• 78
    zor ulan, zor anasını satayım. bu dünyada yaşamak da zor, sevmek de zor, mutlu olmak da zor, başarılı olmak da zor. bunun kişilikle, parayla, fiziksel özelliklerle alakası yok. zira bu dünyada "şu hayat bana çok kolay geliyor, öyle ki neredeyse zaman geçmiyor da uçuyor, her günüm ayrı bir bahar" diyecek insan yok. varsa tanımıyorum, tanımak da istemiyorum. peki bu çok mu kötü, çok mu onarılması mümkün olmayan bir yara açıyor. tam aksine insanı güçlendiren tek şey bu. yoksa 1 (yazıyla bir) gün önce sadece resmini gördüğüm birine aşık olmam da zor, 5 yıl önce sıradanlığın son noktası bir velet iken kendini yetiştirebilmiş bir adam olmak da zor, "güzel" müzik dinlemek de zor, güzel müziği anlayabilmek de. aslında içi boş insanlar üzerinde uçurumun dibine "yükselen" bir ülkenin vatandaşı olup, bir halt yapamayacağını bilmek de zor, belki bir halt yapabileceğini bilip bunu denemeye cesaret edememek de. yani zor, anlatabiliyor muyum, bu dünyada iyi bir şey yapmak zor. bir ilerleme sağlayabilmek, bir şeyleri değiştirebilmek, olguların temelini sorgulamak, böyle gelmiş böyle gider kavramına karşı olup bunu değiştirmek için bir şey yapmayanları değiştirmek, çıtayı yükseltmek, yeni ufuklar keşfetmek, sıcak kumun üzerinde yürümek zor.

    ama şu anda yaptığım ve yazının sonuna kadar yapmaya devam edeceğim gibi saçmalamak kolay, yıkmak kolay, gerçekten aşık olmamak kolay, düşünmemek kolay, sadece bir kelime dünyanın en anlamlı şeyi olabilirken sayfalarca yazıp yine anlatamamaktan kaçmak, yazmamak kolay, sorgulamamak kolay, çürümek kolay, sert olmak kolay, ruhu kınından çıkarıp sağa sola savurmak kolay. bunların hiçbiri insanın canını yakmıyor çünkü, kaşındırmıyor, zihninizi kurcalamıyor, keyfinizi bozmuyor. yeni şeylere açık olmayı, sorgulamadan kabul etmek zannedenlerin içinde, sorgulamayı eleştirmek, eleştiriyi hakaret, hakareti en büyük erdem zannedenler ile birlikte yaşıyoruz çaktırmadan. ya onlardan biri olarak, ya onlardan kaçarak, ya da onlara karşı savaşarak. vandal tarafta olmadığınız sürece, zaten "savaş veya kaç" içgüdüsünün arasında kalmak değil mi insanı savaş romantizmine iten? bitaraf olan bertaraf olacaksa, bertaraf olmak için mi yetiştiriliyoruz, veya taraf olmak, savaşmak, her zaman en onurlu tercih mi?

    evet savaşmak her zaman en onurlu tercih, ama savaşmak tek taraflı, tek boyutlu ve en ufak bir amaca hizmet etmeden yapıldığında yapılabilecek en onursuz tercih. yani düşünmemek, akıl denen olguyu kullanmamak, kılıcı değil kını ortaya koyarak savaşmak, böyle saldırmak, savaşı ve onuru baştan kaybetmek demek. ancak tek savaş taktiği bu olan strateji dehalarının içinde azınlık durumunda kalınca, birey yine savaşma ve kaçma konumuna geliyor. ilginç olan şey şu, saldırdığınızda yara aldığını farketmeyen bir düşman karşısında yapılacak savaşın anlamı yok. bu savaş, petek dinçöz ve serdar ortaç gençliğinin önüne camel'ı çıkarmaya, daha sonra beyin yerine sıcak su torbası taşıyan bu güruhu mental olarak yendiğini düşünmeye benzer. sonucu beraberlik olan bir müsabakayı biz daha iyi oynadık diyerek kendi galibiyetiniz ile tescil ettiremezsiniz.

