• 796
    özellikle son zamanlarda iyice alevlenen sahtekarlık mevzularına ilişkin bence güzel bir yazı. illa ki katılmadığım ufak ayrıntılar var yazıda ama benim de nihai görüşüm bu yazıdakine paralel. yazıyı http://stalker-21.blogspot.com/...z-barca-nefreti.html adresinden de okuyabilirsiniz, aşağıya da alıntıladım.

    --- alıntı ---

    bu ülkede, insanların güçsüzün yanında yer almak gibi bir eğilime sahip oldukları yönündeki yargı, basit bir sanrıdan ibaret. bizim kültür, teamülün dışarısına çıkanlara uyuzdur. güçlülere değil. bir konuda çoğunluk gibi olmadığın an antipati oklarını üzerine çekersin. öyle ki, 'entel' sözcüğü bir hakaret mahiyetinde kullanılır.

    mahallede olup bitenlerin dışında kalan bir konsepte meyletmeniz, sizi itici yapar. eğer, farklı eğilimlere yönelecekseniz dahi, bu o mahalledeki farklılık varyasyonları içerisinde olmalıdır. kesinlikle mahalle dışında değil.

    bu durum, futbol taraftarlığının sınırlarını da saptama konusunda belirleyici oluyor. genel teamül buna göre oluşuyor. çok basit bir şekilde, taraftarlığınıza kulüplerin kuruluş tarihi ya da renklerindeki farklılık dışarısında anlamlar yüklediğiniz anda, mahalle sınırlarının dışına çıkmış oluyorsunuz ve bayağılıkla itham ediliyorsunuz. ya da samimiyetsizlikle. bu nedenledir ki, galatasaray - fenerbahçe derbisinin hiçbir etnik, dini, siyasi, kültürel çatışma barındırmıyor olması, ülkedeki spor cemaatinin en büyük övünç kaynaklarından biri olabiliyor.

    bu mahallenin fikir yelpazesinden öteye geçmeye çalışanların aldıkları tepkiler genellikle, gavur deyimiyle 'abuse' kapsamında yer aldı ve bunun şiddeti de artıyor. fc barcelona da, mahallenin abilerinin ve yeni yetme bebelerinin sıcak bakmadığı unsurların tepesinde geliyor.

    yukarda yer alan fotoğraf, barcelona'nın yazılı düşmanı marca'nın 29 mayıs 2011 tarihli nüshasından. şampiyonlar ligi finali sonrasında atılan belki de en güzel manşet, real madrid'in propaganda organından; yani bizim mahalle sakinlerinin duyduğu antipatinin yüzlerce katını barça'ya karşı hisseden ve bu atmosferi yerinden yaşayan bir gazeteden geldi. futbol yazdılar büyük puntolarla. josep guardiola'nın yarattığı takımın, bu oyunu takip eden herkesin aklına getirdiği ilk sözcük buydu çünkü.

    büyük bir nefretle saldırıyorlar gencolar. "sahtekarlar!" diyorlar, "tiyatrocular!" diyorlar, "dünkü çocuklar bu takımı tutuyorlar!" diyorlar, "la masia'da mı öğretiyorlar bunları(!)" diyorlar, "franco'dan size ne ulan!" diyorlar, "ergen solcu bozuntuları!" diyorlar, "barcelona'yı seversin ama diyarbakırspor'a burun kıvırırsın!" diyorlar, "uefa bunları kolluyor zaten!" diyorlar, "chelsea!" diyorlar, "pepe!" diyorlar, "sağdan soldan duyduklarıyla anarşistlik oynuyor bu barcelona'yı sevenler!" diyorlar... ağızları torba değil vesselam, konuşuyorlar.

