1
ne yazık ki son yıllarda ortaya çıkan bir durum. burada galatasaray’dan kasıt: yönetim, transfer stratejisi, taraftarın tutumu v.s gibi bütün unsurlar…
troçki’nin şu minvalde bir düşüncesi vardır: “bir devleti tanımak/anlamak için kuruluş momentine bakmak gerekir”. bunu sadece devletler değil, kulüpler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler üzerinden de değerlendirebiliriz. galatasaray’ın kuruluş amacını ali sami yen belirlemiş: “ingilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve türk olmayan takımları yenmek”. biz galatasaray taraftarı olarak genelde hep son kısım üzerinden yoğunlaşıyoruz: türk olmayan takımları yenmek. oysa ki ana amaç “ingilizler gibi toplu bir halde oynamak”. yani skor ne olursa olsun “doğru” ve “disiplinli” futbol oynayıp taraftarına keyif vermek. bu ön-şart yerine geldiğinde zaten başarı da kaçınılmaz olur.
aynı ali sami yen, fenerbahçe’nin kuruluş amacını “galatasaray’a rakip olmak” olarak açıklar. troçki haklı çıkar ve fenerbahçe, kurulduğundan beri bu ülküsünden hiç taviz vermez. fenerbahçe’nin varlık amacı galatasaray ile rekabet etmektir. sadece futbol değil, kadın-erkek basketbol, kadın-erkek voleybol branşlarında da galatasaray’ın tarihi üstünlüğünden dolayı bu branşlara büyük yatırım yapmışlardır. çoğu kişi bilir ama “el tekrar-ül hasen” deyip 1955 yılındaki galatasaray ile fenerbahçe arasındaki basketbol maçını hatırlayalım. sezonun son maçı ve galatasaray, fenerbahçe ile şampiyonluk maçında çıkıyor. galatasaray’a şampiyonluk için 7 farklı galibiyet gerekiyor. son 40 saniyeye galatasaray 10 sayı üstünlük ile girince fenerbahçe sahadan çekiliyor ve maç galatasaray lehine hükmen 3-0 şeklinde tescilleniyor. böylece modaspor şampiyon oluyor ama federasyon bu durumu içine sindiremediği için kupanın yarısını galatasaray’a yarısını da modaspor’a veriyor. bunun futboldaki karşılığı 1951 yılında oynanan fenerbahçe-beşiktaş maçıdır. sırf galatasaray şampiyon olmasın diye fenerbahçe bu maça iki lisanssız futbolcu ile çıkıp hükmen mağlup oluyor. hatta maç içinde kazandıkları penaltıyı kullanan fenerbahçe efsanesi lefter: “galatasaray şampiyon olacağına penaltıyı taca atarım” demiştir. gene belki yeni nesil bilmez ama sezon öncesi tsyd kupası maçları olurdu. galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş kendi aralarında maç yapardı. son iki sene beşiktaş’ı 6-0, fenerbahçe’yi deplasmanda 4-1 yenip kupayı aldığımız ve bir anlamda haksız rekabet oluşturduğumuz için saçma bahanelerle tsyd kupası bir daha oynanmadı.
