8
çok güzel bir flood paylaşmış, flood'un burada da bulunmasında fayda var.
https://twitter.com/.../1646788586191175681
--- alıntı ---
1- futbol asla sadece futbol değildir klişesinin biraz önüne geçmeye ne dersiniz?
1961 yılı itibariyle apartheid rejiminin, siyasi mahkumları ve hüküm giymiş suçluları hapsetmek için kullandığı, cape town'a 6 km uzaklıkta table körfezinden uzanan bir ada vardı. robben adası.
2- inanılmaz bir izolasyon mevcuttu. adadaki mahkumların taş ocaklarında günde 10 saat çalışması zorunlu olduğu gibi çalışmanın dışında herhangi bir şey yapmaları yasaktı
satranç dama ya da futbol
onları olağan cezaevi sürecinden anlık dahi uzaklaştıracak her şeye tedbir alınmıştı
3- tony sexwale "hayatta kalma ruhunu temsil eden futbolu oynamak bir zamanlar burada yasaktı" diyor.
garip mi geldi?
hayatları ellerinden alınmış yüzlerce insanın, hayatlarını mahkum etmek dışında ruhlarını da mahkum ettikleri bir süreç düşünün.
zihin ve ruhların da mahkumiyeti
4- birlikte yapabilecekleri tek şey, ellerini ruhunu zihnini felç eden taş ocaklarında ölümüne çalışmak. orada dahi birbirlerine belirli bir mesafeden fazla yaklaşmaları yasaktı. açık havada dahi ruhsal tecrit devam ediyordu.
böyle bir izolasyon sistematiğinde futbol...
5- elbette bir sosyalleşme aracı, iletişim yolu, çalışmaktan kaskatı kesilen eller ve kasların rahatlamasını, bir an dahi olsa evinin bahçesinde özgürce koştuklarını hayal ettirecek bir uyanıklık rüyasıydı.
mahkumlar hayatta kalmaya direniyorlardı.
doğaçlama satranç ile başladılar
6- battaniyeler, zemine çizilen kareler, paçavralar ve sabunlardan yaptıkları figürler ile bir ilkel satranç türevi oynamaya başladılar. oynamaya=yaşamaya!
ta ki 1963 yılında bir mahkumun, kağıt paçavra ve gömlek parçalarından yaptığı şeyi ortaya atana kadar.
7- muhafızlar yaklaştığı anda herkesin birbirinden uzaklaşacakları şekilde konumlandılar. her daim herkes hem oyunu oynayıp özgürleşmeye ama bu oyunu kaptırmamak adına zihinlerini özgürleştirirken aynı anda uyanık da tutmak zorundaydılar.
ne büyük zorluk ve çelişki.
8-sistematik olarak cezaevi yönetimlerine her hafta birini tabiri caizse kurban ederek lobi faaliyetlerine başladılar.
bir kişi sistematik biçimde taleplerini, futbolu rahatlıkla oynayabilme isteklerini iletiyor. üstüne dayak yiyor tecrit hücresinde aç bırakılıyordu.
9- organize biçimde talep iletme planlamasının sebebi hem dayanışma hem de taleplerden kaynaklanacak cezaların eşit biçimde paylaşımı idi.
apartheid rejimi, uluslararası müsabakalardan men edildikten ve uğradığı baskılardan dolayı ipleri biraz gevşetmek zorunda kalmışlardı
10- lakin futbolu bir serbesti olarak değil psikolojik baskı unsuru olarak kullanmaya karar vererek yapmışlardı bu gevşeme ve geri adım atma fikrini.
belirli şartlar altında ve zerre destek ve yardım olmayacak biçimde kabul ettiler.
yıl 1967 idi bu yumuşama sürecine girildiğinde.
11- sahalar, dalgaların kıyıya attığı odun parçaları, balıkçı ağlarından, ayakkabılar ise sahilde buldukları kadın ayakkabılarının topuklarını söküp altlarına çiviler çakılması suretiyle imal edilmişlerdi. bu çivileri (!) buldukları araba lastiklerinden imal etmişlerdi.
