15
sene 2005, mevsimlerden yaz... 15 yaşındayım. olayın geçtiği yer burhaniye/balıkesir. halı sahada maç yapıyoruz. o ara biraz göbekli ve ham biriydim. benim de oturduğum deniz kıyısındaki sitede ve hemen bitişiğindeki evlerde yaşayan arkadaşlardan oluşan bir takımımız var. rakibimiz ise bizim taraftan şehir içi yolun ayırdığı, yani daha içeride kalan karşı mahallenin çocukları. sitenin sahasında her gün kendi aramızda yaptığımız maçlara ek olarak her yaz birkaç kere karşı mahallenin bıçkın delikanlıları ile halı sahada kapışırdık.
ben bizim sitenin çekirdek kadrosundanım, hatta diğer arkadaşlarımın hepsi yazlıkçı, bir ben oranın yerlisiyim. yani takımda oynamamam gibi bir durum söz konusu bile değil. lakin o dönemde en berbat oynayan da bendim. hani can ciğer arkadaş olmasak hayatta almazlar beni takıma. tamamen hatrına bir tahammül etme durumu söz konusu. zaten çocukken de beni ya hakem, ya da teknik direktör yaparlardı. ben de sevinirdim. meğer dalga geçiyorlarmış. işte bu yüzden genelde hep defansta ya da kalede oynardım. mecbur kalmadıkça pas da atmazlardı zaten bana.
neyse işte; o maçta orta sahada yalnız kalan arkadaşım mecburen santradan bana geri pas attı, çünkü ben dedim "dön bana" diye. ben de bacak aramdan alkış tutarak yedim o pası ve arkadaşım kendi kalesine gol atmış oldu. zaten benim yüzümden hep fark yerdik. o anki surat ifadesini hala unutamam. o maç sonunda bir başka arkadaşım iyi resim yapmama ithafen şöyle bir laf söyledi bana; "yanlış anlama da senden çok güzel sanatçı olur ama hayatta futbolcu olmaz." o laf bana çok koydu sözlük.
hatta bir sonraki maçta bana rağmen berabere kalmıştık ve penaltılarda yetenek olarak benle yarışabilecek tek oyuncu bile penaltıyı gole çevirirken ben yine kalecinin üstüne yuvarlıyordum; ve bu yüzden yine kaybediyorduk...
sene oldu 2009, şimdi 19 yaşındayım. aradan geçen 4 senede kendime çok şey kattım sözlük. iki sene boyunca istanbul'da haftada iki defa abimin arkadaşları, yani 25-26 yaşındaki adamlarla maç yaptım. boş kaleye kaçıra kaçıra, düşe kalka bir şeyler kaptım. 2008'de dil öğrenmek için ingiltere'ye gittim, orada da her hafta top oynadım. amatör ligde maçlara çıktım. ingiliz futbolunu yerinde öğrendim.
ve geçtiğimiz yaz gördüm ki o dönemde haldır haldır koşan arkadaşlarım hamlamış, top oynamaz olmuşlar. bizim klasikleşen halı saha maçları ise hepten yalan olmuş. millet üniversite, sigara, içki, karı kız derken kopmuş gitmiş...bir ben kalmışım deli gibi top oynayan. şimdi 93'lü, 94'lü ve 95'li kardeşlerime abilik yapıyorum sözlük. çünkü bir onlar kaldı bir topun peşinden heyecanla ve şevkle koşan. onlara bir şeyler öğretmeye çalışıyorum. kız erkek karışık futbol kültürü ve aşkı vermeye çalışıyorum onlara.
o yaz gerek halı sahada, gerek çim sahada kendi aramızda yaptığımız maçlarda gösterdiğim performans üzerine vaktiyle bana burun kıvıran arkadaşlarımın hepsi beni takdir etti. resmen ağızları açık kaldı. onlar kesilip kan ter içinde kaldığı vakit ben hala yarı çıplak deli gibi koşturup goller atıyordum sözlük.
sonra almanya'ya düştü yolum, erasmus sebebiyle. kendi takımımı kurdum. her hafta düzenli olarak maçlar yapmaya başladım. üstüne alman ekolünü de öğrendim. artık ne yeteneksiz ama hatrı olan çocuğum, ne de abisinin hatrından dolayı oynayan kardeşim, uluslararası oyunculardan oluşan takımımın kaptanıyım. kar yağdığı zaman saha kapandı. ben topumu alıp gittim yine antrenman yaptım kendimce düzenli olarak. kondisyonumu kaybetmedim. şimdi eskisine göre daha düzgün bir fiziğim var. ve bir şekilde daha iyi top oynadığımı hissedebiliyorum. ama ne zaman sokaktan geçerken kalede hafif toplu bir çocuk görsem duygulanırım sözlük. dayanamam sorarım "ben de sizinle oynayabilir miyim?" diye. kabul ederlerse ben geçerim kaleye, çocuğu yollarım forvete...
