her seçim öncesi gözüme takılır. kocaman bir otobüs ile halka selam vererek büyük bir lütufta bulunduğunu sanan yavşak politikacılar gezer ortalıkta. aslında yüzlerindeki belli belirsiz sırıtma samimiyetlerinden çok ''seçimi kaybedersek sıçtık, nasıl götüreceğiz paraları'' düşüncesini gösterir bana. yüzlerini görürüm taktıkları maskelerin ardından. ama daha çok bir şey dikkatimi çeker; seçim otobüsü çığırtkanları.
ellerinde bir mikrofon etrafa koşuştururlar. sonra anons yaparlar. adamı överler ama yüz ifadeleri küfreder gibidir. ellerindeki mikrofon 40 yılda bir kendilerine verilen keskin kılıçlarıdır. onu aldıktan sonra her şeyi unuturlar. sadece o ulvi görevlerini yerine getirmeye çalışırlar. işleri bitince bir yorgunluk çöker yüzlerine. sanırsın ki, 20 bizonu sırtlayıp taşımış da getirmiş padişahının önüne. halbuki yaptığı sevimsiz işten gurur duyan bir kendisidir. çok büyük iş yapmış sanar kendisini ama verdiği sadece gürültü kirliliğidir.
meriç tunca da aynı böyle işte. kendisine 40 yılda bir bahşedilen bir mikrofon ile çığırtkanlık yapan bir adam. fazlası değil. azı da değil çünkü daha azı olsa nefret edilmekten yırtabilir. hafifletici sebepleri olur.
ama o aynı bir seçim otobüsü çığırtkanı gibi;
yalakadır,
işi bitince kimsenin umursamadığıdır,
kendisini önemli bir iş yapıyor olarak görür ama sadece kendisi bu konuda bu fikre sahiptir,
çok şey verdiğini sandığı tek olgu gürültü kirliliğidir ya da görüntü,
ve daima bir gruba aittir, o grubun en ateşli savunucusu bile terketse orayı o yalakalık yapmak için yenisini bekler,
hasılı; 40 yılda bir eline kalem tutuşturulan meriç tunca tek kullanımlık mendildir gözümüzde. buradan kendisine tavsiyem; eğer ayda-yılda bir birşeyler elde etmekten hoşlanıyorsa gelsin 1 nisanda koltuğuma oturtacağım kendisini.
*