çoğu kişinin bildiği mevzuları şunun için anlattım: bu ülkede genelde spora, özelde futbola her zaman yön veren takım galatasaray oldu. özellikle galatasaray hasetliğini dibine kadar yaşayan fenerbahçe, her sezon yüksek meblağlar vererek kariyerli futbolcular transfer etti. biraz iyi futbol oynamaya başladıklarında başta anadolu takımları olmak üzere herkesin kendilerine husumet beslediklerini düşünmeye başladılar. “biz tek, siz hepiniz” diyerek kendilerini yalnızlaştırdılar. iyi oynamadan galip geldikleri her maç kendilerinin uzay takımı olduğunu değerlendirdiler ve hiçbir surette takımlarını, oynanan oyunu, teknik kadroyu eleştirmediler. kaybedince ilk suçlu hep hakem ya da karşı takımın kendilerine olan art niyeti ve aşırı motivasyonu oldu. birçok maçta yanlarında olan “fenerbahçe balı”nı olağan karşıladılar. şike yaptığı tescillenmiş aziz yıldırım’ın arkasında durdular v.s
özellikle 2023-2024 sezonunda galatasaray’ın yaşadığı durum tam olarak klasik fenerbahçe tutumudur. sezon öncesi transfer sezonunda henüz sözlüğe üye değilim ama uzaktan uzağa girip okuyorum. anderson talisca’nın bize transfer olma ihtimali ilgili başlıkta konuşuluyordu. talisca’nın sayfasında “başlıkta ara” kısmına “psikoloji” yazın “bize transfer olursa psikolojik üstünlüğü elimize alırız” tandanslı kaç entry göreceksiniz. şaşırmış bir topluluk… yani en fazla şampiyon, ülke sınırlarındaki ne kadar organizasyon varsa hepsini en fazla kazanmış, avrupa’da kupa sahibi olmasının yanında her zaman adından söz ettirmiş ve son sezonda rakiplerini ezerek şampiyon olan takım psikolojik olarak zaten üstün değilmiş ama talisca gelirse o üstünlük ele geçecekmiş! zaha’nın transferi de bu kafanın ürünüdür.
insan ancak iki neden için harekete geçer: “haz” ve “fayda”. transferlerde de aynı neden vardır: haz transferi ve fayda transferi. mesela bir dönem futbol dünyasında performanslarıyla adından söz ettirmiş ama artık futbolunun son demlerinde ya da performansları dip noktasında olan oyuncular ve takıma adapte olup olmayacağı önemli olmadan sırf ismi için yüksek bedeller karşılığında yapılan transferler haz transferi”dir. fenerbahçe’nin, taraftarın gazını almak için uyguladığı, bizim de özellikle son dönemlerde yaptığımız bazı transferler bu kategoridedir. mesela tadic, dzeko, bonucci, daha geriye gidelim van persie, mesut özil, roberto carlos, schumacher v.s bizde de zaha, ziyech, ndombele transferleri “fayda”dan çok “haz” transferidir. zaha’nın transfer sürecini hatırlayın, birçok galatasaray taraftarı zaha’nın nasıl oynayacağından, faydalı olup olmayacağından çok fenerbahçe’ye atılan transfer çalımı üzerinden transferi yorumlayıp keyfe gelmişti. oysa bu tatmin duygusu fenerbahçe’ye hastır. galatasaray bir oyuncuya talip olur, fenerbahçe’ye devreye girer, astronomik bir bedel karşılığında transfer eder ve hayrını göremez, o futbolcu da bir süre sonra silinir gider, tarık daşgün, alper potuk, stoch, mert hakan yandaş v.s gibi…
fenerbahçe taraftarı hiçbir zaman “nasıl” ile ilgilenmez. yani sahada müthiş bir oyun oynanıp oynanmaması birinci derecede önemli değil, yeter ki üç puan alınsın. oysa galatasaray kuruluş manifestosuna uyarak kazansın ya da kaybetsin sahada iyi bir futbol oynamak zorundadır. galatasaray tarihinin “sonuç” anlamında en iyi olduğu sezon sanıldığı gibi uefa kupasını aldığı sezon değildir. 2001-2002 sezonunda lucescu önderliğinde ligde şampiyon olup şampiyonlar liginde ilk tur gruplarından çıkıp (aynı sezon fenerbahçe şampiyonlar liginde 6’da 0 yapıp şampiyonlar ligi tarihine geçmiştir) ikinci turda barcelona, liverpool ve roma’nın yer aldığı grupta 5 beraberlik alıp son maçta barcelona ile gruptan çıkma maçında ofsayttan atılan golle yenilip avrupa’ya veda etmiştir. liverpool ile 0-0 berabere kalınan maç dışında diğer dört berabere biten maçta da öne geçen taraf olmuştur. o sene galatasaray kadrosu baştan aşağı değişmiş, hatta sezon öncesi küme düşmemeye oynar geyikleri dönmüştü. bir kanatta victoria, diğer kanatta perez v.s ligi kazanıp