2
(alinti: ii.bayezid zamanında galata sarayı'nın kurulmasına önayak olduğu anlatılan kişi.. galatasaray lisesi mezunlarından nihat keklik'in gül baba manzumesi şöyledir:
gül baba ile sultan ii. bayezid
sultan bu ya, pek fazla sıkılmış yine birgün
durmuş bakıyorken sarayından göğe üzgün
sadrazamı hürmetle eğilmiş de önünde:
- sultanımızın neşesi pek yoksa, bugün de,
sis örtüler altında o haşmetle uyurken
seyreylesek istanbul’u yüksek tepelerden
eğlenceli olmaz mı demiş,
kırda gezinsek?
vaktiyle o türk aslanı sultanımızın, pek oynak kara bir kısrağı varmış, ona binmiş
geç vakte kadar kırda veziriyle gezinmiş.
lâkin yarı sarhoşluğa düşmüş yine birden
sultan tepelerden dolu dizgin geçiyorken,
dizginleri kısmış ve şöylece durup bir dem,
sadrazama sormuş:
- nereden geçti bu meltem?
mestolmuş eserken ediyor insanı sarhoş.
bir dinle geçen rahiyalar bak ne kadar hoş!
sadrazam gülmüş ve:
- yakınlarda demiş,
bir gül bahçesi vardır, gayet de güzeldir,
şayet yüce sultanımız arzu buyurursa?
-elbet gidelim, hem bakalım sahibi varsa hoş-beş ederiz şöyle biraz.
sonra da bir an;
atlar yine birden mahmuzlanaraktan,
yaydan kopan oklar gibi rüzgârları yarmış
çok geçmeden atlar o güzel bahçeye varmış
bir bahçe ki, örtmüş yeri her renkte çiçekler
bir bahçe ki, baştanbaşa renk olmuş emekler
bir bahçe ki, güller bile sarmaş dolaş olmuş...
her yer sarı, mor, pembe çiçekler ile dolmuş...
güller ki, alevden daha al renkle yanarmış
hem her birinin bir adı, tarihçesi varmış
sultan bu güzellikleri görmüş ve şaşırmış.
- gül bahçesi lâkin ne zamandan? ...diye sormuş, bir noktaya dalgın bakıyormuş gibi sanki.
sadrazamı hülya dolu gözlerle demiş ki:
- vaktiyle bu gül bahçesi bir çöl gibi yermiş
yaz, kış gece çılgın gibi rüzgârlar esermiş
kuşlar üşüşüp dallara bir mesken ararken
sağanak gibi şimşekler inermiş kara gökten,
bir gün hızır inmiş gibi iklime yer yer,
bir yemyeşil atlasla döşenmiş yine her yer,
nârin o fidanlardaki dallarla örtülmüş bahçeyle
bu toprağın artık yüzü gülmüş.
lâkin bu güzel bahçede bir gül baba varmış.
mecnun gibi yapayalnız o güllerle yaşarmış.
- gelsin bakalım söylediğin gül baba kimmiş?
- hayhay! diyerek ünlü vezir, bahçeye girmiş.
güller arasından daracık yoldan yürürken
munis ve muhabbetli bakışlarla ileriden
örtülmüşe benzer gibi sakin başı karla
bakmış geliyor gül baba bir nurlu vakarla.
sadrazamı koşmuş ve demiş:
- gül baba, sultan kalkıp seni görmek için geldi uzaktan.
bak kendisi üstünde atın, gel, seni bekler.
sultan da o haşmetle gelirken gülerek şöyle der:
- güller ne güzel, onları hep sen mi büyüttün?
- elbet, diyerek gül baba, dallardaki süzgün munis sarı güllerle, tutup kırmızılardan kesmiş iki gül,
sonra demiş:
- ey yüce sultan,
istersen anılmak yine rahmetle eğer hep
yaptır bu büyük bahçeye bir koskoca mektep...
millet ve vatan uğruna binlerce de evlâd
elbet seni her an, çalışırken edecek yâd!
güllerdeki renkler de onun arması olsun,
ismim de benim böylece rahmetle anılsın.