    aynı durum frank rijkaard'a, johan neeskens'e, kısaca futbola yapılanlar için de geçerli. buradan geleceğim nokta şu;

    buradan hiçbir noktaya gelmemek. zira gelinebilecek bir nokta yok ortada. kapsüllerinden çıkmamış, hep verileni almış, daha fazlasını istememiş, zeki olduğunu düşünen, aslında düşünmeyi geçtim, zeki olduğundan emin olan, futbolu rıdvan'dan, hıncal'dan, telegol'den, fotomaç'tan öğrenmiş olmasına rağmen sanki başka bir altyapı almayı denemiş, futbolu anlamak için çabalamış gibi davranan şahıslara iyi futbol, istikrar, sabır gibi kavramları anlatmak, yıllar önce ölmüş bir insanı hayata döndürüp sonra tekrar öldürmeye çalışmak gibi bir şey. hayata döndürme kısmı bile imkansız, çünkü yapılan eleştiriyi "bana hakaret ettiler, fikirlerimi sorguladılar, en iyisini ben bilirken nasıl bana laf ederler" sığlığından çıkarak değerlendirebilen ve cevap verebilen insanların sayısı bu ülkede çok az.

    yani en kolayını yapıyoruz aslında biz "aklıevveller". değişmeyecek şeyler ile savaşarak onurumuzu savunuyoruz. zaten yerinde duran, yıllardır yarım arpa boyu bile ilerlememiş, ilerlemesi de mümkün olmayan cehalet kayasını kuş tüyünden çekiçler ile dövüyoruz. neden, çünkü en zeki biziz ya, birilerine laf anlatmaya çalışmamız lazım, birilerini "doğru yol"a sokmamız lazım. sonunda da rahatlıyoruz sanırım, biz elimizden geleni yaptık diyerek. ama kendi adıma rahatlayamıyorum sanki, ne bileyim aslında bir halt yapmadığımı çözüyorum biraz. kendimi düzeltmek için bugüne kadar ne yaptığımı düşünemiyorum korkudan. bunu yapabilecek kadar cesur olmak, bülent korkmaz olmak vardı aslında. ama yapabileceğim bir şey yok. insan kendisinin kaptanı olamıyor, kendisinin görev adamı olabiliyor ancak. sistemi, lideri olmayan bir takımda görev adamı olmak. ne kadar da hoş.

    evet çok da hoş olmayan bir hayatım var. insanın çevresini bomboş insanlar sarınca doğal olarak ortaya çıkan karadelik sizi de bir parça çekiyor. bilinçli olarak bilinçsizliğe sürüklenmek de diyebilirim giovani dos santos olup düzleştirilmiş çokomel ambalajı parıltısında cümleler yazmak istersem. ama arda turan olup bu cümleleri yazabilecekmişim hissiyle işi götürmek daha kolay. cevap aradığım soru şu; bilinci olmayan, daha doğrusu bilinç nedir bilmeyen insanları düzeltmeye çalışmayacaksak, onlara karşı savaşmayacaksak, değişmesi mümkün görünmeyen şeyleri değiştirmek için çabalamayacaksak, üç adımda everest'in üstünden atlama hedefi aklımıza gelmeyecekse, 0'ı 1 yapmak ile uğraşmayacaksak, kendimiz birer yutan eleman olmayacak mıyız? bu sorunun cevabı evet ise, savaşın bütün mantıksal detayları görmezden gelerek devam etmesi gerekir. her zaman yaptığı gibi. bu sorunun cevabını hayır olarak verecek kişinin de verilmeyecek bir savaşın tazminatını ödemesi gerekir. işte bu yüzden böyle geldiği için böyle gidecek, yıllar önce böyle gelirken kimse sesini çıkarmadığı için böyle gidecek. peki yapılması gereken ne, yapılması gereken bir şey yok. ayın karanlık yüzünü görmezden gelin, hayatın tadını çıkarın. ve evet, bu yazı futbol üzerine.