    "futbol sadece futbol olduğu için güzeldir" diyor bu insanlar ve ne tezattır ki, bir futbol kulübünün sevenlerini o kulüpten ve doğal bir sonucu olarak o oyundan soğutmak için salyalar saçmakta hiçbir beis görmüyorlar.

    josep sunyol'dan utanmıyor olsam, daha önce yaptığım gibi çoğunluğu deli saçması olan bu argümanlara birer birer cevap vereceğim. ama 3 senede anlayabildim ki, bunun pek faydası yok.

    bu kitle neden salyalar saçarak bu kulübe ve bu kulübün türkiye'deki sempatizanlarına saldırıyor peki? bu sorunun cevabı, yazının başında bahsettiğim mahallecilikle ilintili. bu insanlar, doğru ya da yanlış, eksik ya da tam saiklerle, işin içine tarihi, politikayı ve etnik karşıtlığı da katarak bir futbol takımına bağlandıkları için bu tepkiyi görüyorlar. teamüle uymuyorlar. çoğu rivaldo ile, bir kısmı ronaldinho ile ısındı bu kulübe belki ama yine de, işin içine türk futbol algısının dışında kalacak herhangi bir bakış açısını kattıkları an, çizgiden uzaklaşmış oluyorlar. mahallenin abileri ve yeni yetmelerinin bu durumdan hoşnut olması mümkün değil. dolayısıyla, buna cüret edenlerle dalga geçmek, onları itibarsızlaştırmak, sevdikleri kulübe şuursuzca saldırmak, yeni moda internet insanı tribi olarak 'troll'lemek' ve sonuç itibariyle bu insanları rahatsız etmek icap ediyor. başarıyorlar da bunu hani, çoğunun ortak özelliği gayesizlikleridir.

    bakınız, dediğim gibi; bu kulübü sevenlerin oluşturduğu tarihi, siyasi, dini, kültürel vb değerlendirme kriterlerinin ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu çok da önemsemiyorlar aslında. o kısmıyla ilgilenmiyorlar. zaten ilgileniyor olsalar, barcelona'yı sevenlerin kulübe sol politik değerler ithaf ettikleri gibi aptalca ve cahilce bir yargıda bulunmazlar. onların hoşuna gitmeyen, insanların bu sulara dalıyor olması. tabii bu saldırıların meşruiyetin zeminini iyi oluşturmak icap ediyor. bunun için de, çoğunluk algısının ayarlarıyla oynamak gerek. barcelona sempatizanlığını/hayranlığını basit bir 'güçlüden yana durma' ve klişe olma yörüngesinde tanımlarsanız, bu zemini oluşturursunuz. aslında çoğunlukta olan kendiniz olsanız bile.

    nefret, saygıyla ve dikkatlice ele alınması gereken bir mefhum. ben real madrid'den nefret ediyorum. kulübe hakim olan kibir kültüründen (aynı kişiler bunun var olmadığını ya da barcelona'nın daha kibirli olduğunu iddia ediyorlar), merkeziyetçi duruşundan (emin olunuz ki real madrid, barcelona'dan daha politiktir çünkü tüm ispanya'yı temsil iddiası vardır), şundan birkaç yıl önce, ligi kazanıp şampiyonlar ligi'ni alamadı diye teknik direktör kovacak kadar ego problemli olmasından, tarihinde futbol namına ekol olmayı başarabildiği yegane dönemi rakibinden çaldığı bir futbolcuya borçlu olmasından ve kupa 1'de 66'dan sonraki ilk şampiyonluğunu 98'de kazanmasına ve bu süre içerisinde yalnızca bir final oynamasına rağmen, milan gibi bir takımın brütal varlığına rağmen 'yüzyılın takımı' hinliğiyle anılmasından, 11-1'lik soyunma odası tehdidi maçıyla övünen taraftarlarından, altyapıdan yetişen ya da transfer edilen genç ve yetenekli oyunculara (ör: samuel eto'o) şans vermemesinden... gider bu böyle. sabaha kadar sayabilirim. çirkinliğin tanımıdır benim için real madrid. midemi bulandırır.

