• 13
    football manager'de barça, real, city, bayern gibi takımları alıp sezonda 378 kupa kazanmaktansa ekonomik gücü daha kısıtlı, zayıf takımları alıp bir şey başarmaktan daha çok keyif alan bir fm'ci olarak brad pitt'in canlandırdığı karakterde kendimi buldum diyebilirim. üstelik adam daha sonrasında misyonumu tamamladım düşüncesine girip çekip gitmiyor. filmin gerçekten uyarlama olması da ayrı hoşluk katıyor.

    filmin asıl cümlesi ise red sox'ın sahibi john henry abi'nin şu sözleridir:

    --- spoiler ---

    seninle çok uğraşıyorlar biliyorum ama sınırları zorlayan ilk kişi, işin ceremesini çeker. her zaman böyle oldu. sadece işin ticari yönünü tehdit etmiyorsun. kafalardaki kalıpları, oyunun ezberini tehdit ediyorsun. yaşam standartlarını, işlerini tehdit ediyorsun. alıştıkları hayatı tehdit ediyorsun. ne zaman böyle bir şey yaşansa ister bunu yapan devlet olsun ya da iş hayatından biri olsun, kontrolü elinde tutan insanlar düğmeye basar ve içindekileri kusarlar.

    --- spoiler ---

    filmi izlerken bu kısım, bana türkiye'deki mevcut ortamın özeti niteliğinde olduğu için fazlasıyla dikkatimi çekmişti. repliği de ekşi sözlük'teki bir yazıdan alıntıladım.
    https://eksisozluk.com/entry/26965554
  • 15
    filmi izleyeli uzun zaman olmasına rağmen bir şeyler karalama fırsatı şimdi buldum.

    spoiler alert

    beğendiğim birkaç aforizma ile başlayalım.

    "kaybetmekten nefret ederim. öyle ki kaybetmeye olan nefretim kazanma isteğimden bile daha fazladır."

    "zengin takımlar var. fakir takımlar var. sonra 15 metre lağım var. sonra biz varız."

    ---

    filmin içeriğinde her daim geçerliliğini koruyan olaylar mevcut. beyzbol filminden öte insan dediğimiz türün hayatındaki travmalarına ve onu yönetmenin zorluklarına ışık tutan bir film. öte yandan değişime karşı direnenlerin de bir eleştirisi. elbette bu tanımlardan fazlasını barındırıyor.

    örneğin her daim var olan klişe, kaybedilen oyuncunun yerine hep birebir aynısının aranması. filmdeki takımın yönetimi de hala kaybettikleri ve bir daha yerine koyamayacakları oyuncuyu arıyorlar. bizim elmander aramamız gibi. elbette benzer özelliklere sahip oyuncuları bulmak mümkündür ancak başka hiçbir ihtimal ve arayışın olmamasına haklı bir eleştiri getiriliyor.

    bir diğer eleştiri de, yıllardır bu takımlarda tüm fosilleşmiş halleriyle yer alan ve hiçbir yeni yöntem, arayış içinde olmadan kendilerini ne kadar uzun süredir bu işleri yaptıkları üzerinden tanımlayıp var olan düzenin bozulmaması için direnen tiplere geliyor. bu da futbolda çok sık rastladığımız bir durum. yıllardır o takımdan o takıma göçebe gibi giden ve hiçbir halta yaramayan teknik direktörlerin hala iş buluyor olması çok ilginç değil mi? sadece onlar değil, başkaları da onlar üzerinden kazanıyor olmalı ki hiçbir arayış içinde değiller. düzenin bozulmasını neden istesinler ki? filmde takımın koçu, billy'den gelen istekleri reddediyor çünkü bir sonraki sezon başka bir yere dileneceği zaman açıklayabileceği garanti bir oyun oynamak istiyor. tanıdık geldi mi?

    nitekim filmin sonunda redsox başkanının billy'e söylediği sözler bu konuya ışık tutuyor. onlar değişimden korkuyor çünkü sahip oldukları şeyleri kaybetmekten korkuyorlar. değişime kalkışan herkesin kafasını ezmeye hazır bekliyorlar. her köşenin tutulduğu ve herkesin kendi kıçını sağlama aldığı bir yerde gelişimin olmasını beklemek zor, böyle bir işe kalkıştığınızda üzerinize tüm medya ve yöneticiler çullanacaktır. bunu sadece sporda düşünmemek lazım, hayatın her alanında böyle.