    "there is no dark side of the moon really. matter of fact it's all dark."
  • 79
    bir insanin hayatinda bu kadar mi yer yapar, dedigim meret'tir. bir insan bu kadar mi özler onu? isterse kasaplar ligi olsun, harbiden bu turkcell super lig hic bitmesin. zira o bittigi gibi galatasarayimdan'da uzak kaliyorum. ali$tim her hafta 90 dakika her $eyden kopmaya. cok sükür bu yaz dünya kupasi var. o bittigi gibi avrupa ligi eleme maclari ba$layacak ve derken agustos'ta acili$i yapacagiz allah'in izni ile. sanirim futbol, cenab-i hakk'in ingilizler vesilesi ile bizlere bah$ettigi en güzel nimetlerden biri. iyi ki varsin futbol, zira sen olmasaydin galatasaray da olmayacakti.
  • 82
    iş görüşmelerindeki sorulara cevap verirken bahsetmekten çok mutlu olduğum, izlemeye doyamadığım, bazılarına göre oyun, ben gibiler için ise hayatın yeşil zemindeki yansıması.

    soru: görev tanımızdaki işleri tamamlayamamak uğruna başkalarına yardım ettiğiniz olur mu?
    cevap: eğer takım o anda gol yemek üzere ise ve de sizin atacağınız bir golün pek de önemi yoksa kale önünde gol aramanızın anlamı yoktur.

    soru: görevini yerine getirmeyen bir arkadaşınızın bu boşluğunu üstünüze şikayet ederek mi yoksa konuşarak mı yoksa onun işlerini yüklenerek mi doldurursunuz?
    cevap:
    maç sırasında ise, takım önemlidir, o sırada uzun uzun konuşmaların ya da kenara gidip teknik heyete çekiştirmenin bir getirisi olmaz. mümkün olduğu miktarda onun açıklarını kapatmak gerekir ki takım kazansın.

    antremanda ise konuşmak verimli olur ki, iş işten geçmeden önlem alınabilsin.

    üstüne şikayet etmeye gelince.. eğer adam gibi bir teknik direktörse problemi zaten görür, şikayet size bir şey kazandırmaz. eğer bu problemi göremeyecek kadar körse, zaten takımı yönetemiyordur, şikayetiniz havada asılı kalır ancak.
  • 85
    her ne kadar iyi oynayamasam da bende bir tutku haline gelen spor dalıdır. hakkında yazılan yazıları, anıları, futbolcu hayatları, yaşanan olayları okudukça izledikçe beni kendisine daha çok bağlamaktadır. okumayı sevmeyen birisi olarak kütüphaneye girdiğimde ilk baktığım kitaplar futbol üzerine olanlar. benim gibi birisini çok nadir görürsünüz böyle yerlerde. olur da görürseniz bilin ki elimde bu tür bir kitap vardır.

    (bkz: i love this game)
  • 89
    hepinizin bildiği gibi; johann cruyff futbol hakkında şunu söylemiş:
    - futbol basit bir oyundur, önemli olan onu basit oynamaktır.
    atalarımız ne demiş; ensee çat! diye şu yazıyı bitiriversem ne güzeldi. neyse, cruyffla benim benzer noktamı bulmak gerekirse; cruyff futbolun basit oynananını seviyor, ben futbolun basit anlatılanını seviyorum. mesela, trouble bir ara rıdvan dilmen'in futbolu basit anlattığını söylemişti. doğru valla, ben ekseri yorumlarına sinirlensem de, rıdvan dilmen basit dille yorumlar maçları. genelden özele doğru giderek kümeyi kapatıyorum; bizim sözlükte basit bir dille yorumlayan isim captanodur.

