8
biraz once muthis bir yazisini okudum, besiktas'tan cok galatasaray'i koydum yer yer o paragraflara.
tek suclu hocalar mi?
--- alıntı ---
beşiktaş, sezon öncesi beklentilerle şu anda bulunduğu konum karşılaştırıldığında çok büyük bir yıkım yaşıyor. yaz aylarında takımın başına schuster’in getirilmesi, quaresma’nın, guti’nin kadroya dahil edilmesi nedeniyle neredeyse tüm beşiktaşlılar şampiyonluk havasındaydı. bir sezon önce denizli maçında taraftarını dövdürten, aylarca kendisine yeter diye seslenilen başkan bile unutulmuştu artık. aslında unutulmamıştı, babalığını göstermişti ve o zamanlar daha da fazlası isteniyordu. “çıldırt bizi başkan” pankartları açılıyor, robinho takıma bekleniyor, “quaresma neyin nesi gelsin artık lionel messi” tezahüratları söyleniyordu. kulübü kendisine 100 trilyon borçlandırmasının, akıl almaz paralara saçma sapan transferler yapmasının, bazı oyunculara ödenen astronomik maaşların hiçbir önemi yoktu artık. o yıldızları takıma dolduran büyük başkandı, robinho’yu da getirdi mi her şey tam olacaktı işte, elini bir kez daha cebine atıversindi. camiada öyle bir hava vardı ki, taraftar resmen çıldırmış, recai abileri forumlarda gece gündüz takip eder hale gelmiş, bütün dengesi bozulmuştu. transfer böyle bir şeydi işte. yediğin bütün naneleri unutturmak, taraftarın babası olmak için 10 milyon eurocuk yeter de artardı bile. ve o pankartların açıldığı, o tezahüratların yapıldığı gün beşiktaş başka bir taraftar kitlesine sahip olmuştu artık. 2000 yılından beri oluşturulmak istenen taraftar, kurulmak istenen başkan-tribün bağı guti, quaresma sayesinde kıvamına gelmişti. başkan aradan çekilebilirdi artık.
bu ruh hastalığı zamanları sezonun başlamasıyla yerini umuda bıraktı. takım uefa’da rakipleri birer birer eliyor, yıldızlar sahada şov yapıyor, beşiktaş kanatlanmış uçuyordu. daha grup kuraları çekilmeden dublin’e uçak bileti bakıyordu taraftar, ne de olsa büyük yıldızları, her daim parayı basıp başarıyı satın alabilecek başkanı vardı takımın, biletler hazır olsundu da. ligde ise ibb, inönü’de kartal’a tokadı vurmuş, takım olmanın toplama yıldızlardan her daim daha elzem olduğunu göstermişti ama o zaten lanetli takımdı, fazla takılmamak lazımdı bu sonuca. ardından ekim ayında 10 maçlık bir fikstür geldi ve yalnızca 3 maç kazanabildi beşiktaş. herkes şoktaydı. yıldızlar bizdeydi, yüzyılın takımı bizdeydi ama olmuyordu. chelsea’nin, manchester city’nin yapamadığını beşiltaş yapmalı ve daha ilk sezonunda domine etmeliydi ligi. 4 ay önce ilk kez türkiye sınırından geçmiş olan schuster, guti, quaresma takımı zirveye uçurmalıydı. uyum, zaman, beklemek, sabır yoktu artık yeni beşiktaş’ın kitabında. ellerinde sihirli değnekler olduğunu düşündüğümüz bu isimler tüm makus talihimizi 4 ay içinde değiştirebilecek kudrete sahipti halbuki, anlamak imkansızdı olan biteni.