avrupa’da son derece başarılı sonuçlar alan galatasaray’ın o sezonki maçlarından keyif alan galatasaraylı sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. her maç işkence gibi geçer ama bir şekilde istenilen sonuç alınırdı. sezon sonunda lucescu son derece başarılı olmasına rağmen gönderilip yerine fatih terim gelince galatasaray taraftarı havalara uçtu. yani tarihinin en başarılı sonuçlarını almış bir takımın oynadığı futbol seyirciyi tatmin etmiyordu. geldiğimiz noktaya bakıyorum, sezon başından beri içerdeki bayern maçı hariç keyifle izlediğimiz, bu maçı kesin alırız dediğimiz tek bir maç yok. bunun sorumlusu kim? yönetimin yanlış transfer politikası diyoruz “erden timur’a laf söylenmez, onu da küstürelim, ligi gene 13. bitirelim” cevabı geliyor. bu cevaba da hastayım, bir sene ligi 13. bitirdik diye cevaplar onun üzerinden geliyor. “su-i misal emsal olmaz” demiş eskiler, erden timur yokken de 22 defa şampiyon olmuş bu takım. bu transferler hocadan bağımsız yapıldıysa bu kötü futbolun sorumlusu yönetimdir. eğer hocanın da dahli varsa o da sorumludur. hakem hatası, rakiplerin ekstra motivasyonu, saha dışı etkenler, takım içi uyumsuzluk şu bu, hiçbir bahane bu silik futbolun nedeni olamaz. önümüzde ara transfer dönemi var, aksayan bölgelere isim yapmış olması yeterli olmayan transferler yaparak yani “haz” değil de “fayda”nın önemli olduğu transferler yaparak taraftarına “bitse de gitsek” yerine “bu maç hiç bitmesin” dedirtmek zorundadır.
galatasaray’ın bütün unsurları; yönetim, teknik direktör, futbolcular, taraftar kuruluş amacını hatırlamalı ve bir an önce fenerbahçe’ye evrilmekten vazgeçmeli.
troçki’nin şu minvalde bir düşüncesi vardır: “bir devleti tanımak/anlamak için kuruluş momentine bakmak gerekir”. bunu sadece devletler değil, kulüpler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler üzerinden de değerlendirebiliriz. galatasaray’ın kuruluş amacını ali sami yen belirlemiş: “ingilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve türk olmayan takımları yenmek”. biz galatasaray taraftarı olarak genelde hep son kısım üzerinden yoğunlaşıyoruz: türk olmayan takımları yenmek. oysa ki ana amaç “ingilizler gibi toplu bir halde oynamak”. yani skor ne olursa olsun “doğru” ve “disiplinli” futbol oynayıp taraftarına keyif vermek. bu ön-şart yerine geldiğinde zaten başarı da kaçınılmaz olur.
aynı ali sami yen, fenerbahçe’nin kuruluş amacını “galatasaray’a rakip olmak” olarak açıklar. troçki haklı çıkar ve fenerbahçe, kurulduğundan beri bu ülküsünden hiç taviz vermez. fenerbahçe’nin varlık amacı galatasaray ile rekabet etmektir. sadece futbol değil, kadın-erkek basketbol, kadın-erkek voleybol branşlarında da galatasaray’ın tarihi üstünlüğünden dolayı bu branşlara büyük yatırım yapmışlardır. çoğu kişi bilir ama “el tekrar-ül hasen” deyip 1955 yılındaki galatasaray ile fenerbahçe arasındaki basketbol maçını hatırlayalım. sezonun son maçı ve galatasaray, fenerbahçe ile şampiyonluk maçında çıkıyor. galatasaray’a şampiyonluk için 7 farklı galibiyet gerekiyor. son 40 saniyeye galatasaray 10 sayı üstünlük ile girince fenerbahçe sahadan çekiliyor ve maç galatasaray lehine hükmen 3-0 şeklinde tescilleniyor. böylece modaspor şampiyon oluyor ama federasyon bu durumu içine sindiremediği için kupanın yarısını galatasaray’a yarısını da modaspor’a veriyor. bunun futboldaki karşılığı 1951 yılında oynanan fenerbahçe-beşiktaş maçıdır. sırf galatasaray şampiyon olmasın diye fenerbahçe bu maça iki lisanssız futbolcu ile çıkıp hükmen mağlup oluyor. hatta maç içinde kazandıkları penaltıyı kullanan fenerbahçe efsanesi lefter: “galatasaray şampiyon olacağına penaltıyı taca atarım” demiştir. gene belki yeni nesil bilmez ama sezon öncesi tsyd kupası maçları olurdu. galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş kendi aralarında maç yapardı. son iki sene beşiktaş’ı 6-0, fenerbahçe’yi deplasmanda 4-1 yenip kupayı aldığımız ve bir anlamda haksız rekabet oluşturduğumuz için saçma bahanelerle tsyd kupası bir daha oynanmadı.