.....
ey gül baba her şeyde sesinden var akisler
her şey bize hâlâ bu güzel kıssayı söyler
yıllarca senin bahsini etsek yine pek az,
zira bu güzel kıssa, şu mısralara sığmaz
bizler yine rahmetle anarken seni artık
mermerden olan kabrini güllerle donattık.)
gül baba ile sultan ii. bayezid
sultan bu ya, pek fazla sıkılmış yine birgün
durmuş bakıyorken sarayından göğe üzgün
sadrazamı hürmetle eğilmiş de önünde:
- sultanımızın neşesi pek yoksa, bugün de,
sis örtüler altında o haşmetle uyurken
seyreylesek istanbul’u yüksek tepelerden
eğlenceli olmaz mı demiş,
kırda gezinsek?
vaktiyle o türk aslanı sultanımızın, pek oynak kara bir kısrağı varmış, ona binmiş
geç vakte kadar kırda veziriyle gezinmiş.
lâkin yarı sarhoşluğa düşmüş yine birden
sultan tepelerden dolu dizgin geçiyorken,
dizginleri kısmış ve şöylece durup bir dem,
sadrazama sormuş:
- nereden geçti bu meltem?
mestolmuş eserken ediyor insanı sarhoş.
bir dinle geçen rahiyalar bak ne kadar hoş!
sadrazam gülmüş ve:
- yakınlarda demiş,
bir gül bahçesi vardır, gayet de güzeldir,
şayet yüce sultanımız arzu buyurursa?
-elbet gidelim, hem bakalım sahibi varsa hoş-beş ederiz şöyle biraz.
sonra da bir an;
atlar yine birden mahmuzlanaraktan,
yaydan kopan oklar gibi rüzgârları yarmış
çok geçmeden atlar o güzel bahçeye varmış
bir bahçe ki, örtmüş yeri her renkte çiçekler
bir bahçe ki, baştanbaşa renk olmuş emekler
bir bahçe ki, güller bile sarmaş dolaş olmuş...
her yer sarı, mor, pembe çiçekler ile dolmuş...
güller ki, alevden daha al renkle yanarmış
hem her birinin bir adı, tarihçesi varmış
sultan bu güzellikleri görmüş ve şaşırmış.
- gül bahçesi lâkin ne zamandan? ...diye sormuş, bir noktaya dalgın bakıyormuş gibi sanki.
sadrazamı hülya dolu gözlerle demiş ki:
- vaktiyle bu gül bahçesi bir çöl gibi yermiş
yaz, kış gece çılgın gibi rüzgârlar esermiş
kuşlar üşüşüp dallara bir mesken ararken
sağanak gibi şimşekler inermiş kara gökten,
bir gün hızır inmiş gibi iklime yer yer,
bir yemyeşil atlasla döşenmiş yine her yer,
nârin o fidanlardaki dallarla örtülmüş bahçeyle
bu toprağın artık yüzü gülmüş.
lâkin bu güzel bahçede bir gül baba varmış.
mecnun gibi yapayalnız o güllerle yaşarmış.
- gelsin bakalım söylediğin gül baba kimmiş?
- hayhay! diyerek ünlü vezir, bahçeye girmiş.
güller arasından daracık yoldan yürürken
munis ve muhabbetli bakışlarla ileriden
örtülmüşe benzer gibi sakin başı karla
bakmış geliyor gül baba bir nurlu vakarla.
sadrazamı koşmuş ve demiş:
- gül baba, sultan kalkıp seni görmek için geldi uzaktan.
bak kendisi üstünde atın, gel, seni bekler.
sultan da o haşmetle gelirken gülerek şöyle der:
- güller ne güzel, onları hep sen mi büyüttün?
- elbet, diyerek gül baba, dallardaki süzgün munis sarı güllerle, tutup kırmızılardan kesmiş iki gül,
sonra demiş:
- ey yüce sultan,
istersen anılmak yine rahmetle eğer hep
yaptır bu büyük bahçeye bir koskoca mektep...
millet ve vatan uğruna binlerce de evlâd
elbet seni her an, çalışırken edecek yâd!
güllerdeki renkler de onun arması olsun,
ismim de benim böylece rahmetle anılsın.
.....
ey gül baba her şeyde sesinden var akisler
her şey bize hâlâ bu güzel kıssayı söyler
yıllarca senin bahsini etsek yine pek az,
zira bu güzel kıssa, şu mısralara sığmaz
bizler yine rahmetle anarken seni artık
mermerden olan kabrini güllerle donattık.)