• 11
    madrid’e her gidişimde aklıma ilk gelen şey, ankara’da yaşadığım için çok iyi bildiğim o “başkent psikolojisi” oluyor. büyük şehir ama abartısız; güçlü ama gösterişsiz. devletin kalbi orada atıyor ama sokaklar ağır bir hava taşımıyor. madrid de aynı böyle: sakin görünen, ama altında derin bir gurur ve kendine güven barındıran bir şehir.

    şehrin bu başkent duruşu futbola da aynen yansımış durumda. real madrid’in o dünyaya meydan okuyan özgüveni aslında madrid’in sakin gücünden besleniyor. atleti’nin mücadeleci, inatçı karakteri de aynı başkent psikolojisinin diğer yüzü: işini ciddiye alan ama kendine acındırmadan yürüyen bir ruh hâli.

    madrid’de dolaşırken futbola rastlamamak imkânsız. bir sokak başında real forması, diğer sokakta atleti atkısı… ama rekabet hiçbir zaman zehirli değil; madrid’in ağırbaşlı hali futbolun içinde bile hissediliyor. insanlar tartışır ama kavga etmez. herkes oyunu ciddiye alır ama şehir asla kaos üretmez.

    prado müzesi’ni ilk gezdiğimde şehrin kültürle olan derin bağını daha da iyi anlamıştım. o salonlarda yürürken hissettiğim sakin zarafet, aslında bernabéu’da da metropolitano’da da bir şekilde kendini gösteriyor. madrid’in kültürü yüksek, zevki oturmuş, bakışı geniş. futbola bakışı da aynı olgunlukta. teknik detayları bilen yaşlı amcalar, genç oyuncu gelişimini takip eden çocuklar, taktik konuşan garsonlar… futbol burada entelektüel bir merakla sportif bir tutkuyu birleştiriyor.

    benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: madrid’de futbol, başkent olmanın ağırlığını omuzlarında taşıyan ama bunu bağırmadan yapan bir şehrin oyunu. real’in ihtişamı da, atleti’nin inadının kökleri aynı yerde: büyük konuşmadan büyük iş yapma kültürü.

    madrid’de futbol konuşmak, prado’nun koridorlarında gezerken sanat konuşmak gibi; bakmasını bilirsen şehrin ruhu kendini gösteriyor.
App Store'dan indirin Google Play'den alın