6
tam 8 sene olmuş...
içimde deli bir heyecan var. galatasaray şampiyonlar ligi'nde ilk tur gruplarından çıkmış, 2. tur gruplarında mücadeleye başlamıştı. ilk maç milano'da hakemin ittirmesiyle ve uydurma bir penaltıyla milan beraberliği zor kurtarmış ve 1 puanla dönmüştük italya'dan...
oldum olası sevmem yağmurlu havaları.
tarih 14 şubat 2001. bir çok kişi için çok şeyler ifade eden bir gün. bizim içinse ne ifade ettiği çok belli...
günlerden çarşamba.
saat 2 gibi nişantaşı'ndan şişli'ye kadar yürüyorum, içimde maçın heyecanı. hava sabahtan beri kapalı. derken yağmur başlıyor çiselemeye. en sevmediğim şey maç günü yağan yağmur. hep korkuyorum takım oyununu sahaya yansıtamaz diye, gole giden top suya takılır diye...
rakip deportivo. hani ispanya'nın el turco'ları.
önceki sene la liga'da şampiyon olmuşlar, şampiyonlar ligi ilk tur gruplarından lider çıkmışlar. roy makkay bıçkın gibi yakaladı mı affetmiyor. diego tristan'la beraber hücumda ekol yaratmışlar o dönem avrupa'da. manuel pablo, djalminha, viktor derken tam bir takım görüntüsünde ispanyol ekibi.
ama söker mi? karşısında önceki sene avrupa'daki en büyük kupayı kaldırmış aslanlar gibi bir galatasaray var. ayrıca 14 şubat'ında sevgilisine koşan ve rakibine cehennemi yaratan büyük galatasaray taraftarı var.
yağmur şiddetini arttırmış, bardaktan boşalırcasına yağıyor. tribünde kulağımız biraz delik, duyuyoruz yeni bir oluşum geliyor diye...
ve nihayet, saat 17:45. mabetteki yerimi alıyorum. ultraslan yazılı pankartlar var hemen hemen her tribünde. ilk gördüğümde aslana vurgu yapılan pankart sanıyorum, sonradan her tribünde görünce anlıyorum ki yeni oluşumun adı bu. ultras'tan bir aşinalık olsa da, yadırgıyorum biraz.
akşam olur tribünler şarkılar söyler.
saat 19:00. yağmur bana mısın demiyor. yeni açık ve eski açık tribün tamamen dolmuş durumda. işin ilginç yanı, kıyısına, köşesine, merdiven boşluklarına kadar dolmuş. besteler artık toplu olarak dillerden dökülmeye başlamış yağmura inat.
saat 20:00. yağmur devam. kapalı tribün de ortalama bir şekilde doluyor. numaralı her zaman bildiğin şıngır mıngır sosyete. muhtemelen içerde sıcak kahvelerini yudumluyorlar.
tribünlerde her zamankinden biraz daha farklı bir sinerji var. taraftarlardaki inanç resmen bir yanındakine yansıyor. bir kısım taraftar yağmurluğuyla beklerken, bir kısım da ıslanan eşofmanlarını çıkartıp güzelce bi sıktıktan sonra tekrardan giyiyor.
saat 21:40. yağmurdu, öyleydi böyleydi derken maç saati geliyor. numaralı tribünün bir kısmı da dahil tüm stadın aynı anda zıpladığına şahit oluyorum. ayaklarım yere değdiğinde yaşlı sami yen'in sarsıntılarını rahatça hissediyorum. o sırada kapalı tribünde kan kırmızısı güzel bir pankart açılıyor, o dönemde daha bir yavaş daha bir arabeskvari söylenen "sen sarıyla kırmızı, kalbimizin yıldızı, şampiyon ol cimbombom al bizim canımızı" tezahüratıyla beraber.
maç başlıyor, sanıyorum 8. dakikada kapalı'nın önünden ceza sahasına yerden gelen topa suat kaya mükemmel bir şekilde vuruyor ve eski açık tarafındaki kalenin, kapalı tarafındaki doksanına yazıyordu golü. daha maç başlamadan kopan galatasaray tribünleri daha da kopuyordu bu golle. sonrasında ortada giden ve deportivo'nun bir kaç etkili pozisyon bulduğu bir maç. 30, 45, 70, 80 derken saniye saniye saydığımız dakikalar da bitiyor ve çok da zorlanmadan kazanıyoruz maçı.
donmuşum, iliklerime kadar ıslanmışım, bağırmaktan artık sesim kısılmış, tarih 14 şubat, dahası galatasaray kazanmış. var mı daha büyük bir mutluluk?
gece eve geliyorum. annem sımsıcak bir çorba koyuyor önüme; "donmuşsun, iç sesine iyi gelir" diye. işte o annemin çorbası kadar güzel galatasaray!
son olarak herkes biliyor ama yine de söyleyelim; maçtan önce kapalı'nın göbeğinde açılan kan kırmızısı pankartın üzerine yazanları es geçmiştim, sona sakladım;
only you!