    ve hani, bu nefret varken daha da güzelleşir benim için futbol. nükte de katar işin içine çünkü, eğlendirir, sinirlendirir. ama bu nefret, jose mourinho'nun, tüm kasaplığına rağmen geçtiğimiz sezonki 4 maçlık el clasico serisinde pepe'ye biçtiği rolü takdirle karşılamamı engellemez. tamamen tek dokunuşla, takriben 3 pasla 60 metrelik bir kontratağı golle sonuçlandırmaları karşısında hissettiğim futbol hazzına engel değildir bu nefret. daha önemlisi, real madrid'i seven birine antipatiyle yaklaşabilirim belki, ama bu nefret, o insana o takımı neden sevmesi ya da neden sevmemesi gerektiğini dikte etmeme vesile olmaz. böyle bir hakka ya da cür'ete sahip değilim.

    bu nefretin kapsamını, nedenleri ve sonuçlarıyla, bir olay örgüsüne benzer bir şekilde anlattığım zaman, ya da başkaları anlattığı zaman, neden klişe damgası yediğimi/yenildiğini çoğu zaman anlamak istedim aslında. basitçe, mahallenin aykırı çocuğu havası hissettiriyor ve karşındakinde 'çok bilmiş yavşak seni' yargısı oluşturuyorsun ve onlar da saldırıya geçiyorlar. ve bu konuyu hiçbir daim etraflıca konuşma fırsatın olamıyor. halen o mahallede ne işin var, derseniz; taşınmak için gerekli işlemleri başlattım derim.

    ***

    ani bir hamleyle saha içine geçelim.

    la liga, teknik futbolun birincil önem taşıdığı yegane futbol liglerinden biridir. çok iyi bir hücum gücü oluşturmayan hiçbir takım, bu ligde ilk dörde oynayamaz. uzun yıllardır böyledir bu. yakın dönemi ele alırsak, valencia ve deportivo şampiyonluklarını elde eden kadroları incelerseniz ve birkaç youtube örneği bulabilirseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. teknik futbolun öncelik sahibi olduğu bu arenada, sertlikler minimum derecede tolere edilirler. dolayısıyla, premier lig'de 'fair challenge' olarak adlandırılacak birçok hamle, la liga'da faul ile cezalandırılır. real madrid ve barcelona gibi kulüpler ise, 'büyük' olmalarının avantajıyla bu düdüklerden rakiplerine nazaran daha fazla yararlanırlar.

    "thank you, captain obvious!" diyenleriniz olacaktır, haklılar da. ancak bu noktanın üzerinden geçmemiz, şimdi anlatacaklarım açısından büyük önem taşıyor.

    fc barcelona, bizim memlekette sıklıkla, ve antipatistlerinin neredeyse tamamı tarafından saha içerisinde 'sahtekarlığa' başvurmakla suçlanıyor. oyuncuların kendini yere atmaya güdümlü olduğu söyleniyor. kendini yere atmak. yapılması gereken bir ayrım var. sahtekarlık ve kendini yere atmak, bir mücadele esnasında vücuda hiçbir müdahale olmamasına rağmen oyuncunun yere düşmesi değil midir? buna rahatlıkla sahtekarlık diyebiliriz, oyuncunun refleks olarak yere düştüğü nadir zamanlar hariç. burada bir problem yok. ancak, müdahaleden faul çıkarmak farklı bir şeydir. iticidir, antipatiktir ama farklıdır. bazı barcelonalıların yaptıkları da tam olarak budur ve bunu her maç yapmamaktalardır. bu çizgi çoğu zaman aşılıyor.

    barça'da, özellikle jose mourinho geldiğinden bu yana 5-0'lık maç hariç diğer el clasico'larda, dani alves, sergio busquets, pedro rodriguez, javier mascherano ve hatta andres iniesta'nın, hakemin standartlarına göre nizami sayılabilecek müdahalelerden faul çıkarmak için kendini yere bıraktıkları tartışılmaz bir gerçek. peki bu, bahsedildiği kadar büyük bir günah mı? el clasico'dan el clasico'ya barça maçı izleyenlerin ve puan kaybından puan kaybına barcelona konuşanların kaçırdıkları şeyler var.