ben bizim sitenin çekirdek kadrosundanım, hatta diğer arkadaşlarımın hepsi yazlıkçı, bir ben oranın yerlisiyim. yani takımda oynamamam gibi bir durum söz konusu bile değil. lakin o dönemde en berbat oynayan da bendim. hani can ciğer arkadaş olmasak hayatta almazlar beni takıma. tamamen hatrına bir tahammül etme durumu söz konusu. zaten çocukken de beni ya hakem, ya da teknik direktör yaparlardı. ben de sevinirdim. meğer dalga geçiyorlarmış. işte bu yüzden genelde hep defansta ya da kalede oynardım. mecbur kalmadıkça pas da atmazlardı zaten bana.
neyse işte; o maçta orta sahada yalnız kalan arkadaşım mecburen santradan bana geri pas attı, çünkü ben dedim "dön bana" diye. ben de bacak aramdan alkış tutarak yedim o pası ve arkadaşım kendi kalesine gol atmış oldu. zaten benim yüzümden hep fark yerdik. o anki surat ifadesini hala unutamam. o maç sonunda bir başka arkadaşım iyi resim yapmama ithafen şöyle bir laf söyledi bana; "yanlış anlama da senden çok güzel sanatçı olur ama hayatta futbolcu olmaz." o laf bana çok koydu sözlük.
hatta bir sonraki maçta bana rağmen berabere kalmıştık ve penaltılarda yetenek olarak benle yarışabilecek tek oyuncu bile penaltıyı gole çevirirken ben yine kalecinin üstüne yuvarlıyordum; ve bu yüzden yine kaybediyorduk...
sene oldu 2009, şimdi 19 yaşındayım. aradan geçen 4 senede kendime çok şey kattım sözlük. iki sene boyunca istanbul'da haftada iki defa abimin arkadaşları, yani 25-26 yaşındaki adamlarla maç yaptım. boş kaleye kaçıra kaçıra, düşe kalka bir şeyler kaptım. 2008'de dil öğrenmek için ingiltere'ye gittim, orada da her hafta top oynadım. amatör ligde maçlara çıktım. ingiliz futbolunu yerinde öğrendim.
ve geçtiğimiz yaz gördüm ki o dönemde haldır haldır koşan arkadaşlarım hamlamış, top oynamaz olmuşlar. bizim klasikleşen halı saha maçları ise hepten yalan olmuş. millet üniversite, sigara, içki, karı kız derken kopmuş gitmiş...bir ben kalmışım deli gibi top oynayan. şimdi 93'lü, 94'lü ve 95'li kardeşlerime abilik yapıyorum sözlük. çünkü bir onlar kaldı bir topun peşinden heyecanla ve şevkle koşan. onlara bir şeyler öğretmeye çalışıyorum. kız erkek karışık futbol kültürü ve aşkı vermeye çalışıyorum onlara.
o yaz gerek halı sahada, gerek çim sahada kendi aramızda yaptığımız maçlarda gösterdiğim performans üzerine vaktiyle bana burun kıvıran arkadaşlarımın hepsi beni takdir etti. resmen ağızları açık kaldı. onlar kesilip kan ter içinde kaldığı vakit ben hala yarı çıplak deli gibi koşturup goller atıyordum sözlük.
sonra almanya'ya düştü yolum, erasmus sebebiyle. kendi takımımı kurdum. her hafta düzenli olarak maçlar yapmaya başladım. üstüne alman ekolünü de öğrendim. artık ne yeteneksiz ama hatrı olan çocuğum, ne de abisinin hatrından dolayı oynayan kardeşim, uluslararası oyunculardan oluşan takımımın kaptanıyım. kar yağdığı zaman saha kapandı. ben topumu alıp gittim yine antrenman yaptım kendimce düzenli olarak. kondisyonumu kaybetmedim. şimdi eskisine göre daha düzgün bir fiziğim var. ve bir şekilde daha iyi top oynadığımı hissedebiliyorum. ama ne zaman sokaktan geçerken kalede hafif toplu bir çocuk görsem duygulanırım sözlük. dayanamam sorarım "ben de sizinle oynayabilir miyim?" diye. kabul ederlerse ben geçerim kaleye, çocuğu yollarım forvete...