    benim yorumuma gelirsek, billy'nin haklı bir tepki gösterdiğini düşünüyorum ama insanın içinde olduğu herhangi bir faaliyeti salt istatistikler üzerinden yürütmeye çalışmak da yeterince doğru bir yöntem değil. zaten filmde çığır açmaktan çok, kendisine beyzbolu seçtiren ve umut satan fosil yetenek avcılarına karşı uzun süredir biriktirdiği kinine karşı isyan etmeye yer arayan bir adamın travmasını izliyoruz. eşinden boşanmış. kızı ile ilişkisinde son derece hassas ve onun yaptığı işteki başarısızlıklarına üzülmesini istemiyor.

    spor ve insanın içinde olduğu her faaliyet, insani duyguları da barındırıyor. "hayat ölçüdür" düsturu gereği bir denge gerekiyor her daim. örneğin, kaybettiğin oyuncunun birebir aynısını aramaya debelenmek kadar onun istatistiklerini toplamda verecek üç oyuncuyu alıp onu totalde yaratmak da aslında tam olarak doğru hedefler değil. çünkü artık elinde sayısız dış ve iç sosyal, psikolojik, sportif etkiye açık bir değil tam üç oyuncu var. billy'nin athletics'i o kadar da sağlam temeller üzerine kurulmuş bir takım değil. oyunu ve oyuncuyu, daha da genişletirsek insanı etkileyen o denli fazla hormonal, duygusal, sosyal etkenler var ki...

    profesyonel sporun amacı bu etkilerden olabildiğince azade bir ortam yaratmak ve alınabilecek en yüksek verimi almak ama bu kolay değil. filmdeki bir sahnede içecek otomatının ücretli olmasının (hayli sembolik ve ciddiye alınmayacak bir para olmasına rağmen) bile takımdaki oyuncuların canını sıktığı sahneye bakınca insan denen varlığı bu etkilerden izole etmenin zorluğu daha iyi anlaşılıyor.

    burada şöyle bir ayraç da koyayım, bilimin günümüz dünyasında insanı salt bir istatistiksel veri ve bunlar üzerinden kontrol edilebilir canlı olarak tanımlamasına da eleştir getirilmeli bence. billy de kendi travmaları sonucu isyan ediyor ama yapmaya çalıştığı şey o kadar da mantıklı değil. gerçi kendisi de bunun çok mantıklı olduğunu düşünüyor diyemeyiz. onun başka bir kavgası var. ben bu filmde sanki geleneğin yozlaşmasına materyalist cevap vermeye çalışmış ve yerine benzer bir yozlaşma koymuş modern bilimi gördüm. gelenek eleştirisi haklı olmasına rağmen yerine konulan yeni paradigma da gerçeği bize hakkıyla açıklamıyor. neyse bu ayrı bir konu.

    dediğim gibi, billy'nin filmdeki bu keskin reaksiyonu verme sebebi muhtemeldir ki gençliğinde ona stanford bursu yerine beyzbolu seçtiren duygusallığa karşı olan nefreti. bunun gerçekte de yaşanıp yaşanmadığını araştırmadım, filmden çıkarılabilecek bir yorum olduğunu düşünüyorum ama. insani olan tüm reflekslerden izole bir sistem ile yürümek istiyor. bunu oyuncuları takımdan postalarken yapılmasını istediği kısa ve net konuşmadan görüyoruz:

    "onlara gerçekleri söyle. abartma. kafana bir kurşun yemek mi isterdin yoksa 5 kurşunla acı çekerek ölmek mi?"

    ama filmin sonunda billy de reddetmeye çalıştığı gerçeğin yadsınamaz olduğunu kabulleniyor: "beyzbol konusunda nasıl duygusal olmayacaksın ki..."

    ve kızının ona doldurdğu kasedi dinlerken artık tamamen duygularını boşalttığını görüyoruz...

    sona gelmişken şunu da söylemeden geçmeyeyim, brad ilginç bir imajla bu filmde yer alıyor. fit bir orta yaş baba vücudu ve polo yaka t-shirt virali gibi dolanıyor her sahnede.* gardırobunuza birkaç yeni ekleme yaptıracak kadar iyi görünüyor herif o yaşta. kıskandım açıkçası.

    şöyle de bitirelim:

    "dinle dostum, uzun zamandır beyzbolun içindeyim. rekor peşinde değilim. yüzük peşinde değilim. o zaman insanlar incinir. serinin son maçını kazanmazsak bizi unuturlar. bu adamları iyi tanırım, nasıl düşündüklerini bilirim. bizi silerler. ve burada yaptığımız her şey... hiçbirinin önemi kalmaz. başka bir takım şampiyon olursa şampanyalarını içerler. ama biz kazanırsak, bu bütçe ve takımla oyunu değiştiririz. istediğim bu. bir anlamı olsun istiyorum"

    spoiler alert
App Store'dan indirin Google Play'den alın