içimde deli bir heyecan var. galatasaray şampiyonlar ligi'nde ilk tur gruplarından çıkmış, 2. tur gruplarında mücadeleye başlamıştı. ilk maç milano'da hakemin ittirmesiyle ve uydurma bir penaltıyla milan beraberliği zor kurtarmış ve 1 puanla dönmüştük italya'dan...
oldum olası sevmem yağmurlu havaları.
tarih 14 şubat 2001. bir çok kişi için çok şeyler ifade eden bir gün. bizim içinse ne ifade ettiği çok belli...
günlerden çarşamba.
saat 2 gibi nişantaşı'ndan şişli'ye kadar yürüyorum, içimde maçın heyecanı. hava sabahtan beri kapalı. derken yağmur başlıyor çiselemeye. en sevmediğim şey maç günü yağan yağmur. hep korkuyorum takım oyununu sahaya yansıtamaz diye, gole giden top suya takılır diye...
rakip deportivo. hani ispanya'nın el turco'ları.
önceki sene la liga'da şampiyon olmuşlar, şampiyonlar ligi ilk tur gruplarından lider çıkmışlar. roy makkay bıçkın gibi yakaladı mı affetmiyor. diego tristan'la beraber hücumda ekol yaratmışlar o dönem avrupa'da. manuel pablo, djalminha, viktor derken tam bir takım görüntüsünde ispanyol ekibi.
ama söker mi? karşısında önceki sene avrupa'daki en büyük kupayı kaldırmış aslanlar gibi bir galatasaray var. ayrıca 14 şubat'ında sevgilisine koşan ve rakibine cehennemi yaratan büyük galatasaray taraftarı var.
yağmur şiddetini arttırmış, bardaktan boşalırcasına yağıyor. tribünde kulağımız biraz delik, duyuyoruz yeni bir oluşum geliyor diye...
ve nihayet, saat 17:45. mabetteki yerimi alıyorum. ultraslan yazılı pankartlar var hemen hemen her tribünde. ilk gördüğümde aslana vurgu yapılan pankart sanıyorum, sonradan her tribünde görünce anlıyorum ki yeni oluşumun adı bu. ultras'tan bir aşinalık olsa da, yadırgıyorum biraz.
akşam olur tribünler şarkılar söyler.
saat 19:00. yağmur bana mısın demiyor. yeni açık ve eski açık tribün tamamen dolmuş durumda. işin ilginç yanı, kıyısına, köşesine, merdiven boşluklarına kadar dolmuş. besteler artık toplu olarak dillerden dökülmeye başlamış yağmura inat.
saat 20:00. yağmur devam. kapalı tribün de ortalama bir şekilde doluyor. numaralı her zaman bildiğin şıngır mıngır sosyete. muhtemelen içerde sıcak kahvelerini yudumluyorlar.
tribünlerde her zamankinden biraz daha farklı bir sinerji var. taraftarlardaki inanç resmen bir yanındakine yansıyor. bir kısım taraftar yağmurluğuyla beklerken, bir kısım da ıslanan eşofmanlarını çıkartıp güzelce bi sıktıktan sonra tekrardan giyiyor.
saat 21:40. yağmurdu, öyleydi böyleydi derken maç saati geliyor. numaralı tribünün bir kısmı da dahil tüm stadın aynı anda zıpladığına şahit oluyorum. ayaklarım yere değdiğinde yaşlı sami yen'in sarsıntılarını rahatça hissediyorum. o sırada kapalı tribünde kan kırmızısı güzel bir pankart açılıyor, o dönemde daha bir yavaş daha bir arabeskvari söylenen "sen sarıyla kırmızı, kalbimizin yıldızı, şampiyon ol cimbombom al bizim canımızı" tezahüratıyla beraber.
maç başlıyor, sanıyorum 8. dakikada kapalı'nın önünden ceza sahasına yerden gelen topa suat kaya mükemmel bir şekilde vuruyor ve eski açık tarafındaki kalenin, kapalı tarafındaki doksanına yazıyordu golü. daha maç başlamadan kopan galatasaray tribünleri daha da kopuyordu bu golle. sonrasında ortada giden ve deportivo'nun bir kaç etkili pozisyon bulduğu bir maç. 30, 45, 70, 80 derken saniye saniye saydığımız dakikalar da bitiyor ve çok da zorlanmadan kazanıyoruz maçı.
donmuşum, iliklerime kadar ıslanmışım, bağırmaktan artık sesim kısılmış, tarih 14 şubat, dahası galatasaray kazanmış. var mı daha büyük bir mutluluk?
gece eve geliyorum. annem sımsıcak bir çorba koyuyor önüme; "donmuşsun, iç sesine iyi gelir" diye. işte o annemin çorbası kadar güzel galatasaray!
son olarak herkes biliyor ama yine de söyleyelim; maçtan önce kapalı'nın göbeğinde açılan kan kırmızısı pankartın üzerine yazanları es geçmiştim, sona sakladım;
only you!