çoğu kişinin bildiği mevzuları şunun için anlattım: bu ülkede genelde spora, özelde futbola her zaman yön veren takım galatasaray oldu. özellikle galatasaray hasetliğini dibine kadar yaşayan fenerbahçe, her sezon yüksek meblağlar vererek kariyerli futbolcular transfer etti. biraz iyi futbol oynamaya başladıklarında başta anadolu takımları olmak üzere herkesin kendilerine husumet beslediklerini düşünmeye başladılar. “biz tek, siz hepiniz” diyerek kendilerini yalnızlaştırdılar. iyi oynamadan galip geldikleri her maç kendilerinin uzay takımı olduğunu değerlendirdiler ve hiçbir surette takımlarını, oynanan oyunu, teknik kadroyu eleştirmediler. kaybedince ilk suçlu hep hakem ya da karşı takımın kendilerine olan art niyeti ve aşırı motivasyonu oldu. birçok maçta yanlarında olan “fenerbahçe balı”nı olağan karşıladılar. şike yaptığı tescillenmiş aziz yıldırım’ın arkasında durdular v.s
özellikle 2023-2024 sezonunda galatasaray’ın yaşadığı durum tam olarak klasik fenerbahçe tutumudur. sezon öncesi transfer sezonunda henüz sözlüğe üye değilim ama uzaktan uzağa girip okuyorum. anderson talisca’nın bize transfer olma ihtimali ilgili başlıkta konuşuluyordu. talisca’nın sayfasında “başlıkta ara” kısmına “psikoloji” yazın “bize transfer olursa psikolojik üstünlüğü elimize alırız” tandanslı kaç entry göreceksiniz. şaşırmış bir topluluk… yani en fazla şampiyon, ülke sınırlarındaki ne kadar organizasyon varsa hepsini en fazla kazanmış, avrupa’da kupa sahibi olmasının yanında her zaman adından söz ettirmiş ve son sezonda rakiplerini ezerek şampiyon olan takım psikolojik olarak zaten üstün değilmiş ama talisca gelirse o üstünlük ele geçecekmiş! zaha’nın transferi de bu kafanın ürünüdür.