    allah kahretmesin, ben sözlükte yazar değilken (ve yazarlığımın ilk zamanlarında) nasıl keşfetmemişim captano abiyi? adam her maçı analiz ediyor. istisna göstermiyor. en önemsiz hazırlık maçlarına bile bir-iki cümle ile değindiğini gördüm. adam adeta analiz yapmayı huy edinmiş, hasbelkader giyim sektörüyle ilgili bir meslekte çalışsa kendisine sözlükten atacağım ilk mesajda "serdar fazla kilolarını ver, üstüne şu şu kıyafetleri giy, saçını şöyle yap" dese, ben de bunları uygulasam, dışarı çıktığımda karşı cins etrafımda pervane olacaktı. bir ara motorları analiz etmiş, motordan haz etmediğim halde severek okudum. mağlup olduğumuz maçlarda yazı okumayı sevmiyorum, onların dışında her analizini keyifle takip ediyorum. e koskoca captano, adam "futbol maçı yazısı" denince aklıma ilk gelen isimlerden biri olmuş, yazılarında bas bas bağırıyor "ben futboldan anlıyorum" diye, neden captano elinden geldiğince basit yazıyor yazılarını?

    buzdağının bir de öbür yüzü var. maçlardan sonra sözlüğü okurken bakıyorsun, bir dünya yorum yapılıyor. allah allah, alabildiğine tabir, alabildiğine futbol terimleri. kimi sadece mağlup olunan maçlardan sonra yapıyor bu analizleri, kimi iyi oynayıp galip geldiğimiz * maçlardan sonra... ben şimdi "tandem nedir?" diye sorsam, sözlükte bunun cevabını verecek 3-5 kişi vardır. ama yazılara bir bakıyorsun,box to boxlar, hem ileride hem geride iş yapan orta sahalar, oyunu çift yönlü oynamalar, defanstan top şişirmeler... hiçbir şey anlamıyorum yazılanlardan. hayır, zaten aradığım, okumak istediğim bunlar değil de; anlamak için sanırım futbol dünyası'nın içinde olmak gerekiyor. e halime bakıyorum, en son halı sahada maç yapalı 6-7 sene olmuş. toka moderatör oldu, konya'ya gelip halı saha zirvesi düzenleme imkanı da yok. kondüsyon bisikletine biniyorum, hedefim 5 dakika. iki buçuk dakika sonra tıkanıyorum, köpek gibi solumaya başlıyorum. nefesim açılsın diye sigarayı bıraksam, ben sigara olmayınca yazı yazamam. siz de benim bu zevkli yazılarımdan mahrum kalırsınız. (zevkli bu yazı, valla bak. en azından yazarken keyifli)

    tamam, ben futboldan anlamıyorum. eyvallah buna. ama sözlükte son zamanlarda gördüğüm, üzüldüğüm bir şey var. lafı "fatih terim futboldan anlamıyor abi" cümlesine getiren entryler var. kusura bakmayın da, bu düpedüz grande punto marka arabası varken parayı bulup mercedes'e binen birinin "punto da araba değil abi ya, on metrede bir teklerdi" demesi gibi bir şey. benim gibi futbol cahili oluyor da, futbol görgüsüzü neden olmasın? frank rijkaard gibi bir adam galatasaray'ın başında olmasaydı, çoğunluğun dili yetmezdi fatih terim isminin futboldan anlamadığını söylemeye. ya tamam, rijkaard gitmesin de; fatih terim'in futboldan anlamadığını da söylemeyelim. ya da istediğinizi söyleyin, ona da eyvallah. ama bana lütfen anlatın fatih terim'in neden futboldan anlamadığını.