    1. barcelona'yı, oyuncularının her maç yerlerden yerlere süründüğü bir takım olarak lanse etmek, en hafif tabirle haksızlıktır.
    2. barcelona'ya çalınan düdükler, ne eksik ne fazla, la liga standartlarını yansıtıyor. aynı düdükleri xabi alonso, marcelo, cristiano ronaldo, angel di maria vb oyuncular da gani gani alıyorlar.
    3. real madrid benzer düdükleri el clasico'larda alamıyor, çünkü top 20 saniyeden fazla ayaklarında kalmıyor.
    4. topa sahip olma dezavantajını, real madrid -haklı olarak- sert ve agresif bir oyunla aşmak istiyor. ancak, orta saha oyuncularının yeterince seri ve atlet olmamaları, basit bir alan kapama ve oyuncu markajıyla sonuçlanması gereken birçok aksiyonun faul ile neticelenmesine yol açıyor. özellikle xabi alonso, işin savunma kısmında hantal olmasının bedelini el clasico'larda istisnasız olarak sarı kart görmek suretiyle ödüyor.
    5. jose mourinho, geçtiğimiz sezon boyunca her fırsatta hakemlerin kendilerine karşı kolay düdük çaldığı yönündeki eleştirisini tekrarlayarak, ikinci yarıdaki olası el clasico'larda bu düdük standardını yükseğe çekmek istedi ve copa del rey finalinde, bu tavrının meyvelerini aldı.
    6. copa del rey finalinde adeta dayak yiyen barcelona (arbeloa'nın, pepe'nin ve xabi alonso'nun kırmızı kartlık pozisyonları halen gözümün önünden gitmiyor), bu maçın hemen ardından şampiyonlar ligi yarı finali ilk maçında, 'faul almak' olarak adlandırdığım kendini yere bırakma durumunu bir taktik olarak kullandı. pep guardiola, şampiyonlar ligi'nde copa del rey finalindeki gibi biçer-döver hareketlerin cezasız kalmayacağının farkındaydı çünkü. (sizler buna unicef diyorsunuz sanırım)

    özeti şu: real madrid, çok uzun yıllar boyunca, santiago bernabeu'da oynanan el clasico'ları son derece agresif bir futbolla domine etti ve barcelona, bu agresifliğe çok nadiren cevap verebildiği zamanlarda bu deplasmandan istediğini alabildi. özellikle cruyff sonrası barcelona'sı, antic dönemindeki kalas takımı saymazsak, fizik kapasite olarak rakibinin hep altında kaldı. düşünün ki, barça tarihinde santiago bernabeu'da üst üste iki lig maçını da kazanan tek teknik adam josep guardiola oldu. evinde böyle bir dominasyona sahipti real madrid ve bunda, lehte düdüklerin ve sert oyuna, la liga standartlarının üzerinde müsadenin etkisi de büyüktü.

    ancak barça, teknik kapasitenin mükemmel hale getirilerek, sert oyunu alt edebileceğini, 2008-09 sezonundan bu yana dünyaya gösterdi ve rakibine karşı büyük bir üstünlük kurdu. jose mourinho, buna karşı koyamayacağının farkında. neticede son derece zeki bir teknik adam. ve diyalektik burada da devreye giriyor, hatta bir 'çatışma' ortaya çıkıyor:

    barcelona, topa her koşulda sahip olmayı başarıyor olması, saha içi hareketliliğin üst seviyede olması, muhafazakar bir futbol anlayışından öteye geçerek sahada hiçbir futbolcuya sınırlı bir rol vermemesi ve bire ikileri muhteşem oynaması (özellikle alves-messi ikilisi) nedeniyle, real madrid'in tüm hücum presine ve enerjisine rağmen, rakibine ikinci ve üçüncü bölgelerde sayısal üstünlük sağlamayı başarıyor. bu durum:

    jose mourinho'nun ve real madrid oyuncularının bu sayısal dezavantajı taktik faullerle yok etmeye yönelmesine neden oluyor ve eğer, sertliğe yüksek müsamaha gösteren bir hakem bulabilirlerse (copa del rey finali) sonuca gitme şansları artıyor.
    pep guardiola ve barcelona oyuncuları, bu sertliğe karşılık verebilecek durumda olmadıklarının bilincinde oldukları için rakiplerinin oyun planını kendi avantajlarına çevirmeye yöneliyorlar ve temas sağladıkları anda faul düdüğünü almak için ayakta kalmak yerine yere düşmeyi tercih ediyorlar. (messi genelde ayakta durmaya çalışıyor, ama antipatistlere bunu da kabul ettiremiyoruz. açın bari 10 aralık'ta 3-1 biten maçın ilk golünü bir daha izleyin.)
    iki takıma da herhangi bir sempati beslemediklerini sık sık tekrarlamalarına karşın, konuya müdahil olmaktan çekinmeyen futbol izleyicilerinin konuya dair 'objektif' yorumu ise ikincisinin bir 'sahtekarlık', ilkinin ise 'hoş görülebilecek bir oyun gerekliliği' olduğu şeklinde zuhur ediyor. tekinsiz ve acımasız bir yorum değil mi? "erkek oyunu bu, ayakta dursunlar!"

    bu ataerkil hezeyanın üzerine fazla konuşmaya lüzum yok aslında, ancak 'errrrkek oyunu'na dair güzide bir örneği şuradan izleyebilirsiniz. sergio ramos ve alvaro arbeloa da, "sahtekar barcelona!" yargısının worldwide trending olduğunu bildikleri için, hiçbir şey olmamış gibi oyuncuyu yerden kaldırmaya çalışıyorlar. net bir akıl tutulması.

    etki, tepkiyi doğrurur. bu taktiksel mücadele için de geçerlidir. athletic bilbao, uzun yıllardır, barcelona'ya karşı son derece fiziki ve sert bir futbol ortaya koyar ve bu takıma zor anlar yaşatır. bu sezon barcelona, oradan paçayı son saniyede kurtarabildi. sert bir oyun oynadı bilbao, saha şartları da ağırdı. akıl dışı fauller yapmadılar, faul yaptıklarında gördükleri kartlara sanki hiçbir şey yapmamışlarmış gibi tepkiler vermediler. pep guardiola maçtan sonra rakibini yalnızca tebrik etti ve marcelo bielsa'ya övgüler yağdırdı.bielsa, "barcelonalılar yerlerde sürünüyorlar. por que?" demedi, sahadaki futbolu takdir sözcükleriyle karşıladı.

    hiç sormuyor musunuz, neden diğer özne real madrid olduğunda bu tantana ortaya çıkıyor, diye? manidar değil midir?

    bir futbolcunun, temas aldığı an kendini yere bırakıyor olması sahtekarlıksa, bir başka futbolcunun, sürekli bir şekilde oyun kurallarının sınırlarını aşan bir sertlikte müdahalelerde bulunup, üstüne hiçbir şey olmamış gibi hakemin başına üşüşmesi ve daha sonra rakibi suçlaması da sahtekarlık değil midir?

    rakibini durdurmak için -yine belirtiyorum, haklı olarak- sertlik üzerine kurulu bir taktik anlayışı sahaya süren ve bu sertliğin cezasını, tamamen oyun kuralları dahilinde sarı veya kırmızı kartlar ile ödeyen teknik adamın, maçın ardından ağzında bir ton laf geveleyerek, aslında hiçbir şey yapmamış olmalarına rağmen cezalandırıldıklarını söylemesi, sahtekarlık değil midir?

    bir futbolcunun kariyerine kast edebilecek fauller ile, kariyerine kast edilmesinden korkan birinin kendini normalden daha kolay yere bırakması, nasıl olur da aynı değer yargısıyla yargılanabilir ve hatta ikincisi, ilkinden daha büyük bir sahtekarlık olarak görülebilir?