insan ancak iki neden için harekete geçer: “haz” ve “fayda”. transferlerde de aynı neden vardır: haz transferi ve fayda transferi. mesela bir dönem futbol dünyasında performanslarıyla adından söz ettirmiş ama artık futbolunun son demlerinde ya da performansları dip noktasında olan oyuncular ve takıma adapte olup olmayacağı önemli olmadan sırf ismi için yüksek bedeller karşılığında yapılan transferler haz transferi”dir. fenerbahçe’nin, taraftarın gazını almak için uyguladığı, bizim de özellikle son dönemlerde yaptığımız bazı transferler bu kategoridedir. mesela tadic, dzeko, bonucci, daha geriye gidelim van persie, mesut özil, roberto carlos, schumacher v.s bizde de zaha, ziyech, ndombele transferleri “fayda”dan çok “haz” transferidir. zaha’nın transfer sürecini hatırlayın, birçok galatasaray taraftarı zaha’nın nasıl oynayacağından, faydalı olup olmayacağından çok fenerbahçe’ye atılan transfer çalımı üzerinden transferi yorumlayıp keyfe gelmişti. oysa bu tatmin duygusu fenerbahçe’ye hastır. galatasaray bir oyuncuya talip olur, fenerbahçe’ye devreye girer, astronomik bir bedel karşılığında transfer eder ve hayrını göremez, o futbolcu da bir süre sonra silinir gider, tarık daşgün, alper potuk, stoch, mert hakan yandaş v.s gibi…
fenerbahçe taraftarı hiçbir zaman “nasıl” ile ilgilenmez. yani sahada müthiş bir oyun oynanıp oynanmaması birinci derecede önemli değil, yeter ki üç puan alınsın. oysa galatasaray kuruluş manifestosuna uyarak kazansın ya da kaybetsin sahada iyi bir futbol oynamak zorundadır. galatasaray tarihinin “sonuç” anlamında en iyi olduğu sezon sanıldığı gibi uefa kupasını aldığı sezon değildir. 2001-2002 sezonunda lucescu önderliğinde ligde şampiyon olup şampiyonlar liginde ilk tur gruplarından çıkıp (aynı sezon fenerbahçe şampiyonlar liginde 6’da 0 yapıp şampiyonlar ligi tarihine geçmiştir) ikinci turda barcelona, liverpool ve roma’nın yer aldığı grupta 5 beraberlik alıp son maçta barcelona ile gruptan çıkma maçında ofsayttan atılan golle yenilip avrupa’ya veda etmiştir. liverpool ile 0-0 berabere kalınan maç dışında diğer dört berabere biten maçta da öne geçen taraf olmuştur. o sene galatasaray kadrosu baştan aşağı değişmiş, hatta sezon öncesi küme düşmemeye oynar geyikleri dönmüştü. bir kanatta victoria, diğer kanatta perez v.s ligi kazanıp avrupa’da son derece başarılı sonuçlar alan galatasaray’ın o sezonki maçlarından keyif alan galatasaraylı sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. her maç işkence gibi geçer ama bir şekilde istenilen sonuç alınırdı. sezon sonunda lucescu son derece başarılı olmasına rağmen gönderilip yerine fatih terim gelince galatasaray taraftarı havalara uçtu. yani tarihinin en başarılı sonuçlarını almış bir takımın oynadığı futbol seyirciyi tatmin etmiyordu. geldiğimiz noktaya bakıyorum, sezon başından beri içerdeki bayern maçı hariç keyifle izlediğimiz, bu maçı kesin alırız dediğimiz tek bir maç yok. bunun sorumlusu kim? yönetimin yanlış transfer politikası diyoruz “erden timur’a laf söylenmez, onu da küstürelim, ligi gene 13. bitirelim” cevabı geliyor. bu cevaba da hastayım, bir sene ligi 13. bitirdik diye cevaplar onun üzerinden geliyor. “su-i misal emsal olmaz” demiş eskiler, erden timur yokken de 22 defa şampiyon olmuş bu takım. bu transferler hocadan bağımsız yapıldıysa bu kötü futbolun sorumlusu yönetimdir. eğer hocanın da dahli varsa o da sorumludur. hakem hatası, rakiplerin ekstra motivasyonu, saha dışı etkenler, takım içi uyumsuzluk şu bu, hiçbir bahane bu silik futbolun nedeni olamaz. önümüzde ara transfer dönemi var, aksayan bölgelere isim yapmış olması yeterli olmayan transferler yaparak yani “haz” değil de “fayda”nın önemli olduğu transferler yaparak taraftarına “bitse de gitsek” yerine “bu maç hiç bitmesin” dedirtmek zorundadır.
galatasaray’ın bütün unsurları; yönetim, teknik direktör, futbolcular, taraftar kuruluş amacını hatırlamalı ve bir an önce fenerbahçe’ye evrilmekten vazgeçmeli.