resim
Ömer Çatkıç
Görev:Yardımcı Antrenör
Takım:-
Yaş:50
Uyruk:Türkiye
  • 202
    http://www.youtube.com/...&feature=related

    bu linki gordugum icin ben gercekten uzgunum, ancak senin icin değil tabii ki. bir anne icin.

    keske sen de biraz uzulsen, bu besteyi duydugunda ar, utanma, haya duygun ağır bassa da, o hareketleri yapmasan.

    ben de sana burda cok seyler söylemek istiyorum fakat kaptanımın dediği gibi;

    "koskoca adam, ben daha ne diyim ki?"
  • 205
    kendini savunan galatasaraylı var bu sözlükte. maalesef çok acı. senelerdir maç kaçırmadan ali sami yen'e giderim (u: hatta bu uğurda eşime zamanında nişanlıykenki tek şart olarak sunmuştum bu durumu) şimdiye kadar klasik anne nasihati ve eş uyarması dışında evden çıkarken duyduğum tek ekstra söz babamdan "aman oğlum kalede o pis kel var tahriklere kapılıp da sahaya girme"'dir. zamanında nasıl bir kuyruk acısı varsa her maçta pislik yapıp berabere kaldıkları ya da yendikleri maç sonralarında tribünlere oynar. bir tane adam akıllı tepki gösteren çıksa ve "maç sonu ..... kalecisi ömer çatkıç her zamanki şekilde taraftarlarımızı tahrik etmiştir, futbolcuya yakışmayan hareketler sergilemiştir. türk hakemlerini uyarıyoruz." dese adamı ilah sayacam.

    tanımsa tanım : ulu önder mustafa kemal atatürk'ün tariflemediği sporcu.
  • 206
    burak yılmaza atılan kartopunun hiç bir mazereti ve açıklaması yoktu onu atan futbol seyircisi olamaz ve çok da kızmıştım atana ancak ömer e atılanınki farklı o soğukta titreyerek takımını desteklemeye çalışan binlerce insanla egosunu tatmin etmek için aklısıra dalga geçmeye çalışan spor ahlakından uzak bir kişiye dua edin de sadece bir tane kartopu gelmiş... tekrar söylüyorum atanın ellerine sağlık herkes haddini bilmeli, siyasetçilere ayakkabı yada pasta fırlatanları da gördük ve hepsi de hakettikleri içindi o insanlar ona layık, tribündeki vefalı galatasaray taraftarı ömer in terbiyesizliğini, saçmalıklarını izlemeye gelmedi herhalde.
  • 207
    önceki yıllarda evimizde oynamış olduğumuz bir antalya maçında da ellerini iki yana açıp kendi ekseni etrafında dönmüştü, lig tv'de bu muhteşem estetik sahneyi uzun süre jeneriklerinde kullanmıştı. bok var ya amk ay ne hoş bir görüntü. hatta kollarını bağlayıp dikilmişti tribünlerin önünde de kırmızı kart görmüştü sanırım. iki elini yana açıp kendi ekseni etrafında dönüyor, bir yandan da gözlerini kapatıp kafasını yukarı aşağı sallıyor ritm tutar gibi, araştırdım 38 yaşındaymış ömer, şu yaptığı şebeklikleri mahalle maçında top oynayan 8-9 yaşındaki çocuklar yapmıyor şerefsizim...

    hayır eskiden sinir olurdum, artık acı geliyor, salakça geliyor yani, keşke muslera ona engel olmasa, tribünler tahriklere kapılıp küfretmese, fatih terim ayar vermese, abdürrahim albayrak işe hiç karışmasa...

    ama çıkış tünelinin kapısını da kapatsak, ömer'in 1-2 saat karların altında dans etmesini, saçmalamasını, hevesini almasını beklesek sessizce, artık bir süre sonra yerlerde mi yuvarlanır, sahanın ortasına mı sıçar, çimleri mi yer bilmiyorum, elleşmeyelim de bir sakinleşsin ne bileyim... azıcık sabır, erdem ve şefkat gösterelim...

    euro 2000 ve 2002 dünya kupası kadrosunda bulunmuş, bir zamanlar hemen hemen yaşıtı rüştü'den sonra ikinci en iyi yerli kaleciydi, şimdi ise o.ç, en iyi ihtimalle de deli muamelesi görüyor...

