galatasaray'daki konumu ve niteliği ile tencere kapak uyumunu cuk diye akıllara getiren oyuncudur.
kim ne derse desin hagi, popescu, taffarel sonrası geçen 10 yılı dikkate aldığımızda galatasaray’ın en çok katkı veren ve en iyi yabancı transferi bu adam olmuştur. milan baros ile galatasaray arasındaki ilişki çok garip bir bağdır ve bu bağı anlamlandırmaya çalışmak basitmiş gibi görünse de bir o kadar zor. normal şartlar altında baros’un iyi bir oyuncu olduğu ama asla bir torres, rooney olmadığı gerçeğini biliyoruz. ama ne olmuştur ki baros galatasaray’a bu kadar uymuştur ve iki yıldır takımın skor yükünü taşımaktadır? eğer galatasaray bir tencere ise baros da bu tencereye cuk diye oturan bir kapaktır. bana göre de, an itibariyle ülkemizdeki tartışmasız en iyi forvetidir.
baros’u yıldız statüsünden ayıran dikkat çekici özellikleri ve son iki yıldır galatasaray’a monte edilmek istenen oyun sisteminin onun futbol özelliklerinin dilinden konuşması bu başarıyı sağlamlaştıran etkenlerden. baros’un içten futbolu, hırsı, mücadele gücü, kora kor kapışması ve yeri gelince takımı için kendisini kanatması geçmişte bilindik galatasaray dna’sının bir kopyası aslında. kendisi için tam bir profesyonel diyebiliriz ama onu sarı kırmızılı forma altında asıl başarıya götüren etmenlerden birinin bu takıma duyduğu sevgi ve kalpten oynamasının olduğunu düşünüyorum. galatasaray ile aidiyet bağı kurmuş ve galatasaray ruhu diyebileceğimiz tabirin bayrak adamı olabilecek bir savaşçı modelidir baros. ama öte yandan bu savaşçılık modelliği yer yer hagi benzeri garip atraksiyonlara sebebiyet vermektedir. ters bir karar sonrası hakemin üzerine yürümek, sert reaksiyonlar göstermek ve sürekli kart görmek gibi. bunu her ne kadar hırsından yapsa da futbolculuğu adına söylenebilecek en kötü yönünün bu olduğu söylenebilir. bir de bazı basit golleri kaçırması ki her futbolcunun da garip garip goller kaçırma lüksü olabiliyor. eğer onları kaçırmasaydı ortaya çıkacak sayısal tabloyu düşünmek dahi istemezdim. her zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. hep daha fazlasını istemek ve kanının son damlasına kadar mücadele etmek! işte bu yüzden sarı kırmızılı taraftarlarla baros’un arasında her daim özel bir bağ oluştu.
baros her ne kadar profesyonel bir oyuncu olsa da o bir insan. bir makine değil. duyguları var. hissettiği şeyler var. insan denen varlık egolarla büyüyor, serpiliyor ve yaşıyor. her kimi bağrına basarsan, översen, el üstünde tutarsan, sürekli destek verirsen buna bazı oyuncular kayıtsız kalamaz. baros’u daha istekli kılan ve sarı kırmızılı formaya aşkla bağlayan etkenlerden biri bu olsa gerek. ya da deplasmandaki trabzonspor maçı esnasında oyundan alındığında seyircilerin taşkınlıklarına istinaden başına yabancı maddeler yağarken armasını öpmesi gibi.
http://3.bp.blogspot.com/...Ecy30/s400/baros.jpg eğer bir adam hep daha fazlasını vermek istiyorsa, varını, yoğunu, tüm terini dökmeden soyunma odasına gitmiyorsa, takımda hiç kimsenin beceremediği tek forvetliği dağlarla çarpışırcasına yerine getiriyorsa bu adam için tek bir şey söylenebilir: baros olduğu yerde keyif çatmıyor, sonuna kadar çalışıyor. tüm gücüyle çalışıyor.
galatasaray yönetiminin yapması gereken ise oyuncu özellikleri anlamında değil de ruh anlamında bir baros, neill gibi isimleri takıma monte edebilmektir. yıldız kalitesinde ama yıldız olmayan. takımı için savaşan. her şeyini veren.
istemek, istekli olmak, ruhunu vermek bir maçı kazanmanın %90’ıdır bana göre. galatasaray’ı galatasaray yapan sezonlara bakarsanız bunu görürsünüz. ama düşüşe geçilen döneme bakarsanız o istek ve ruh yapısındaki çözülmeyi de görürsünüz. galatasaray’ın oyununa baktığınız zaman, bir ayna tutun yeşil sahaya. tek tek tüm oyuncuların yüzlerine tutun. kimler çok daha istekli ve ruhunu veriyor sorusuna aynaya bakarak rahatlıkla cevapları verebileceksiniz. o aynayı en kısa zamanda baros'un yüzüne tekrar tutmak istiyoruz. çabuk dön be kral!