    çok daha önemlisi, faul almak için kendini yere bırakmak olarak adlandırdığımız bu hareketleri, beşiktaş, fenerbahçe, galatasaray ve trabzonspor'dan da birçok oyuncu her maç sergiliyorlar; ancak konu edirnekapı'nın ötesindeki bir takım olunca kür kür kükreyen abilerimiz, istanbul'daki sevdicekleri için aynı aklıselim bakışı göstermiyorlar. "ben beşiktaşlıyım/galatasaraylıyım/fenerbahçeliyim/trabzonsporluyum kardeşim, sizin gibi ecnebi takımlarına meyletmiyorum! bana ne!" diyerek sıyrılıyorlar işin içinden, ama o ecnebi takımlarını karalamaktan da hiç geri kalmıyorlar.

    yani, her futbol liginde, her futbol liginin oyuncuları tarafından yapılan standart hareketler, barcelona oyuncuları tarafından icat edilmişler gibi bir hava estirerek, onur timsali yorumlar yaptığınızı zannederken ne kadar ikiyüzlü olduğunuzun farkında olmadığımızı mı zannediyorsunuz, cidden anlamıyorum. "barcelona kendine iyi değerler atfediyor ama böyle böyle yapıyor" gibi bir cümleyle, "la masia'da mı öğretiyorlar bunları höhöhö" gibi kuru ve altı boş bir nanikle mi kendinizi araştırmacı gazeteci tribine sokuyorsunuz?

    daha kötüsü, 'troll'e yatmak' durumu. "suratıma tükür, yarabbi şükür." insanların sevip hayatında önemli bir yere koyduğu bir 'şey'e mesmetsizce saldırıp, karşılığında sert bir yanıt aldığında, "taşak geçiyoruz siz de hiç eleştiri kaldıramıyorsunuz rerörerö" gibi boş cümlelerle, seni 'boş işlerle uğraşan insan' olarak nitelemeleri. perhiz vs lahana turşusu.

    paragraflarca anlatılabilir. fc barcelona, özellikle bu el clasico serileri esnasında hiçbir zaman masum olmadı ve antipatistlerinin sayısını doğal olarak bir hayli artırdı. ama bu futbol takımını sahtekarlıkla itham edenlerin, asıl sahtekar olduklarını göstermek de icap ediyor.

    ***

    mevzu fc barcelona olduğunda, futbol dışında ve futbol içinde, birbirine tamamen benzer bir riyakarlık söz konusu. saha dışı nedenler ve argümanlar ciddiyetsizleştirilirken, saha içi sebepler ise ahlaksızlıkla itham edilmeye çalışılıyor ve dünya üzerindeki bir futbol takımını seviyor olmak, büyük bir günahmış gibi değerlendiriliyor. bunu yaparken teamüllere bağlılık elden bırakılmıyor ve yazıda da bahsettiğim üzere, azınlıkta olmanıza rağmen çoğunluktaymış gibi gösterilip, klişe olmakla itham ediliyorsunuz.

    sevmeyebilirsiniz. çok basittir ya hu. üç yıldır kupaları domine ediyor diye bile gıcık olabilirsiniz. içten içe yenilsin istersiniz (ki bazen ben bile istiyorum), ya da bunu dışa vurur, bu takımın her rakibine yancılık yaparsınız. normaldir. kimse aziz değil. ama kantarın topuzu kaçtı ve bu yeni yetme vasat troll'lüğü besliyor ve aklıselim diye tabir edebileceğiniz insanlar dahi buna alet olabiliyorlar. ciddiyetsizlik, hayatınızın özeti olmak zorunda mıdır?

    ey, "futbol sadece futbol olduğu için güzeldir!" diye hönküren, anti-klişeci arkadaş; bu güzelim spordan soğuttun beni. futbol sadece futbolmuş ve son derece bayağıymış, haklısın. sen futbolu oyun olduğu için sevseydin, bense oyundan daha fazlası olduğu için sevseydim ve sen bunu kabullenebilmiş olsaydın gül gibi anlaşıp gidecektik halbusen. bak, ne güzel de tiksindiriyorsun bu oyundan insanları.

    dilo idi, değil mi?

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın