20
adnanlara lanetler yağdırma sebebimdir, mumla aradığımdır, özlediğimdir.
galatasaray 3 haziran 2005 tarihinde iki artı bir yılı opsiyonlu olmak üzere 3 yıllığına erik gerets'e imzayı attırarak bembeyaz bir sayfa açmıştı. yepyeni bir sezona, yepyeni bir hocayla start verilmişti. hagi'nin gidişiyle birlikte, gerets'in gelişine ilk önce ön yargılı olarak baksam da zaman geçtikçe dimdik duruşuyla, konuşmalarıyla, adam gibi adamlığıyla, karizmasıyla beni kendine hayran bırakmayı başarmıştı. en zor şartlarda galatasaray'ı rekor puanla şampiyon yaparak, o en değerli şampiyonluğu iliklerimize kadar yaşatarak galatasaraylının hafızasına bir daha asla silinmemek üzere kazındı. lig başladığında göze hoş gelen hücum futbolu anlayışıyla ve saha kenarındaki duruşuyla, verdiği güvenle aklımızda hep öyle kalacak.
sevmişti taraftar onu. övgüyü her zaman hak etmişti. futbolcularla diyalogunun çok iyi olduğu da her halinden belliydi. atılan her golden sonra futbolcuların kendisine koşması bunun en büyük kanıtıydı belki de. fenerbahçe maçında alnının yarılmasına rağmen bir şövalye gibi dimdik ayakta durması, galatasaray serüveni boyunca belki de en can alıcı noktaydı. bu duruşla taraftarın gönlünü yeniden fethetmişti. adına pankartlar hazırlandı üzerinde ''alnındaki kan, alnımızın akıdır, sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla' yazan. asla ve asla başarısız bir teknik direktör değildi. peki çok mu iyiydi? hayır! bir ferguson, yada bir benitez değildi; ama en azından ondan sonra geleni de göz önünde bulundurursak galatasaray için kaçırılmayacak bir fırsattı.
öyle ya da böyle, acısıyla, tatlısıyla, şampiyonluğuyla, üçüncülüğüyle, parasızlığıyla, sıkıntısıyla koskoca 2 sene geçmişti. üzüldüm, kırılıdım ama asla şaşırmadım gidişine. yönetim yine başaramadı, yapamadı. basireti bağlandı yine. çıkarlar ön plana geçti yine. birilerinin koltuk sevdası uğruna yaktılar. sadece ona yapılmadı bunlar. fatih terim'e, mircea lucescu'ya, hagi'ye de aynı masallar anlatıldı hep. onlar da aynı bu masallarla uyutuldu. uyandıklarında çoktan galatasaray'dan gitmişlerdi. yönetim hepsinin arkasındaydı oysa ki. çıkıp televizyonlara pişkin pişkin, teknik direktörümüzle 1 senelik sözleşmemiz devam ediyor, sonuna kadar arkasındayız dedi. sonuç hep böyle oldu. o yüzden alışığım, işte bu yüzden şaşırmadım gidişine. ne olursa olsun bu kadar kolay olmamalıydı her şey. bu kadar acele edilmemeliydi.
gitti. 26 eylül 2007'de artık olympique marseille için vardı. imzayı atarken bile hala bizden biri olduğunu gösterdi. galatasaray'dan ayrılırken 'gs' amblemli montu, marsilya'ya imza atarken de üzerindeydi. hepimiz görüyoruz şimdi marsilya'da neler yaptığını, yapabildiğini. 18. sırada aldığı takımı 4. sıraya kadar çıkaran da gerets'in ta kendisi, bi başkası değil. 28 kasım 2007 beşiktaş olympique marseille maçı için türkiye'ye geldiğinde lig tv'ye verdiği ropörtajda marsilya'nın başındayken bile 'ben hala galatasaraylıyım.' diyebiliyorsa, 'türkiye'de başka takım çalıştırdığımı hayal bile edemiyorum.' diyebiliyorsa, 'keşke galatasaray'a tekrar geri dönsem diyebiliyorsa.' ve 'bir gün mutlaka türkiye'ye döneceğim.' diyebiliyorsa hepimizden çok galatasaraylıdır bu böyle biline!
vefasızlıkların en alasını yapan, başarısızlıklarını içlerinden bir günah keçisi seçerek ki bu genelde teknik direktörler oluyor- ört pas eden iktidar manyakları(!) yüzünden gitmek zorunda kaldığı için, ayrılmak zorunda olduğu için üzülen, hatta sadece üzülmekle kalmayıp veda konuşmasında duygulanıp göz yaşlarını tutamayan, efendiliğiyle galatasaray'da olmayı sonuna kadar hak eden, babacanlığıyla futbolculara kol kanat geren, futbolcuları koruyan, kollayan başka bir yabancı teknik direktörün olmadığını hepimiz biliyoruz ve belki de bunun için onu çok seviyoruz, mumla arıyoruz, özlüyoruz, gidişine üzülüyoruz, keşke geri gelse diyoruz. bir tek ben geri gelmesini istemiyorum, oda iktidar manyakları diye tabir ettiğimiz adnanlar ve daha niceleri yüzünden!
nerde olursan ol takibimdesin! seni seviyorum adam gibi adam!