    hayır, ciddiyim ben. kimseye ayar verme çabasında da değilim, bana cevaben ayar vermeye çalışan biri olmasın şimdi. soru basit, fatih terim nasıl futboldan anlamıyor? abi, ortada büyük bir başarı var: uefa kupası. madem fatih terim futboldan anlamıyor, ondan sonra gelenler daha da mı anlamıyordu futboldan? neden bir daha uefa kupasını alamadık? "o takımda hagi vardı, popescu vardı..." diye saymayın. fatih hocadan sonra gelen lucescu'nun elinde taş gibi takım vardı. neden real madrid'i eleyemedi? "ama real madrid şöyle güçlü böyle güçlü" demeyin. leeds united çok mu güçsüzdü? o kadro şu an premier ligde olsa önünde kimse duramazdı. lucescu döneminde takım kimliğini yitirdi, izlediğimiz maçlardan da tat almıyorduk. şampiyonlar liginden bir elendik, takım un ufak oldu. floryadan kaçmak için can atanları bile oldu. diyorsunuz ki "fatih terim basın aslanlarım, koşun yiğitlerim taktiğiyle oynatıyordu takımı; motivasyonla maç kazanıyorduk". en güldüğüm yorum. abi; motivasyonla bir maç alırsın, iki maç alırsın. topu ilerde şişirme taktiğiyle 3 maç alırsın, 5 maç alırsın. e kocaman uefa kupası var müzede, o nasıl alınacak sizin anlattığınız fatih terim yönetimiyle? hadi motivasyonla oluyor bu işler, fatih terimden sonra gelen bir allah'ın kulu da mı bilmezdi takımı motive etmeyi? herkesi geçtim, bülent korkmaz sadece galatasarayda 6 sezon geçirdi fatih terimle. bunun milli takım'ı filan da var, hiç girmeyelim o yönüne. o takımın kaptanı bülent korkmaz motivasyon konusunda hiç mi bir şey öğrenemedi fatih terimden? neden hamburg'a elendik o zaman? niye motive etmedi takımı? bana "savunmada kewell oynuyordu" demeyin lütfen; fatih hoca da ahmet yıldırım'ı stoper oynattı zamanında. ahmet yıldırımdan ne kadar iyi stoper olur, siz söyleyin bana. hadi her şey bir yana da, koskoca milanla koskoca fiorentina neden getirdi fatih terim'i başına? hadi ben futbol denen mereti bilmiyorum, fatih terim hiç anlamıyor zaten. e bu takımlarda hiç mi futboldan anlayan adam yoktu? niye demediler "aman fatih terim'i getirmeyelim, bu adam futboldan anlamaz" diye?

    sorularıma ciddi, nazik cevaplar istiyorum. ayar mayar derdinde de değilim, ayar işine de girmeyin. basit anlatın; ben box to box filan bilmem. nitekim anlamıyorum futboldan. "fatih terim çok egoist" de demeyin, sorular adamın niye futboldan anlamadığı üzerine. cevap verirseniz, eyvallah derim. ama veremezseniz lütfen bu sözlükte hem fatih terim'in futboldan anlamadığını iddia edip hem de uefa kupası'na tesadüf diyen aziz yıldırım'a kızmayın.

    not: cruyff diyorum, rijkaard diyorum, fatih terim diyorum, captano diyorum; bunlara rağmen entryyi başlıkla uyumlu bulmayıp fatih terim başlığına taşırsan "faşist moderasyon:////" diye ortalığı ayağa kaldırırım. bilmiş ol moderasyon.
  • 90
    sevgilim,
    bir kez olsun sabredip doksan dakika, izlesen şu güzelim oyunu, inan vazgeçeceksin yüzümdeki ifadeye şaşkın şaşkın bakmaktan.

    "bir topun peşinden koşan 22 adam" deyip küçümsersin, seni tatlı şaşkınım benim: 25 adam koşar sahada, ki o çoğunuzun farketmediği üç adam var ya ah ki ah. hata payı göze alınan ve sonucuna katlanılan başka oyun yoktur hayatta. peki ya biz?

    birçoğumuz için anlamını yitirmiş şu hayatta tutunmak adına her ne varsa bu oyunun içindedir. sevdiğin ve çok uzun zamandır görmediğin bir arkadaşını uzun bir aradan sonra ansınız görmek mi; kayıp zamanlarda atılan gol gibidir.

    sana neredeyse yetmişine gelmiş bir adamı anlatayım. yıllardır aynı takımı yönetir ve yıllardır her golde iki elini yukarıya kaldırıp önce sağına sonra soluna birkaç metre koşar ve çikolata bulmuş çocuk gibi ellerini çırpar oturur yerine. futbolun efendisidir. sör unvanı verilmiştir kendisine. sana ya da bana aşkımızdan bahis, ne nişanlar ne ünvanlar beklersin ki?

    evinde eşine, dostuna, çocuğuna sarılmaan adamların her golde birbirine sarılmasını içerlememek ve bunu takdir etmek gerek önce. futbolu seven ve taraf olan adamların hemcinslerine kıyasla daha adam olduklarına inanırım ben. ne sokaklarda gezerken hissettiğin, gördüğüni yaşadığın taciz, ne de trafikte korna terörü yaratanların misal, bir takıma gönül verdiğine inandıramazsın beni.

    derbi günleri benden şefkat bekleme sevgilim. o gerginlik yağmuru yüklemiş bulutun akmak için kıvranması kadar güçlü ve yok edicidir. kaybettikten birkaç saat sonra yüzümde beliren huzura aldanma; o, kazanan dostların mutluluğuna atılmış bir derin toptur; birimiz kaybetmeden diğerimiz kazanamayız ki. sen olmadan ben olabilir miyim hiç...

    ***

    maç günleri eve misafir istemiyorum hayatım. ilişkimizde şartlar eşittir ama öncelik her zaman futbolundur. ilişkimiz bir manifesto yaratacaktır zamanla ama anayasamız maç olduğu zaman maç izleme şartı ile başlar. her gün maç olması da benim suçum değildir, futbolun vazgeçilemez büyüklüğündendir. bunun için bana surat asmak yerine üç günde bir maç yapmak zorunda kalan bu çocuklar için üzülmelisin; emeğe saygı sevgilim. onlar milyon dolarlar kazanacak diye kendimizi paraladığımıza inanıyorsan büyük bir yanılgı içindesin. bize yaşattıkları ve kazandırdıkları yanında bu çocukların birer emekçi olduğuna temin ederim seni aşkım; yemekle bitmeyecek tek miras evlat ve futbol sevgisidir canım benim.

    ***

    tutulan nefeslerin ve gerilen sinirlerin metrekareye oranı başka hiçbir şeyde futbolda olduğu kadar büyük olamaz. kızgın, üzgün, mutsuz, huzursuz anlarımda bile seni dinlerim, dokunurum, seni başımın üzerinde taşır neyim varsa paylaşırım ama yalvarırım maç seyrederken önümden geçme; ofsaytı bozma sevgilim, çok ileri gitme.

    sen sen ol sevgilim 'hayatım futbol' diyebilen bir adamı asla küçümseme hatta onun zorlu ve heyecan dolu hayatına tanık ol, yaklaş ve içine gir ki taraf olmanın hayattan nasıl ayrılmaz bir gerçek olduğuna karar ver ve yaşamaya bak.

    ***

    hem biraz da meseleye olumlu yönünden bakmaya çalış.
    pazar gecesi önüme pilav diye koyduğun o bulamacı gülücükler dağıtarak yediysem ve bu kötü yemek performansından dolayı bırak sana kart göstermeyi teşekkür ettiysem bu yaşadığın toleransın tek sebebi bugün kazanmış olmamızdır. sen yine sen ol, ilişkimizdeki huzura katkıda bulunan bu futbolcularla iyi geçin sevgilim.

    ***

    ailenden üç kişinin bile adını bilmezken önde gelen liglerdeki tüm oyuncuları ismen tanımam senin yaptığın gibi kızıp alaya alınacak bir gereksizlik değil takdire şayan bir bilgi dağarcığıdır.