ama yeni reçetemiz vardı bizim artık. hemen 3 yıldız daha getirir toplardık durumu. nitekim getirdik de. simao, almeida, fernandes havaalanına indiğinde yer gök inledi, kapılar kırıldı. elimizdeki sihirbazlar yetmemişti ilk yarıda, demek ki çözüm yeni sihirbazlara siyah beyazı giydirmekteydi. bu sefer de 17’de 17 masalı çıktı. ilk yarıdan hiç ders almamış olanlar, daha da toplama hale getirilmiş takımdan 4 ayda oynadığı bütün maçları kazanmasını beklemeye başladı. ama yine olmadı. olacak diye beklemekle uğraşacak hali yoktu kimsenin, taraftar artık sabırsızdı, artık başarı için çıldırır haldeydi.yıldızların yanına yakışmayan hakanları, erhanları, ismailleri ıslıklamayıp ne yapacaktı, takımın fiyakasını bozuyordu ne de olsa bu paçoz adamlar.
tam bu zamanlarda bir süredir sesini duymadığımız yönetimimiz çıkıverdi ortaya. önce serdal adalı hakem odası basmaktan bahsetti, alasını yaparız dedi. sonra tribünde taraftarını dövdürmüş büyük başkan faşizme karşı mücadele edeceğini haykırdı kameralar önünde. bizi bir bıraksaydı bu hakemler ortalığın tozunu atacaktık ama bırakmıyorlardı işte, hepsi düşmandı bize. sonra baktık ki, dünyanın izlediği beşiktaş’ta son 10 yılda edinilen alışkanlıklar geri geldi. iki kaptan yine birbirine girdi, birinin bileti kesildi ama tek gidiş değildi bilet. ikinci kaptanını yumrukladığı için takımdan gönderilen ibo, bizzat başkan tarafından alt yapının başına çağrılıyordu. sonra tıpkı eski günlerdeki gibi protokol tribününde yumruklar konuştu, kulüp üyesi belediye başkanı dövdü.
bu sırada sahanın içinde de işler berbat gitmeye devam etti. dersine iyi çalışmadığı her halinden belli olan schuster tonla hata yaptı, kadrodan alabileceği verimin çok az kısmını aldı ve toparlayamadık bir türlü. şimdi konuşulan şey schuster’i gönderip yerine yenisini getirmek. artık bu yöntem iliklerimize işledi. kötü olanların hep hocalar olduğuna inandık. del bosque kötüydü, tigana kötüydü, ertuğrul kötüydü, schuster de kötü tabii. bu adamların çalıştığı yıllarda kulübü idare edenler bir kere olsun kendilerine “biz de kötü olabilir miyiz acaba” diye sordular mı hiç acaba? haşa....
schuster sezon öncesi beklediğimin çok altında bir performans sergiledi, çok da hata yaptı doğruya doğru. ama ben artık her yılın ocak-şubat aylarında “bizim hoca kötü, ondan böyle oluyo” muhabbeti yapmaktan sıkıldım, tek çarenin hoca değiştirmek olarak algılanmasından bıktım, kulüpteki bütün saçmalıklar tüm hızıyla yaşanmaya devam ederken faturayı teknik adamlara kesmekten usandım. bu kulübe bir temizlik gerekiyor muhakkak. ama bu temizlik en tepeden başlamadıktan sonra hiçbir anlamı yok benim gözümde. kulübün karakterini yok edenler, tribünde kendi taraftarını dövdürenler, bizi her zaman anti tezimiz olarak gördüğümüz istanbul’un diğer büyükleriyle aynılaştıranlar, 108 yıllık camiayı kendisinin malı haline getirenler, oğullarını tahtı devredeceği sultanı olarak görenler gitmedikten sonra schuster gitse ne olur ki? bu taraftar robinholarla yatıp, messilerle kalkar hale gelmişse, başkanı tarafından şımartılmak ister durumdaysa, top ayağına gelmeden futbolcusunu ıslıklar vaziyetteyse, “yetmez demirören yetmez” diyerek hala transferlerle coşmanın derdindeyse schuster gitse ne olur ki?
