• 1
    https://www.youtube.com/watch?v=O3tUtDs_Wpg

    rahmetli özhan canaydın kendisinin yazılarındaki değişim ile ilgili kitap hâline getireceğini belirtmiş. ömrü vefa etmedi mevzubahs kitabın çıkmasına ama bu kitaba bir katkı bizden olsun.

    kendisi 13 şubat 2020 tarihli yazısında galatasaray başkanlık makamını "işgalci" olarak tanımlamış ve mustafa cengiz'in başkanlığının düştüğünü belirtmiştir.

    https://www.sabah.com.tr/...i-kim-nerden-uydurdu

    (bkz: ne dediler/#3184006)

    en son yazısında da fatih terim'i kendisinin işgalci ve başkanlığı düştü dediği başkana hakaret ettiği gerekçesiyle eleştirmiştir.
  • 6
    https://mobile.twitter.com/...499287041609730?s=21

    rezan epözdemir’in ilgi alanına girebilecek bir yazı yazmış sözde galatasaray’lı gazeteci. kendisi başkanımızı hakaret etmekle itham ederken, misliyle hakaret etmiş, üstüne de devletin savcılarını iş bilmezmiş gibi göstermek suretiyle savcıları göreve davet etmiştir. umarım bu haddini aşan yazı için kulübümüz tarafından gereği yapılır
  • 9
    geçmiş yıllarda bu dedemizin futbol ile alakalı olarak kendisini savunmasına denk gelmiştim. diyordu ki ben şu kadar yıldır statlar da şu kadar maç izledim. şu dünya kupasından bu dünya kupasına hep tribün de izledim.
    işte genel olarak türk halkının sıkıntısı bu dedemizin üstüne bastığı şey. izleyerek böyle bir spor öğrenilmez.
    bu sporun kurallarından, cezalarından bahsetmiyorum. oyunun ta kendisinden bahsediyorum.
    futbol zeka, teknik, vücut zindeliği ve en önemlisi ahlak gerektiren bir spor. o bakımdan herkes yapamıyor. bugün imrenerek baktığımız profesyonel futbolcular bu saydıklarımın en az 2-3 tanesine sahip.
    yeşil sahaya çıkmak, buna çalışmak ile izlemek çok farklı bir olgu.

    --- alıntı ---
    futbol oynamayan futbol yorumcusu

    hıcal uluç kendisini “fevkalade yeteneksiz” bir kişi olarak değerlendiriyor. futbol oynamayı deneyen, ancak takım arkadaşları tarafından oynama şansı bile verilmeyen uluç 'un, önce voleybol takımı kurup mahallede herkese voleybol, sonra basketbol öğrettikten sonra yine takım dışı kaldığını... hatta, oynama şansım fazla olur diye aynı taktiği beyzbolda bile deneyip, arkadaşlarına öğrettikten sonra kendisi iyi oynayamadığı için arkadaşları tarafından yine çemberin dışına itildiğini: "her türlü sporu denedim, hiç birinde başarılı olamadım. aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım."

    --- alıntı ---

    kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1220

    hıncal uluç bütün bunlardan sonra bernard shaw' ın şu sözüne uymaya mecbur kalır: "yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur."

    son olarak;

    https://www.youtube.com/watch?v=dw3l3VIU9Rc
  • 10
    https://mobile.twitter.com/.../1431545900732665859

    --- alıntı ---

    "hıncal uluç diyor ki: fatih terim bana inat tandem oynatıyor. yav sen kimsin ki? ben onu anlamadım yani. galatasaray kendini hıncal'a beğendirmek zorunda mıdır? ben onu anlamıyorum.

    sen kimsin, nesin? daha önce başka takımlıydın, döndün bu takımlı oldun döndün öbür takımlı oldun. basketi bilirsin, voleybolu bilirsin, atletizmi bilirsin, modayı bilirsin... türk hava yolları.. 'nın niye öyle gitti onu bile... trafik polisi yanlış. hakem... en son forma işine de el atmış.

    bunlar firavun... bunlar firavun. ama her firavun'un da musa'sı vardır. bir musa'sı vardır her firavunun.

    bak onla(n) ben bi' gün yemek yesem... yemin ediyorum gelmiş geçmiş en büyük hoca ben olurum."

    --- alıntı ---

    hocam kendisine cevabı bundan 23 sene önce vermiş. gerçi o zaman konu başkaymış ama tespitler halen tamamıyla geçerli.

    burak elmas onunla bir gün yemek yese yemin ediyorum gelmiş geçmiş en büyük başkan burak elmas olur.
  • 12
    üstadı severim ama önemli konularda çok fazla ciddiye almam. bunla beraber kendisinin totemcilikte de bir dünya markası olduğunu düşünürüm. neyse konumuz bu değil. kendisinin 2005 yılında sabah gazetesinde yazdığı bir yazı var ki; tek kelimeyle muh-te-şem!

    --- alıntı ---

    hıncal'ın yeri, 25 mayıs 2005, çarşamba

    ".. seni beklediğim kadar!.."

    üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. okul salonundaydı maç. tribünsüz, minik bir salon.. seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. o kadar yakındılar..

    delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. az sonra bir şeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. kız servis atarken hemen önünden geçti. göz göze geldiler.. kız gülümsedi.. delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..

    kız onu tanımış olmalıydı. kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. bir defa daha gülümsedi. manidar..

    "anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu..

    dahası..

    ankara koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..

    bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. o gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. kız bu defa, iyice gülmüştü.. karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..

    delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. arkadaştılar. sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. o kızdan fena halde hoşlanıyordu. galiba kız da ona karşı boş değildi. bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. o zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. kaptan: "tabii" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. sen de gel. hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

    "mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "mutluluk işte bu.." ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..

    o ne heyecandı öyle.. konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. el sıkıştılar.. o güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı.. onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. ama uzatamıyordu işte elini.. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.. sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. kızın omzuna değil.. koltuğun üzerine.. sonra kız arkaya yaslandı.. birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü..

    konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "sizi her maçımızda görüyoruz. alıştık nerdeyse.. yarın adana'da maçımız var.. gözlerimiz sizi arayacak.."

    hayır, aramayacaktı..

    delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. cebinde onu otobüsle adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı.. gece yarısı kalkan otobüse bindi..

    sabah erkenden adana'ya indi. maç saatine kadar başı boş dolaştı.

    salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. maç falan değildi sebep tabii.. ilk sette kız farkında bile değildi onun.. nerden olsundu ki.. ikinci sette öbür tarafa gittiler.. döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. ankara'nın hele kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..

    maç bitti. kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. tek kelime konuşmadan.. konuşmaya gelmemişti ki..

    kız "keşke orada olsaydın" demişti. o da olmuştu işte.. hepsi o.. ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..

    bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe..
    söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..

    bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için.. kızın karşıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. "bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..

    "ne hasta beklerdi sabahı
    ne taze ölüyü mezar
    ne de şeytan bir günahı
    seni beklediğim kadar!.."

    ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolej'in önündeydi gene.. kız karşıdan geliyordu.. bu defa yanında arkadaşları yoktu. yalnızdı..yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. gözlerine inanamadı genç adam.. onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. evet, çağırıyordu işte.. kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. o da heyecanlıydı, belli..

    "bak iyi dinle.. dünkü satırlar için çok teşekkürler.. herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."

    "o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden.. ayrıldı kızın yanından.. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. bir daha onu hiç görmeden..

    yıllarca sonra levent'in söyleyeceği şarkıdaki sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. aşk onurlu olmalıydı.. günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. heyecanla bekledi. hırsla, arzuyla bekledi. umutla, umutsuzlukla bekledi. bazen öfkeyle bekledi.. ama bekledi.. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.

    bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. iki dörtlüktü şiir aslında.. ilki kıza verdiği.. bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. o dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. cebine koydu..

    bekleyiş sürüyor, sürüyordu..

    okullar kapandı, açıldı.. aylar, aylar geçti.. bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "günlerdir seni arıyorum. işte sana haber.. artık hayatımda hiç kimse yok!.."

    "yaa" dedi delikanlı.. "yaa" dedi sadece..

    kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..

    "yaaa!.."

    cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."

    sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. kız dizelere bakarken..

    "geçti istemem gelmeni
    yokluğunda buldum seni.
    bırak vehmimde gölgeni
    gelme artık neye yarar!.."

    aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. delikanlı bugün hâlâ düşünüyor..

    o uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.

    ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. o sevgilinin kendisi bile.. hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?.. yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..

    ya da.. ya da..

    bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?

    delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor..

    bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. çünkü, delikanlı..

    ..bendim!..

    ***

    delikanlının kıza verdiği dizeler necip fazıl kısakürek'indi.. beklenen adlı bir şiir..

    gençliğimin kilometre taşlarından birinde buluşmuştuk şairle.. dizeleri yön vermişti bana.. hayatımı kimbilir nasıl değiştirmişti, sekiz satırıyla..

    büyük şair, yazar, romancı, hikâyeci, oyun yazarı necip fazıl'ı 22 yıl önce bugün, 25 mayıs 1983'te kaybetmiştik. yarın, 26 mayıs da, onun doğumunun yüzüncü yılı.. yurdun dört bir yanında törenler düzenleniyor üstada..

    ben de onu böyle anmak istedim.. yıllar önce kaleme aldığım ve çok sevdiğim bir yazımı "tam da yeridir" diye tekrarlayarak!..

    https://www.sabah.com.tr/...eni_bekledigim_kadar

    --- alıntı ---
  • 17
    https://twitter.com/.../1517772762957418496

    --- alıntı ---

    hıncal uluç:

    "fatih hocam geçmiş hatalarından büyük ders almış görünüyor… burak elmas mı kalır ya da başkası mı gelir? yeni bir domenec faciası yaşamaktansa, bu değiştiğini açıkça ifade eden fatih terim başımla beraber…"

    --- alıntı ---

    kendisini dinleyen kesimle ciddi ciddi dalga geçiyor. taraftarın çoğu bu 180 derece dönüşlere gülüp geçiyor ama kendisini hala bir kanaat önderi olarak görenler varsa allah kurtarsın*.
App Store'dan indirin Google Play'den alın