    üstelik tanıdığım akrabaların yok değil. evet kuzenin rıdvan da fena çocuk değil ama benim adamım kardeşi feyyaz. hem sen onlara bu isimler neden konmuş önce onu sor!

    aşkım kızma ama bu filmin tekrarını diğer kanalda izlersin sonra. unutma hiçbir maç ve hiçbir pozisyon tekrar edilemez bu oyunda. seri a'nın lig özetlerini bu kanal daha uzun veriyor afedersin değiştiriyorum. seri ve uzun soluklu bir ilişki için bu gibi durumlara alışmalısın. futbolda buna çalışılmış pozisyon diyoruz.

    film keyfin yarıda kaldı diye bu kadar yıkılma. topu kalenden çıkar ve ileriye doğru inançla koş; her huzurlu erkeğin arkasında futbol seven bir kadın vardır. sen, dünyada en çok sevdiğim ikinci şeysin sevgilim.

    feridun düzağaç
  • 91
    futbol bir geometri, matematik problemi gibidir. hani problemi çözerken farklı yollar denersin sonuca ulaşmak için çözemedikçe daha da hırslanırsın sonucu bulmak için ve tüm bu çabaya rağmen sonuca ulaşamadığında bırakırsın bütün hevesin kaçar, ondan sonraki basit soruları bile yapmak istemezsin ya da tam tersi çözdükçe daha da heyecanlanır bir yenisini çözmek için gaza gelirsin çözersin çözersin bi bakmışsın ki bir sürü soru çözmüşsün ama hepsinden keyif alarak, zamanın nasıl geçtiğini bilmeden. futbolda tam böyle bir şey bana kalırsa. ya ilk durumdaki gibi salıverirsin kendini bırakırsın en kolay pozisyonları en kolay maçlarda bile harcarsın ya da birbiri ardına gollerle, pozisyonlarla, şahane bir oyunla kendini kaptırır gidersin bi bakarsın ki 90 dakika bitmiş.
  • 93
    kaleciyi italya'dan
    defansı italya'dan ve almanya'dan
    orta saha göbeğe brezilya'dan
    kanatlara arjantinli veya portekizli
    göbeğin 2 kenarına devşirme fransız senegalli ve hollandalı
    forvete brezilyalı ve italyan

    teknik direktör: alman *

    mevki olarak en iyi futbolcular az çok bu yönde çıkmıştır bu zamana kadar, bu kadro 80,90,00 i kapsar.

    orta sahaya ispanya baskıları geliyor evet haklısınız şuan için ben sadece kalıplaşmış olanları ve 30 yıllık süreci yazdım.
  • 95
    dünyanın en popüler sporudur. takım oyunudur. benim en çok sevdiğim kısmı hiç bir zaman bu oyunun kralı olmaz. olmasının garantisi yoktur. yani takım halinde yapılan taktiklerin, sistemlerin hiçbiri diğerlerinden üstün değildir. üstünlüğü, sistemini en iyi işleten, oyun içinde en uzun süre oynatabilen kurabilir. ki buna şuanki en iyi örnek barcelonadır. fakat bu barcelona'nın oynadığı sistem olan total futbol, futbolun en mükemmel taktiğidir demek değildir. bu yüzden garantisiz bir oyundur futbol.
    en mükemmel taktik, takımınızın en iyi oynayabileceği sistemdir.
  • 96
    osmanlı döneminde ilk defa 1875 yılında selanik’te oynanmış.
    ingiltere’den limanlar aracılığıyla osmanlı topraklarına yerleşen ingilizler sevdikleri bu oyunu topraklarımızda da oynamaya başlamışlar.
    ve sonrasında rumların da bu spora meraklı olmalarıyla kısa sürede futbol ilerlemiş ve böylece futbol maçları, osmanlı topraklarında oynanmaya başlanmış.
    1903'te beşiktaş
    1905'te galatasaray
    1907'de fenerbahçe
    kurulmasına karşın, osmanlı kültürü ve o dönemdeki yaşayışımız bir süre bu oyunu reddetmeye çalışmış.
    futbol oynayanların ayıplandığı bir dönem 1908 yılından sonra geride kalmaya başlamış.
    1908 yılından sonra okullarda da gençler bu oyunu oynamaya başlamış.
    ve önü alınamaz bir şekilde ilerleyen futbol, günümüzde her şeyimiz gibi bir şeydir.
App Store'dan indirin Google Play'den alın