--- alıntı ---
http://eksibesiktas.blogspot.com/...r-kalsan-da-bir.html
tek suclu hocalar mi?
--- alıntı ---
beşiktaş, sezon öncesi beklentilerle şu anda bulunduğu konum karşılaştırıldığında çok büyük bir yıkım yaşıyor. yaz aylarında takımın başına schuster’in getirilmesi, quaresma’nın, guti’nin kadroya dahil edilmesi nedeniyle neredeyse tüm beşiktaşlılar şampiyonluk havasındaydı. bir sezon önce denizli maçında taraftarını dövdürten, aylarca kendisine yeter diye seslenilen başkan bile unutulmuştu artık. aslında unutulmamıştı, babalığını göstermişti ve o zamanlar daha da fazlası isteniyordu. “çıldırt bizi başkan” pankartları açılıyor, robinho takıma bekleniyor, “quaresma neyin nesi gelsin artık lionel messi” tezahüratları söyleniyordu. kulübü kendisine 100 trilyon borçlandırmasının, akıl almaz paralara saçma sapan transferler yapmasının, bazı oyunculara ödenen astronomik maaşların hiçbir önemi yoktu artık. o yıldızları takıma dolduran büyük başkandı, robinho’yu da getirdi mi her şey tam olacaktı işte, elini bir kez daha cebine atıversindi. camiada öyle bir hava vardı ki, taraftar resmen çıldırmış, recai abileri forumlarda gece gündüz takip eder hale gelmiş, bütün dengesi bozulmuştu. transfer böyle bir şeydi işte. yediğin bütün naneleri unutturmak, taraftarın babası olmak için 10 milyon eurocuk yeter de artardı bile. ve o pankartların açıldığı, o tezahüratların yapıldığı gün beşiktaş başka bir taraftar kitlesine sahip olmuştu artık. 2000 yılından beri oluşturulmak istenen taraftar, kurulmak istenen başkan-tribün bağı guti, quaresma sayesinde kıvamına gelmişti. başkan aradan çekilebilirdi artık.
bu ruh hastalığı zamanları sezonun başlamasıyla yerini umuda bıraktı. takım uefa’da rakipleri birer birer eliyor, yıldızlar sahada şov yapıyor, beşiktaş kanatlanmış uçuyordu. daha grup kuraları çekilmeden dublin’e uçak bileti bakıyordu taraftar, ne de olsa büyük yıldızları, her daim parayı basıp başarıyı satın alabilecek başkanı vardı takımın, biletler hazır olsundu da. ligde ise ibb, inönü’de kartal’a tokadı vurmuş, takım olmanın toplama yıldızlardan her daim daha elzem olduğunu göstermişti ama o zaten lanetli takımdı, fazla takılmamak lazımdı bu sonuca. ardından ekim ayında 10 maçlık bir fikstür geldi ve yalnızca 3 maç kazanabildi beşiktaş. herkes şoktaydı. yıldızlar bizdeydi, yüzyılın takımı bizdeydi ama olmuyordu. chelsea’nin, manchester city’nin yapamadığını beşiltaş yapmalı ve daha ilk sezonunda domine etmeliydi ligi. 4 ay önce ilk kez türkiye sınırından geçmiş olan schuster, guti, quaresma takımı zirveye uçurmalıydı. uyum, zaman, beklemek, sabır yoktu artık yeni beşiktaş’ın kitabında. ellerinde sihirli değnekler olduğunu düşündüğümüz bu isimler tüm makus talihimizi 4 ay içinde değiştirebilecek kudrete sahipti halbuki, anlamak imkansızdı olan biteni.
