174
yirmili yaslarinizda mezun olduğunuz eğitim fakültesinden binbir ümitle ayrılırsınız. sanırsınız ki işiniz olacak, atanacaksınız, atanamasanız bile özelde doğru düzgün bir iş bulup atanana kadar çalışacaksınız. başvuranların ne kadarının alınacagi bile belli olmayan, her dersten ve alandan en kazık sorularin sorulduğu, kaç kişinin atanacağı ya da kaç kişilik kontenjan olacağı bilinmediği için dünya üzerinde ne yaparsanız başarılı olacağınızın belli olmadığı tek sınava çalışır çabalarsınız. bir kisminiz bu kademede bıkıp vazgeçer, bazen çalışmaktan vazgeçer, bazen hayatından.
sonra atanamayip bari boşta kalmayayım diye özel kurumlara ya da ücretliye başvurursunuz. burda tercih genellikle ücretli öğretmenlik olur çünkü bir ihtimal atanma umudu kalmıştır yürekte, ücretli öğretmenlik özel kurumlara göre daha az vakit kaybı yaşattığı için daha revaçtadir. öyle ya, öğretmen kalan sürede ders çalışıp hak ettiği kadroya girmeye calisacaktir. eğitim fakültesi mezunu bir öğretmen olsanız dahi ücretli öğretmenlik çıkması zor ihtimaldir. çünkü bilimum meslekten insan bu sezonluk işe başvurur ve normalde yapmaya hakki olmadığı mesleği nesil nesil öğrenci çürüterek yapar. güzel ülkemde bu sezonluk işte bile buram buram torpil dönmektedir. bilmemne müdürünün ya da vekilinin yakiniysaniz size merkezi bir okulda ücretli çıkar. yoksa beklersiniz. bir şekilde ücretli öğretmenlik çıkarsa kadrolu öğretmenle aynı işi yapıp çeyrek-yarim arasında bir maaş alırsınız. yerinize atama ya da tayinden biri gelirse de kusura bakmayın bile denmeden okulla ilişiğiniz kesilir.
ücretli yaptığınız dönemde de atanamaz sonra mecburen özele basvurursunuz, şansınız varsa "deneyimsiz olduğunuz için" üç kuruş maaşa haftada 50 ila 72 saat arasında ders karsiliginda ise alinirsiniz. sorunlu ailelerin sorunlu çocuklarıyla uğraşır, bir fark yaratıp üç kuruş daha maaş zammı alabilmek için haftasonlari ve geceleri dahi calisirsiniz. bir yandan gelen her velinin önüne sizi atan idare yüzünden psikolojiniz bozulur, bir yandan gece gündüz demeden peşinden koştuğunuz öğrencilerin aileleri tarafından tenkit edile edile çıldırma noktasına gelirsiniz.
bu hengamenin herhangi bir yerinde hasbelkader atanırsanız kurtuldum sanirsiniz. devlet elini omzunuza koyar: "dur hemşerim, sen kadrolu değilsin, ben ücrada öğretmen tutamıyorum, onlara biraz yüksek maaş verip orda tutmaya çalışmaktansa seni sözleşmeli yaptım, git doğuda zorunlu 4 sene geçir, özlük haklarının bazılarından mahrum kal, sonra seni kadroya alacağım." der. mecbur gidersiniz. nereli olduğunuz, eşinizin nerde çalıştığı, hangi hastalığınızın olduğunun bir önemi yoktur. neyse düzgün durursam en azından kadromu alırım dersiniz, bir roket düşer kafanıza, bir araç durur yanınızda, bir silah patlar ensenizde, kaçırılır ya da şehit olursunuz. birileri çıkar "şehit olmasa ismini kimse bilmeyecekti, iyi ki şehit oldu bakın şimdi ismini herkes ogrendi." der. daha mezara girmeden kemikleriniz sızlar
hadi bir şekilde bundan da yırttınız diyelim, meslek hayatında bir defa dövülme tehlikesi geçirmemiş, ya da dövülmemiş, tartaklanmamış, küfür edilmemiş, tehdit edilmemiş öğretmen olmadığı için siz de bunlardan birini ya da birkaçını yaşarsınız. yüce devletimizin hakkınızda açtığı ihbar hatları mesnetsiz iftiralarla dolup taşar. kadına çocuğa tecavüz edene, hayvana tecavüz edene, insanı öldürene, hırsızlık yapana gözünü kapayan devlet, sizin hakkınızda yapılan en iğrenç iftiralara bile koşa koşa müfettiş gönderir.
nerde çalışırsanız çalışın, özelde ya da devlette; idareciniz sıkıntılıysa mobbinge maruz kalırsınız. yaptığınız işten zevk almazsınız. üç kuruş paraya çalışır üzerine bir de "aylarca tatil yapıyorlar yazın sokakları süpürüp devlet dairelerini boyasinlar" diye eğitmeye çalıştığınız halk tarafından paçavra muamelesi görürsünüz.
öğrenci gelişsin ilerlersin diye ugraşirsıniz, ödevini yapmayan, derse ilgi göstermeyen çocuğa tatlı sert uyarılar yaparsınız, o tatlı kısmı da sorun olur ama sert kısmı büyük sorun olur. kendisi gelişsin, kendisini kurtarsın diye kızdığınız öğrencinin velisi akşam arayıp sülalenize söver, bazen zincirle okula sizi dövmeye gelir bazen de çocuğuna kallavi bir tokat yapistirip kendi attığı tokatin darp raporunu almak için hastaneye gider. sonunda anlarsınız ki kimse sizin öğretmenlik yapmanızı istemiyor, devletin egitmedigi anneler babalar bilinçsizce kendi cocuklarinin eğitilmesine de engel oluyor. birkaç idealist davranıştan sonra bakmışsınız ki meslekten ihraç edilme noktasına gelmişsiniz, öğretmenliği bırakıp devlet memuru olursunuz, dersinize girer, konunuzu anlatir, etliye sütlüye karışmadan, "istendik davranış değişiklikleri" yaratmaya çabalamadan evinize gidersiniz.
n'apalim bari hayatımı böyle geçireyim dersiniz, pat! ülkede bir şeyler olur, filler tepişir, khk ile hiçbir hukuki dayanak gösterilmeden ihraç edilirsiniz. ihraç edildiğiniz yetmez, yıllarca emek verip aldığınız öğretmenlik diplomaniz yırtıp atılır. sonra gecinebilmek için pazarcilik yapmaya başlarsınız, gören velileriniz şöyle der: "eski öğretmen."
böyledir bu ülkede öğretmen olmak. öğretmene göre rezalettir ama öğretmen harici herkese göre en kabap meslektir.
yine de birileri var biliyorum. bu ülkenin çocukları için uğraşan, işinden, eşinden, mesleğinden olma pahasına bu ülkenin kurucularının değerlerini genç dimağlara işlemeye çalışan, birileri var biliyorum. o güzel meslektaşlarimın ellerinden öpüyorum. günümüz(!) kutlu olsun.