• 45
    (bkz: 8 mayıs 2010 galatasaray antalyaspor maçı)
    sonunda gittim gördüm. zor oldu, neredeyse olmayacaktı ama bu sefer bırakmadım peşini.
    stada girilen ilk anla ilgili çok şey yazılıp çizilir ama anladım ki yazarak kolay kolay anlatılabilecek bir şey değilmiş. en azından benim için...
    yıllardır bu plan yapılır benim hayatımda; gerekse aileyle, gerekse arkadaşlarla "gidelim ali sami yen'de bir maç izleyelim...". ama hiçbiri olmadı. geçen yıl itibariyle 453 km ye düşen, ama yıllarca 940 km olan o uzun mesafe sorun oluyordu, tek suçlusu olmasa da...
    hep bir şekilde, son anda bile olsa mutlaka peydah olan problemler gitmemi engelledi. hatta hiç unutmam, babamla, "artık bu sefer kesin gidiyoruz" dediğim bir sefer telefon geldi; babamın çalıştığı şantiye değişti. zaten üstünde çalıştıkları proje bitmek üzereydi, biz de az çok bekliyorduk başka bir şantiyeye alınmasını ama adam maçı konuşup plan yaptığımız günün akşamı, bir telefonla, ceyhan'da* çalışırken posof'ta* buldu kendini.
    öyle bir şanssızlık ki bu, ben galatasaray'ı bile şu yaşa kadar göremedim çıplak gözle... hep hayalkırıklığıyla sonuçlanan planlarla dolu yıllardan sonra, geçen ay yine plan yapmaya başladık bir arkadaşımla, "sami yen'e gidiyoruz...". uzun uzun konuşuldu, hayaller kuruldu... ve tam da beklediğim gibi hepsi bozuldu.

    yani bu öyle bir şey ki. kimsenin suçu değil, nasıl kontrol edebilirsin ki hayatın akışını? ama içten içe kendimi suçladım. "biliyordun işte, biliyordun gidemeyeceğinizi, ne diye o kadar hayal kurup heveslendin, hem umutlanıp hem de umut verdin?" dedim kendime. gözlerim doldu, sinirden ağlamak istedim okulun orta yerinde. bir şeyler kırıp dökmek, birileriyle kavga etmek istedim.
    sonra o içimdeki duygu; artık hırs mıdır, inat mıdır nedir, beni ele geçirdi; "ben bu maça gideceğim." dedim. "yeter artık, kader misin ne boksun, ben bu maça gideceğim."

    ve başardım... gerçekten hissediyorum, hayatımda ilk defa boyun eğmedim hayalkırıklığına, tuttuğumu kopardım. benimle gelecek, onca yolu 24 saat içinde gidip-gelecek kimse bulamayınca şimdi daha yakında olsa da hala şehirdışında çalışan babam "ben varım" dedi. ben de "çok yorulursun, önce ankara'ya gel sonra istanbul'a git sonra gece geri dön, sonra tekrar bir 4 saat daha yol, sonra da bütün gün çalış, çok yorulursun, olmaz..." demedim.
    ilk defa vicdan azabı da dahil başka hiçbir şeyi önemsemeyip sadece amacıma odaklanmıştım ve sonunda yine bir şekilde hayal kırıklığına uğramak korkutuyordu beni. maç biletlerini elimde tutarken bile gergindim, "son anda bir şey olur yine gidemeyiz" düşüncesi kemiriyordu beynimi.
    o kadar alışmışım ki "olmadı, yine gidemiyoruz" a heyecanlı bile değildim yolculuktan önceki gece başımı yastığa koyarken. sabah kalkıp hazırlanırken, otobüse binerken de değildim. içimde sadece tuhaf endişe-telaş karışımı bir duygu vardı. acaba bu sefer çok mu zorladım, çok mu bencillik ettim diye düşündüm. otobüse bindikten sonra bile inanmıyordum, sonunda "gidiyor" olduğuma. kafamdaki tek ses ısrarlı bir şekilde "bakalım ne işler açılacak başımıza da, tadımızı kaçıracak" diyordu.

    hepsi stada gidene kadarmış ama. o ana kadar ne yapmakta olduğumun bilincinde değilmişim. mecidiyeköy'e gelip de, önünde durduğum o ilk an, her yerde üstünde sarı kırmızı formalar olan insanları gördüğüm o an, ne de telaş, ne "yine ne engel çıkacak karşıma?", ne yol yorgunluğu, ne babamın evde unuttuğumuz ilacı, ne de babamı çok yoruyor olmaktan duyduğum vicdan azabı, hiçbir şey kalmadı ...
    bir rüyanın içinde yüzmeye başladım sanki. kafamın içinde bas bas "geldim, geldim, sonunda geldim!" diye bağıran ses dışında, hiçbir şeyi hatta kendi hislerimi bile doğru düzgün algılayamadım. sırada beklerken, bilet kontrolü yapılırken, çevremdeki her şey gerçek dışı göründü gözüme. bir türlü inanamadım sanırım, sonunda başardığıma.
    güvenlik görevlileri üstümüzü aradı. kapıdan girdik, tribün girişinde tekrar üstümü arayan güvenlik görevlisi "hoşgeldiniz" dedi, "hoşbulduk" derken sesim titredi, kamera çantasının fermuarını açarken de ellerim...