ama yeni reçetemiz vardı bizim artık. hemen 3 yıldız daha getirir toplardık durumu. nitekim getirdik de. simao, almeida, fernandes havaalanına indiğinde yer gök inledi, kapılar kırıldı. elimizdeki sihirbazlar yetmemişti ilk yarıda, demek ki çözüm yeni sihirbazlara siyah beyazı giydirmekteydi. bu sefer de 17’de 17 masalı çıktı. ilk yarıdan hiç ders almamış olanlar, daha da toplama hale getirilmiş takımdan 4 ayda oynadığı bütün maçları kazanmasını beklemeye başladı. ama yine olmadı. olacak diye beklemekle uğraşacak hali yoktu kimsenin, taraftar artık sabırsızdı, artık başarı için çıldırır haldeydi.yıldızların yanına yakışmayan hakanları, erhanları, ismailleri ıslıklamayıp ne yapacaktı, takımın fiyakasını bozuyordu ne de olsa bu paçoz adamlar.
tam bu zamanlarda bir süredir sesini duymadığımız yönetimimiz çıkıverdi ortaya. önce serdal adalı hakem odası basmaktan bahsetti, alasını yaparız dedi. sonra tribünde taraftarını dövdürmüş büyük başkan faşizme karşı mücadele edeceğini haykırdı kameralar önünde. bizi bir bıraksaydı bu hakemler ortalığın tozunu atacaktık ama bırakmıyorlardı işte, hepsi düşmandı bize. sonra baktık ki, dünyanın izlediği beşiktaş’ta son 10 yılda edinilen alışkanlıklar geri geldi. iki kaptan yine birbirine girdi, birinin bileti kesildi ama tek gidiş değildi bilet. ikinci kaptanını yumrukladığı için takımdan gönderilen ibo, bizzat başkan tarafından alt yapının başına çağrılıyordu. sonra tıpkı eski günlerdeki gibi protokol tribününde yumruklar konuştu, kulüp üyesi belediye başkanı dövdü.
bu sırada sahanın içinde de işler berbat gitmeye devam etti. dersine iyi çalışmadığı her halinden belli olan schuster tonla hata yaptı, kadrodan alabileceği verimin çok az kısmını aldı ve toparlayamadık bir türlü. şimdi konuşulan şey schuster’i gönderip yerine yenisini getirmek. artık bu yöntem iliklerimize işledi. kötü olanların hep hocalar olduğuna inandık. del bosque kötüydü, tigana kötüydü, ertuğrul kötüydü, schuster de kötü tabii. bu adamların çalıştığı yıllarda kulübü idare edenler bir kere olsun kendilerine “biz de kötü olabilir miyiz acaba” diye sordular mı hiç acaba? haşa....
schuster sezon öncesi beklediğimin çok altında bir performans sergiledi, çok da hata yaptı doğruya doğru. ama ben artık her yılın ocak-şubat aylarında “bizim hoca kötü, ondan böyle oluyo” muhabbeti yapmaktan sıkıldım, tek çarenin hoca değiştirmek olarak algılanmasından bıktım, kulüpteki bütün saçmalıklar tüm hızıyla yaşanmaya devam ederken faturayı teknik adamlara kesmekten usandım. bu kulübe bir temizlik gerekiyor muhakkak. ama bu temizlik en tepeden başlamadıktan sonra hiçbir anlamı yok benim gözümde. kulübün karakterini yok edenler, tribünde kendi taraftarını dövdürenler, bizi her zaman anti tezimiz olarak gördüğümüz istanbul’un diğer büyükleriyle aynılaştıranlar, 108 yıllık camiayı kendisinin malı haline getirenler, oğullarını tahtı devredeceği sultanı olarak görenler gitmedikten sonra schuster gitse ne olur ki? bu taraftar robinholarla yatıp, messilerle kalkar hale gelmişse, başkanı tarafından şımartılmak ister durumdaysa, top ayağına gelmeden futbolcusunu ıslıklar vaziyetteyse, “yetmez demirören yetmez” diyerek hala transferlerle coşmanın derdindeyse schuster gitse ne olur ki?
--- alıntı ---
http://eksibesiktas.blogspot.com/...r-kalsan-da-bir.html