    sakalı havadaki nem ve bulut oranına göre genişleyip daralıyor,

    http://www.ajansspor.com/...k%C4%B1c_antalya.jpg

    http://www.kimbutopcu.com/...topcu/1314889505.jpg

    bu de the battle of kels;

    http://2.bp.blogspot.com/...7atk%C4%B1%C3%A7.jpg

    (u: hasan şaş "bu ülkeye iki kel fazla" deyip çekip gitmese şimdi fena yapardı o başka...)

    edit: (bkz: 13 eylül 2008 galatasaray antalyaspor maçı)
  • 219
    sene 1974 aylardan ekim bir salı günü sabahı serin bir güne uyanıyordu eskişehir. porsuk çayının kenarında bir gecekondu da yaşayan çatkıç ailesinin evinde tatlı bir heyecan vardı. ayşe hanım hamileydi ve aileye yeni bir birey gelecekti. güzelce bir kahvaltı yaptılar ve eskişehir devlet hastanesinin yolunu tuttular. ayşe hanım dokuz ay on gündür bu anı bekliyordu ve sancıları başlamıştı. sancılar nedeniyle çok acı çekiyordu. saatler ilerliyor ayşe hanım sancıdan kıvranıyor ama çocuk bir türlü gelmiyordu. daha sonra ayşe hanım’ın bulunduğu odaya beş tane daha anne adayı getirdiler. kimisi bir-iki ay kimisi on-onbeş gün erken doğum yapacaktı. ama ayşe hanım için zaman tamamdı dokuz ay on gün olmuştu. sadece çocuğun doğmasına sıra gelmişti. derken kadınları odadan tek tek alıp götürdüler. her seferinde dışarıdan bir “ıngaaa” sesi geliyor ve kadınlar doğumlarını gerçekleştiriyordu. ama akşam olduğu halde ayşe hanım bir türlü doğum yapamıyordu. saatler birbirlerini kovalıyor ve bu sırada ahmet bey dışarıda paket paket maltepeleri içip bitiriyor, hatta içmiyor sünger gibi çekiyordu. volta atmaktan ayaklarının altı sızlıyordu. çocuk tam gelecekken sanki birden vazgeçip doğmak istemiyor gibiydi. doğum geciktikçe gecikiyordu. ertesi sabah olduğunda yeni kadınlar geldi odaya akşam olduğunda gelen bu kadınları hepsi doğumlarını gerçekleştirirken ayşe hanım hala doğumu yapamamıştı. bu böyle iki-üç gün daha devam etmiş ve ayşe hanımda derman kalmamıştı. ahmet bey de ondan farklı değildi. paket paket bitirdiği maltepelerde cabasıydı. gelen tüm kadınlar ya zamanında ya da erken doğum yapıp gidiyordu. ama ayşe hanım doğuramıyordu. sanki ufaklık zili çalıp kaçıyor tam gelecekken birden kayboluyordu. artık hastane de yedinci gün bittiğinde doktorlar bu sefer tamam geliyor dediler. birazda doktorların zorlamasıyla bir erkek çocuk dünyaya geldi. ebesinin götüne attığı ilk şaplağa rağmen çocuk bir türlü ağlamıyordu. ebesi bir-iki defa vurduktan sonra çocuk en sonunda ağlamaya başladı. ayşe hanım yorgunluktan kendinden geçmiş uyuya kalmıştı. dışarıda bekleyen ahmet bey de dışarıda son sigarasını bitirmek üzereydi. ebe hanım çocuğu ahmet beyin yanına getirerek “bir erkek evladınız oldu” dedi. ahmet bey heyecandan bir şey diyemedi. ama sonra sevinçten bağıra bağıra hastanenin koridorlarında koşmaya başladı. adam nasıl sevinmesin ayşe hanımla birlikte ilk çocukları olan tamer’den sonra senelerce beklediler bir çocuk daha sahip olmak için. bu çocuklarına da “ömer” ismini verdiler.

    zaman çok hızlı akıp gidiyordu ve ömer altı ayını dolduruyordu. her şey iyi güzeldi ama ömer bir türlü gülmüyordu. gözleri hala görmüyordu. normalde bu dönemlerde oturabilip etrafı izleyebiliyor olması gerekiyordu. ama görmesi ancak bir yaşında düzelmeye başladı. nihayet ki bir buçuk yaşında da ancak oturmaya başlamıştı. iki yaşına geldiğinde ise dişleri hala çıkmamış ve henüz “agu” bile diyememişti. sancılı bir bebeklik geçiriyordu ömer. akranları her şeyi zamanında yaşarken o hep geriden geliyordu. en nihayet yürümeye de başladığında yaşı üç olmuştu.