    sonra tribüne ilk adımımı atıp, sahaya baktım. karşıda numaralının üstündeki ali sami yen yazısını gördüm.
    işte o an jeton düştü. kalbim saatler sonra, tekrar atmaya başladı sanki. hayatımın en değerli en mutlu dakikalarını, en unutulmaz anlarını yaşadığımın farkına vardım.
    koltuklarımıza doğru ilerlerken babama dönüp bir şeyler dedim, ne dediğimi tam hatırlamıyorum ama sanırım şöyle bir şeylerdi "çokk güzeel, çoook güzel. harika değil mi? ne kadar güzel? fıskiyeleri bile çok güzel.** dünyanın en mükemmel stadı.". böyle bazen anlamsız, hepsi birbirinden kopuk bir cümleler grubuydu. hayır, 5 yaşındaki çocuk bile benden daha uzun ve "çookk güzeel" den öte cümleler kurabilirdi. birisi o an izlese beni, yüzümdeki ifade ve kurduğum* cümleler yüzünden gülmekten ölürdü herhalde. sürekli güzel muhteşem harika gibi kelimeler kullanıp betimleme yeteneğimden bir türlü tatmin olamıyordum. o zaman aklıma gelse, fevkaladenin fevkinde de derdim büyük ihtimalle. *

    gerçekten şimdi dönüp çektiğim fotograflara tekrar tekrar bakıyorum. bütün arkadaşlarıma günlerdir milyonlarca defa söylediğim gibi "dünyanın en güzel stadı".
    galatasaraydan sonra, sonunda bir de, taştan ve betondan bir cansıza aşık oldum... ama ali sami yen taş ve betondan fazlası. yerime oturup sahaya baktığımda kafamın içinde beliren ilk cümle, "burada ölebilirim." oldu. iliklerimde hissettim ait olmanın nasıl bir şey olduğunu. aylarca evden uzak kaldıktan sonra, bir tatil günü evime, odama girip kendimi yatağıma attığım o an gibiydi.
    sanki ben hep oradaydım da biraz uzunca bir ayrılık yaşamıştık sadece ve dönmüştüm ait olduğum yere.
    hayatımda evim dışında hiçbir yeri sevmediğim kadar çok sevdim ali sami yen'i. orada maç başlayana kadar yüzümde kocaman şapşal bir sırıtışla, çocuk gibi sürekli bir şeyleri inceleyerek oturdum. sırıtışımın farkında bile değildim. yarım saat sonra yüz kaslarım fazla kasılmaktan seyirmeye ve ağrımaya başladı, ancak o zaman farkedebildim yüzümdeki ifadeyi.
    bulabildiğim herşeyi topladım hatıra olarak saklayabilmek için. koltukların üzerine koyulmuş "maç günü" kataloglarını aldım, maçtan önce dağıtılan gazeteye benzeyen dergiyi* aldım, maç ve otobüs biletlerimiz zaten cepte... hayır utanmasam oturduğumuz koltukları sökecektim, "anı bunlar hep anııı!" diye.

    sonra maç başladı, beni hiç tanımayan ama hayatımın bir parçası olanlar, hemen önümde top oynuyorlardı. o ana tutundum, onlara bu kadar yakın olmanın mutluluğunu hissettim. kaybettik bu maçı, umrumda mı? değil. evet kazanmak bambaşka bir mutluluk benim için, ama üzüldüm mü kaybettik diye? öyle mutluydum ki; galatasaray kaybettiğinde üzüldüğümün onda biri kadar anca üzüldüm belki...
    antalyasporlular sinir katsayımı zorladılar ama. insan niye küfürbaz olur, neden sahaya inip futbolculara saldırır anladım sayelerinde. kalecileri çatkıç bambaşka bir yazının konusu olur... çok samimi küfürler ettim kendisine içimden. bir de bol bol yuh çektim stadın tamamıyla birlikte. kısılan sesimin sorumlusu odur.

    maç çıkışı stadın önünden tanesi 2.5 liradan köfte ekmek aldık babamla. etrafımızdan akın akın, yüzlerce sarı-kırmızı formalı insan geçerken, bir yandan yürüyüp bir yandan da yedik, hayatımın en güzel, en lezzetli yemeklerinde ilk 3e oynar o gazeteye sarılı köfte ekmekler.
    mutluydum, yenilmemize rağmen. caddede hemen önümüzde yürüyen 25-30 kişilik kalabalık bir grup nevizade gecelerini söylemeye başladı bağıra bağıra.
    "gideen her sevgiliniin ardııından, hep biiz olduuk el sallaayaaan..."
    babam olmasa koşarak gider aralarına girer, avazım çıktığı kadar bağırarak söylerdim ben de.
    öyle içinden geliyor ki insanın.
    "...bize her sevdadan geriye kalan sadece galatasaray..."
    öyle içinden kopuyor her bir kelimesi...

    orada olduğum 4-5 saat boyunca, bütün sevdiklerim yanımda olsun istedim. birlikte hayaller kurduğum, planlar yaptığım, saatlerce galatasaray konuştuğum, benim bu hallerime hep tahammül eden; heyecanımı, mutluluğumu, hayallerimi, herşeyimi paylaşan en yakın arkadaşlarım... ve ailemin geri kalanı. hepsi yanımda olsun, sonra benim o; fazla heyecandan zeka seviyesi düşmüş, türkçesi bozulmuş, sürekli sırıtan halimle dalga geçecek olsalar bile, hayatımın en önemli anlarından birini yaşarken benimle olsunlar istedim...

    ali sami yen; dünyanın en mükemmel stadı... ******

    kapalı alt tribün bileti,100 lira
    ankara-istanbul otobüs bileti, 25 lira
    köfte ekmek, 2.5 lira
    24 saat içinde yaklaşık 13 saat şehirlerarası + 3 saat şehir trafiğinde yol yapmak, biraz yorgunluk...

    galatasaraylı olup da, babayla sami yen'de ilk maçını seyretmek,
    *paha biçilemez... *
App Store'dan indirin Google Play'den alın