12- ıssız araziyi düzleştiren mahkumlar, düzenli olarak sulama yoluyla kuru çalılığı tatlı bir saha haline getirmişlerdi"
o dönem orada mahkum olan luis sitoto şöyle konuştu:
futbol bize bir rahatlama sağlamıştı. kapatılmış, hiç bir şey yapmasına müsaade edilmeyen biri yaşayamaz"
13- futbol, bize birlikte bir şeyler yapma şansı verdi. konuşacak bir şeylere sahip olma imkanı verdi. sadece bu yüzden bile bir oyundan çok daha fazlasıdır"
tabi ki her güzel şeyin bir cezası olmalıydı. futbol sosyal aktivite olmaktan psikolojik baskı aparatı olmaya evrildi.
14- personel yetersizliği gibi birbirinden anlamsız bir çok gerekçe ile oyun süreleri kısıtlandı. oyunun akibeti gardiyanların insafına bırakıldı
kimi zaman aniden oyunu bitiren gardiyanlar kimi zaman birden sahaya atlayıp önemli bir atak esnasında rastgele şut atıyordu
15- tecrit hücrelerinde, içlerinde nelson mandela'nın da bulunduğu bazı mahkumlar, oyun oynayanları izleyebiliyordu.
elbette taş ocaklarında ruhu taşlaştırılmak istenen mahkumların gündelik hayatlarından uzaklaşıp, bir şeyler düşünme ve izlemesi cezaevi yönetimince kabul edilemezdi
16- hemen hücrelerin sahaya bakan yönlerine ördüler.
gel zaman git zaman psikolojik baskıları kırma adına mahkumlar, elde ettikleri hakkı boykot aracı olarak kullanmaya karar verdiler.
maçlarla ilgili tartışıyor gibi görünüp eylem planları belirlediler.
17- boykotları 1969 yılına kadar sürdü.
o süre zarfında uluslararası kamuoyunda robben ısland, devil ısland olarak tartışılıyordu.
baskılara daha fazla dayanamayan rejim, daha ılımlı bir yönetim atamak zorunda kaldı.
kuralları gardiyanların keyfine göre dizayn ettiği futbol +
18- artık mahkumların istediği şekilde oynanacaktı.
bir şekilde elde ettikleri fifa futbol kitapçığı sayesinde, uluslararası normlara uygun bir futbola dönüştürdüler.
adil oyun ve eşitliği seslendirirlen aslında demokrasi ve adaleti dillendirmek istediler.
19- bir federasyon kurdular. kuralları fifaya uygun belirleyip akabinde artık daha sistematik bir oyuna geçtiler.
tony suze anlatıyor:
"futbol bizi yıkması ve direncimizi kırması beklenen bir hapishane gerçekliği değildi artık. gerçekleri şekillendiren etkendi"
20- canlı olarak bu eyleme katılamayan hücre mahkumları, maç raporları (!) aracılığıyla organize oldular. bunu gizli iletişim aracı olarak kullanıp beslendiler. gizlice çarşafların arasına bırakılan "maç raporları (!)" bu kitlesel eylemi = futbolu daha geniş kitlelere ulaştırdı.
21- satırlarımızı, kurulan makana fa (xhosa savaş-peygamberinin adını alarak kurdukları federasyon) başkanı anthony suze'nin cümleleri ile bitirelim.
"biz sistemi futbol ile manipüle ettik. bunu bir iletişim ve eylem aracı olarak kullandık. sistemi bizimle konuşur hale getirdik."
22- futbolla ilgili olduğu sürece yetkililer bizi dinlemek durumunda idi. neyi neden nasıl istediğimizi onlara yine futbol aracılığıyla anlattık. bu bizim için bir çeşit ifade biçimiydi. bir iletişim yoluydu. bizi baltalamak isteyen sistemle aramızdaki değişimi sağlayan bir umuttu"
23- evet bir kez daha soralım.
futbol asla sadece futbol değildir derken bu klişenin altında yatan hikayelerin ne kadarını kast ediyorduk?
birbirimizi doğramak ve nefretimizi birbirimizin yüzüne kusmak için kullandığımız futbol gerçekten bir nefret ve öfke kusma aparatı mıdır?
--- alıntı ---
https://twitter.com/.../1646788586191175681
--- alıntı ---
1- futbol asla sadece futbol değildir klişesinin biraz önüne geçmeye ne dersiniz?
1961 yılı itibariyle apartheid rejiminin, siyasi mahkumları ve hüküm giymiş suçluları hapsetmek için kullandığı, cape town'a 6 km uzaklıkta table körfezinden uzanan bir ada vardı. robben adası.
2- inanılmaz bir izolasyon mevcuttu. adadaki mahkumların taş ocaklarında günde 10 saat çalışması zorunlu olduğu gibi çalışmanın dışında herhangi bir şey yapmaları yasaktı
satranç dama ya da futbol
onları olağan cezaevi sürecinden anlık dahi uzaklaştıracak her şeye tedbir alınmıştı
3- tony sexwale "hayatta kalma ruhunu temsil eden futbolu oynamak bir zamanlar burada yasaktı" diyor.
garip mi geldi?
hayatları ellerinden alınmış yüzlerce insanın, hayatlarını mahkum etmek dışında ruhlarını da mahkum ettikleri bir süreç düşünün.
zihin ve ruhların da mahkumiyeti
4- birlikte yapabilecekleri tek şey, ellerini ruhunu zihnini felç eden taş ocaklarında ölümüne çalışmak. orada dahi birbirlerine belirli bir mesafeden fazla yaklaşmaları yasaktı. açık havada dahi ruhsal tecrit devam ediyordu.
böyle bir izolasyon sistematiğinde futbol...
5- elbette bir sosyalleşme aracı, iletişim yolu, çalışmaktan kaskatı kesilen eller ve kasların rahatlamasını, bir an dahi olsa evinin bahçesinde özgürce koştuklarını hayal ettirecek bir uyanıklık rüyasıydı.
mahkumlar hayatta kalmaya direniyorlardı.
doğaçlama satranç ile başladılar
6- battaniyeler, zemine çizilen kareler, paçavralar ve sabunlardan yaptıkları figürler ile bir ilkel satranç türevi oynamaya başladılar. oynamaya=yaşamaya!
ta ki 1963 yılında bir mahkumun, kağıt paçavra ve gömlek parçalarından yaptığı şeyi ortaya atana kadar.
7- muhafızlar yaklaştığı anda herkesin birbirinden uzaklaşacakları şekilde konumlandılar. her daim herkes hem oyunu oynayıp özgürleşmeye ama bu oyunu kaptırmamak adına zihinlerini özgürleştirirken aynı anda uyanık da tutmak zorundaydılar.
ne büyük zorluk ve çelişki.
8-sistematik olarak cezaevi yönetimlerine her hafta birini tabiri caizse kurban ederek lobi faaliyetlerine başladılar.
bir kişi sistematik biçimde taleplerini, futbolu rahatlıkla oynayabilme isteklerini iletiyor. üstüne dayak yiyor tecrit hücresinde aç bırakılıyordu.
9- organize biçimde talep iletme planlamasının sebebi hem dayanışma hem de taleplerden kaynaklanacak cezaların eşit biçimde paylaşımı idi.
apartheid rejimi, uluslararası müsabakalardan men edildikten ve uğradığı baskılardan dolayı ipleri biraz gevşetmek zorunda kalmışlardı
10- lakin futbolu bir serbesti olarak değil psikolojik baskı unsuru olarak kullanmaya karar vererek yapmışlardı bu gevşeme ve geri adım atma fikrini.
belirli şartlar altında ve zerre destek ve yardım olmayacak biçimde kabul ettiler.
yıl 1967 idi bu yumuşama sürecine girildiğinde.
11- sahalar, dalgaların kıyıya attığı odun parçaları, balıkçı ağlarından, ayakkabılar ise sahilde buldukları kadın ayakkabılarının topuklarını söküp altlarına çiviler çakılması suretiyle imal edilmişlerdi. bu çivileri (!) buldukları araba lastiklerinden imal etmişlerdi.
12- ıssız araziyi düzleştiren mahkumlar, düzenli olarak sulama yoluyla kuru çalılığı tatlı bir saha haline getirmişlerdi"
o dönem orada mahkum olan luis sitoto şöyle konuştu:
futbol bize bir rahatlama sağlamıştı. kapatılmış, hiç bir şey yapmasına müsaade edilmeyen biri yaşayamaz"
13- futbol, bize birlikte bir şeyler yapma şansı verdi. konuşacak bir şeylere sahip olma imkanı verdi. sadece bu yüzden bile bir oyundan çok daha fazlasıdır"
tabi ki her güzel şeyin bir cezası olmalıydı. futbol sosyal aktivite olmaktan psikolojik baskı aparatı olmaya evrildi.
14- personel yetersizliği gibi birbirinden anlamsız bir çok gerekçe ile oyun süreleri kısıtlandı. oyunun akibeti gardiyanların insafına bırakıldı
kimi zaman aniden oyunu bitiren gardiyanlar kimi zaman birden sahaya atlayıp önemli bir atak esnasında rastgele şut atıyordu
15- tecrit hücrelerinde, içlerinde nelson mandela'nın da bulunduğu bazı mahkumlar, oyun oynayanları izleyebiliyordu.
elbette taş ocaklarında ruhu taşlaştırılmak istenen mahkumların gündelik hayatlarından uzaklaşıp, bir şeyler düşünme ve izlemesi cezaevi yönetimince kabul edilemezdi
16- hemen hücrelerin sahaya bakan yönlerine ördüler.
gel zaman git zaman psikolojik baskıları kırma adına mahkumlar, elde ettikleri hakkı boykot aracı olarak kullanmaya karar verdiler.
maçlarla ilgili tartışıyor gibi görünüp eylem planları belirlediler.
17- boykotları 1969 yılına kadar sürdü.
o süre zarfında uluslararası kamuoyunda robben ısland, devil ısland olarak tartışılıyordu.
baskılara daha fazla dayanamayan rejim, daha ılımlı bir yönetim atamak zorunda kaldı.
kuralları gardiyanların keyfine göre dizayn ettiği futbol +
18- artık mahkumların istediği şekilde oynanacaktı.
bir şekilde elde ettikleri fifa futbol kitapçığı sayesinde, uluslararası normlara uygun bir futbola dönüştürdüler.
adil oyun ve eşitliği seslendirirlen aslında demokrasi ve adaleti dillendirmek istediler.
19- bir federasyon kurdular. kuralları fifaya uygun belirleyip akabinde artık daha sistematik bir oyuna geçtiler.
tony suze anlatıyor:
"futbol bizi yıkması ve direncimizi kırması beklenen bir hapishane gerçekliği değildi artık. gerçekleri şekillendiren etkendi"
20- canlı olarak bu eyleme katılamayan hücre mahkumları, maç raporları (!) aracılığıyla organize oldular. bunu gizli iletişim aracı olarak kullanıp beslendiler. gizlice çarşafların arasına bırakılan "maç raporları (!)" bu kitlesel eylemi = futbolu daha geniş kitlelere ulaştırdı.
21- satırlarımızı, kurulan makana fa (xhosa savaş-peygamberinin adını alarak kurdukları federasyon) başkanı anthony suze'nin cümleleri ile bitirelim.
"biz sistemi futbol ile manipüle ettik. bunu bir iletişim ve eylem aracı olarak kullandık. sistemi bizimle konuşur hale getirdik."
22- futbolla ilgili olduğu sürece yetkililer bizi dinlemek durumunda idi. neyi neden nasıl istediğimizi onlara yine futbol aracılığıyla anlattık. bu bizim için bir çeşit ifade biçimiydi. bir iletişim yoluydu. bizi baltalamak isteyen sistemle aramızdaki değişimi sağlayan bir umuttu"
23- evet bir kez daha soralım.
futbol asla sadece futbol değildir derken bu klişenin altında yatan hikayelerin ne kadarını kast ediyorduk?
birbirimizi doğramak ve nefretimizi birbirimizin yüzüne kusmak için kullandığımız futbol gerçekten bir nefret ve öfke kusma aparatı mıdır?
--- alıntı ---