    ve sancılı okul yılları;
    ömer hayata hep geriden başladığından okula da pek alışamamıştı. kafası fazla basmıyor ve alfabeyi geç öğreniyordu. akranları ilk okul beşinci sınıf bilgilerini yalayıp yutarken o hale üçüncü sınıf bilgilerini daha yeni öğreniyordu. biraz da öğretmenlerinin de yardımıyla ilk okulu bitirip orta okula başladı. orta okulda da değişen bişey olmadı. tek farkı vardı o da okula hep geç kalmasıydı. orta okul da okuduğu süre boyunca sabahları okunan “türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye başlayan öğrenci andı’na hiç yetişemedi. öğretmenleri de bu durumdan bıkmıştı. sırf bu geç kalmalar yüzünden okul müdürü sonra tüm yurda yayılacak olan “geç kağıdı” denen şeyi buldu. müdür artık otomatiğe bağlamıştı. her gün için düzenlediği geç kağıtlarını hademeye teslim etti. hademe de çocuğuna bahşiş veren veli gibi ömer okula gelince eline tutuşturdu bu kağıtları. diğer çocuklar futbolcu kartları biriktirirken o geç kağıdı biriktiriyordu. neyse ki sidik zoruyla da olsa ortaokulda bitti. anadolu lisesi sınavlarına geç kaldığından giremedi. bu nedenle düz bir liseye yazıldı. gerçi sınava da yetişse de sonuç pek değişmezdi ya neyse.

    ortaokul’un bir kopyası gibi geçti lise yılları. bu sefer ki tek fark kamışa suyun yürümesi ve düz duvara tırmanma yetisiydi. kadın denen şeyi keşfediyor ve pipinin sadece işemek için olmadığını öğreniyordu. tabi ki otuz bir çekmekten de öteye gidemiyordu. zaten okula basmayan kafası bu nedenlerle hepten dağılmıştı. babası ahmet bey bu durumdan çok şikayetçiydi. okuldan alıp bir tamirci atölyesinde çalıştıracaktı ama bari lise bitsin diye dişini sıkıyordu. ömer okul haricinde yaptığı tek şey futbol oynamaktı. ama futboldan anlamadığı için mahalle maçlarında arkadaşları sadece ihtiyaç olduğu zaman onu kaleye koyuyorlardı. devamlı kalede oynamaktan kaleciliğe de alışıyordu. neyse ki bu süre zarfında ite kaka da olsa liseyi bitirdi. ahmet bey belki okur diye onu zorla öss sınavlarına soktu. sınava tam zamanında gitti. sınav süresini son saniyesine kadar kullandı. herkes sınav kağıdını teslim ettikten sonra en son o teslim etti kağıdını. ama sonuç felaketti açık öğretim’i bile kazanamamıştı.

    ahmet bey de artık anladı ömer’den bi bok olamayacağını ne yapsın bir tamircinin yanında çalışması için yerleştirdi onu. ama oraya da sürekli geç kaldığından patrondan sürekli dayak yer oldu. o da sabahları işe gitme bahanesiyle evden çıkıp arkadaşlarıyla futbol oynamaya başladı. işi böylece bırakmış oldu. bazı arkadaşları eskişehir alt yapısında oynuyordu ve arada bir onları izlemeye gidiyordu. alt yapı hocalarından birisi antrenmanda kaleci eksikliğinden dolayı onu yanına çağırdı. yaşını sordu. “on yedi” dedi. hoca içinde “baya da varmış” dedi. “kaleye geçer misin” dedi. “geçerim” dedi. bu böyle uzunca zaman devam etti. en sonunda hocaları onu temelli takıma aldılar. geçte olsa formaya ısınmaya başladı. artık babadan da saklayacak bir şey yoktu. ahmet bey her ne kadar kızsa da o da arada bir gidip onu izlemeye başladı. zaten ahmet bey’de eskişehirsporluydu.

