikalar azalırken 84. dakikada baggio muhteşem bir voleyle* genç buffon'u avlayarak takımını yine öne geçirir. son gol ise zamorano'dan gelir ve maç 3-1 biter. inter'i şampiyonlar ligine taşıyan baggio, ayakta alkışlanmakta ve etrafı gazeteciler tarafından sarılmaktadır. o ise bu galibiyetin ve profesyonelliğinin lippi'nin koltuğunu kurtarırken kendi için bir ayrılık anlamına geldiğinin farkındadır.

    https://youtube.com/watch?v=r_KAck-o6zw

    soyunma odasında arkadaşları tarafından tebrik edilen baggio'nun yanına aynı şeyi yapmak için lippi de gelir ama baggio onu umursamaz bile. artık her şey bitmiş, baggio bu savaşı kazanamadıysa da kaybetmemiştir. yine kitaptan bir alıntı yapalım: "lippi bana bir savaş ilan etmişti. bir dakika bile duraksamayan, hiçbir makul sebebi olmayan, anlaşılabilir bir mantıktan uzak bir savaş... oynamadığımda bile insanlar benden bahsediyordu ve ne kadar uğraşsa da insanlar onu sevmiyordu. işte lippi bunu kabul edemiyordu. o, beni yok etmek, mahvetmek istedi ama başaramadı."

    ertesi gün la gazzetta dello sport, meşhur puanlamasında baggio'ya 10 tam puan verir ki bunu tarihinde ikinci kere yapmaktadır*. ilk verdiği tam 10 puanın sahibi kaleci alessio scarpi'dir. alma sebebiyse 1998'de oynanan cagliari-udinese maçında kalp krizi geçiren takım arkadaşı gianluca grassadonia'nın hayatını kurtarmasıdır.

    https://youtube.com/watch?v=-8J01NeC95w

    (baggio gittikten sonra lippi'nin inter'deki günleri de uzun sürmez. süper kupa maçını lazio'ya 4-3 yenilip eleme maçında helsingborgs' takılarak şampiyonlar ligine katılamayınca ve de bunların üstüne ligin açılış maçında reggina deplasmanında 2-1 kaybedince moratti tarafından kovulur.)

    bu maceradan sonra lippi-baggio ikilisi çok nadiren bir araya gelmişlerdir. bunlardan biri part 1'de anlattığım stefano borgonovo'nun hayatını anlatan bir kitabın tanıtımıyla 2011'de italyan futbol federasyonu tarafından düzenlenen bir törende sacchi, galliani, collina ve platini'yle birlikte ödül aldıkları gecede gerçekleşir.

    http://gss.gs/Zjt.jpg
    http://gss.gs/8cC.jpg

    2011'de verdiği bir röportajda baggio'ya, teknik direktörlerle neden bu kadar çok sıkıntı yaşadığı sorulduğunda "onların beni neden görmezden geldiklerini sık sık düşünüyorum ama gerçek bir cevap bulamıyorum. belki de beni biraz kıskanıyorlardı çünkü rakip taraftarlar da dahil olmak üzere beni herkes severdi. yoksa şovu ben çalıyordum da onlar, asıl kahramanın kendileri olduğunu iddia edemiyorlar mıydı? modern futbol hocalar tarafından oldukça fazla şekilde domine ediliyor. kendini beğenmişlikleri, onları takımın ve oyuncularının önüne koyuyor." cevabını verir. azzurri'nin ve juventus'un eski oyuncularından alessandro altobelli'ye göreyse problem baggio'da değil hocalardaydı. hiçbirinin, onun yeteneğindeki birini yönetecek kapasitesi yoktu.

    baggio'nun hocalarla olan bu husumetleri reklamlara da konu olmuştur. bir playstation 2 reklamında yalan makinesine bağlanmış bir baggio kendisine sorulan sorulara cevap vermektedir. diyalog şu şekildedir:

    -bay baggio, bir yalancı mısınız?
    -hayır.
    -daha ünlü biri olmak ister miydiniz?
    -hayır.
    -futbol oynamaya geri dönme gibi bir planınız var mı?
    -hayır.
    -hiç nefret ettiğiniz bir teknik direktör var mı?
    -hayır. (burada makinenin bir parçası olan ve yalan esnasında oynayan top hafif kıpırdar.)
    -onlardan (sacchi, lippi, capello vs.) intikam almak ister miydiniz?
    -hayır. (top deli gibi sekmektedir.)

    https://youtube.com/watch?v=jQVmf2yr6-c

    `[karakter sınırı]`
App Store'dan indirin Google Play'den alın