8
paris’in futbolu, şehrin kendisi gibi biraz mesafeli, biraz kaprisli ama derinlerde çok güçlü bir hikaye taşıyor. dışarıdan bakınca sanatın, modanın, romantizmin başkenti gibi durur ama futbola gelince paris bambaşka bir kimliğe bürünüyor. şehrin estetik duruşunun altında tuhaf bir gerilim, bir “bir gün büyük olacağız” inadı hep vardı. psg’nin yükselişi de aslında bu bastırılmış futbol arzusunun dışa vurumu gibi.
paris sokaklarında psg’nin izleri hemen göze çarpmıyor; marsilya ya da napoli gibi değil. parisli futbolu biraz mesafeli sever. forma giyen gençler görürsün, metroda maç konuşan bir grup denk gelir, bir kafede eleştiriyi yapan yaşlı bir adam… ama hepsi bir doz kontrolüyle. şehrin genel tavrı futbola karşı da geçerli: fazla gürültü yok, ama ciddiyet var.
parc des princes’e doğru giderken bu durum değişmeye başlıyor. paris o mesafeyi, o “bize göre sanat daha önemli” havasını bir kenara bırakıp gerçekten futbol şehrine dönüşüyor. tribünde büyük kulüp beklentisi var; her top kaybında hafif bir homurdanma, her doğru pas dizisinde ince bir memnuniyet. paris taraftarının bakışı hep yüksekten. onlara göre psg sadece kazanmak zorunda değil, güzel kazanmak zorunda.
şehrin futbol karakterine dair en belirgin şeylerden biri de kozmopolit yapısı. paris’in kozmopolitliği tribüne de sahaya da aynen yansıyor. farklı diller, farklı kültürler, farklı futbol anlayışları aynı potada eriyor. bazen bu karışım harika işler çıkarıyor, bazen de şehrin o huysuz tarafı ortaya çıkıyor.
bir de psg’nin yıllardır taşıdığı bir yük var: şehrin ağırlığı. paris, kültürel olarak o kadar büyük bir marka ki, takım da bu markayı taşımak zorunda kalıyor. bu yüzden basit bir maç bile paris’te sıradan hissettirmiyor. her şeyin bir hikayesi olması bekleniyor.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: paris’te futbol, eyfel’in altında çekilmiş siyah-beyaz bir fotoğraf gibi. zarif görünüyor ama fotoğrafın arkasında büyük bir tutku gizli. şehir futbola bağırarak değil, kendi gururlu sessizliğiyle sahip çıkıyor. psg de bu sessiz gururun sahadaki hâli. paris kimi zaman futboldan uzak durur gibi yapar ama iş stadyuma geldi mi bütün o “soğuk şıklık” bir anda tutkulu bir heyecana dönüşür.
paris futbola mesafeli durur, ama o mesafenin tamamı poz, gerçek duygu tribünde yaşanır.
paris sokaklarında psg’nin izleri hemen göze çarpmıyor; marsilya ya da napoli gibi değil. parisli futbolu biraz mesafeli sever. forma giyen gençler görürsün, metroda maç konuşan bir grup denk gelir, bir kafede eleştiriyi yapan yaşlı bir adam… ama hepsi bir doz kontrolüyle. şehrin genel tavrı futbola karşı da geçerli: fazla gürültü yok, ama ciddiyet var.
parc des princes’e doğru giderken bu durum değişmeye başlıyor. paris o mesafeyi, o “bize göre sanat daha önemli” havasını bir kenara bırakıp gerçekten futbol şehrine dönüşüyor. tribünde büyük kulüp beklentisi var; her top kaybında hafif bir homurdanma, her doğru pas dizisinde ince bir memnuniyet. paris taraftarının bakışı hep yüksekten. onlara göre psg sadece kazanmak zorunda değil, güzel kazanmak zorunda.
şehrin futbol karakterine dair en belirgin şeylerden biri de kozmopolit yapısı. paris’in kozmopolitliği tribüne de sahaya da aynen yansıyor. farklı diller, farklı kültürler, farklı futbol anlayışları aynı potada eriyor. bazen bu karışım harika işler çıkarıyor, bazen de şehrin o huysuz tarafı ortaya çıkıyor.
bir de psg’nin yıllardır taşıdığı bir yük var: şehrin ağırlığı. paris, kültürel olarak o kadar büyük bir marka ki, takım da bu markayı taşımak zorunda kalıyor. bu yüzden basit bir maç bile paris’te sıradan hissettirmiyor. her şeyin bir hikayesi olması bekleniyor.
benim amatör edebi tarzımla söyleyeyim: paris’te futbol, eyfel’in altında çekilmiş siyah-beyaz bir fotoğraf gibi. zarif görünüyor ama fotoğrafın arkasında büyük bir tutku gizli. şehir futbola bağırarak değil, kendi gururlu sessizliğiyle sahip çıkıyor. psg de bu sessiz gururun sahadaki hâli. paris kimi zaman futboldan uzak durur gibi yapar ama iş stadyuma geldi mi bütün o “soğuk şıklık” bir anda tutkulu bir heyecana dönüşür.
paris futbola mesafeli durur, ama o mesafenin tamamı poz, gerçek duygu tribünde yaşanır.