    kazma da olsa artık o bir kaleciydi ve paf takımla maçlara da çıkmaya başladı. yavaş yavaş a takımla idmanlar çıkmaya başladı ve en sonunda a takım kalecisi oldu. a milli takım da bile oynamaya başladı. ama bir alışkanlığını bir türlü bırakamıyordu. takım sahaya çıkarken en son o çıkıyor, maç bittikten sonra da soyunma odasından en son o gidiyordu. degajları çok geç yapıyor, oyunu sürekli yavaşlatıp soğutuyordu. geç kalmak, geciktirmek onun hayat felsefesi olmuştu. takım arkadaşları ve hocaları ondan bu yüzden çok şikayetçiydi. takım otobüsü sürekli onu bekliyordu. kamp dönemlerinde arkadaşları onu okey’e, batağa almıyordu. çünkü saatlerce bekliyordu bir taş, bir kağıt atmak için. ayrıca girdiği tuvaletten çıkmakta bilmiyordu. sanki senelik şıçıyordu pezevenk.

    yirmi iki yaşına gelmişti ve takımda oynadıkça az çok para kazanıyordu. o da kazandığı bu paralarla geç de olsa bir kadınla birlikte olmak istedi amacı bir sevgi, aşk yaşamak değildi. onun olayı artık sadece deliler gibi sevişmekti. ama haklıydı milli takımda oynuyordu ama 22 yaşına geldiği halde gerçek anlamda milli olabilmiş değildi. kendisini milli yapacak olan kuzeyyaka’da bulunan kerhanenin yolunu tuttu. bir kadınla anlaştı ve geçte olsa ilk kez milli oldu. bu onun ilk sevişmesiydi ama nedense hayatı boyunca “geç kalma, gecikme” denen olgu ilk kez işine yaramış ve saatlerce sürmüştü bu sevişme. sonuçta mutlu ve mesut bir şekilde ayrıldı kerhaneden. takım arkadaşlarıyla yaptıkları karılı kızlı muhabbetlerde genelde konu hep erken boşalmaya gelirken o hep geç boşalmaktan bahsediyordu. takım arkadaşları daha da bi gıcık olmaya başladılar. neyse ki kaleciliğe başladığı eskişehirspordan gaziantepspora transfer oldu da takım arkadaşlarından dayak yemekten kurtuldu. kazandığı parayla bir araba aldı. ama ehliyeti dördüncü sınavından sonra alabildiği için kullanmayı da çok iyi beceremiyordu. zaten çokta becermesine gerek yoktu. yetmişten yukarıya çıkmışlığı yoktu. dördüncü vites ona çok uzaktı.

    yaşı ilerliyordu ama henüz bir sevgilisi olmamıştı. özge diye bir kadından hoşlanmaya başladı. ona açılması bir senesini aldı. bu onun ilk sevgilisiydi ve bu heyecanı ilk kez yaşıyordu. ne yapacağını ne edeceğini de pek bilmiyordu zaten. genelde özge hanım şunu yapalım, buraya gidelim diyerek ilişkiye yön veriyordu. buluşmak için sözleştiklerinde buluşmaya en son hep ömer geliyordu. adam yedisinde neyse yetmişinde de oydu. özge hanım ilk başlarda ses etmiyordu ama bu devamlı olunca hafiften sesini de yükseltmeye başlıyordu. gerçi uzun süreli bir birliktelikten sonra özge hanım artık alışmıştı. o da buluşmak için sözleştikleri saatten bir saat sonra gidiyordu nasıl olsa ömer geç kalır diye. ama yine de ilk o oluyordu randevulaştıkları yerde. yemek yiyorlar, beraber vakit geçirip sinemaya gidiyorlardı. gerçi hiç bir zaman gittikleri sinemanın ilk perdesini izleyemediler. neden diye sormayın bile.

    bu uzun süreli bir beraberlikten sonra ömer’in yaşı yirmi yedi olmuştu. özge hanım artık bu ilişkiyi resmiyete dökmek istiyordu ama ömer hiç oralı değildi. özge hanım imalarda bulunuyor, sözü evliliğe getiriyordu ama ömer konuyu hep değiştiriyordu. ama sonuç belliydi ömer daha fazla kaçamazdı bu yolun sonu evlilikti. sezon bittikten sonra sıcak bir yaz akşamında evlendiler. ömer, evlilik teklifini bile ilk kez düğünde etti. 2 sene sonra da kaan diye bir çocukları oldu.

    bu süre zarfında gençlerbirliği, bursa tekrar gaziantep ve en son antalyaspor’da oynadı ve halen antalyaspor’da oynuyor. yine sahaya geç çıkıyor, yine degajları çok geç yapıyor, yine oyunu soğutuyor. sırf bu yüzden oynadığı takımlarda topla oynama yüzdesi onun sayesinde artıyordu.
App Store'dan indirin Google Play'den alın