54
defne yaprağı.
güzel bir yemek gelir önünüze pişme şekli olsun, tadı, tuzu, suyu harikadır. aşçı kardeşimiz tabağın yanına yemeğin içinde de olan bir tane defne yaprağını "şef dokunuşu" olarak koymuştur. kimse o defne yaprağını yemez ve hatta damak tadınız gurme seviyesinde değilse defne yaprağı yemeğin içinde var mı yok mu fark etmezsiniz.
italya 90'dan beri futbol izliyorum bir takımın gol beklentisini sayılara dökme ihtiyacını ve faydasal karşılığını kafamda oturamıyorum.
muhtemelen "ölçemediğiniz şeyi düzeltemezsiniz" felsefesinin futbola yansıtılmış hali olabilir sözüm yok birilerinin işine yarıyordur illa ama ben bizim neden bu kadar kafaya taktığımızı anlamıyorum. tamam futbol gurmesi değilim ama bizim defne yaprağına gelene kadar incir yaprağı bulup açıkta olan yerlerimizi kapatmamız gerektiğini düşünüyorum. her anlamda esnaf lokantasındayız ama fine dining takılıyoruz. xg benim için tamamlayıcı bir veriden öte değil. muhtemelen benim eksiğimdir.
asıl demek istediğim özellikle 3 yıldır galatasaray futbol takımının oynadığı oyunun umut vaadettiğini söylemek için hangi veriyi kullanıyorsanız kullanın tuik'in enflasyon rakamlarının halka yansıması gibi olur. ya da çılgınlar gibi büyüyoruz rakamları açıklanıp sokakta gezen vatandaşa mikrofon uzatıldığında "bu büyüme benim geçimime niye yansımıyor" sorusunu sorması kadar doğal bir şey yok.
doğru başlıkta mı yazıyorum emin değilim ama uzun zamandır maç sonrası yapılan basın toplantılarında ya da youtube yayınlarında karşıma çıkan ve genelde bu tarz sayılarla desteklenen iyi oynadık, şu kadar topla oynadık bu kadar pozisyona girdik, bakın burada yazıyor denen maçları izleyen biri olarak ben acaba farklı bir maç mı izledim diyorum.
aslında demek istediğimin kitabı var.
"sayıların diktatörlüğü ve başarıyı ölçme saplantısı ve çözüm yolları" adında aslında çok severek okumadığım bir kitap ama tavsiye ederim.
--- alıntı ---
bu kitap ölçümün zararları hakkında değil; tecrübeye dayalı kişisel yargılar yerine standart performans ölçümlerinin konulmasının ister istemez doğurduğu olumsuz sonuçlar hakkındadır. problem ölçüm değil, aşırı ve uygun olmayan ölçümlerle bunlara duyulan saplantıdır.
artan nüfus ve değişen iletişim dinamiklerinin de etkisiyle artık başarı, tecrübeden ziyade rakamlarla bağlantılı hale geldi. bizi ameliyat edecek cerrahın istatistiklerine bakıyor, oturacağımız yeri seçerken o bölgenin yıllık suç oranını inceliyor, çocuğumuzu okula yazdırırken okulun başarı oranlarına dikkat ediyor, bir kuruma bağış yaparken o güne kadar kaç kişiye ulaştığını araştırıyoruz. hayatımızdaki her şeyin ölçülmesini, analiz edilmesini ve şeffaf bir şekilde duyurulmasını talep ediyoruz. peki, ya o çok güvendiğimiz veriler doğru değilse? ya sonuçlar bizim dikkatimizi başka bir noktaya çekmeye çalışıyorsa?
sayıların diktatörlüğü; eğitim, tıp, iş, finans, hükümet, polis, ordu ve sivil toplum kuruluşlarında çalışanların, “performans ölçümü” adı altında istatistiklerle oynamalarına nasıl teşvik edildiğine ışık tutuyor. kitabın yazarı jerry z. muller, kendi tecrübelerinden de yola çıkarak ölçülebilen her şeyin ölçülmesinin gerekmediğini; tamamlayıcı bir veri olmak yerine kesin bilgi sayıldığında sayıların ne kadar zorlaşabileceğini ve sorunu nasıl düzeltebileceğimizi açıklığa kavuşturuyor.
--- alıntı ---
güzel bir yemek gelir önünüze pişme şekli olsun, tadı, tuzu, suyu harikadır. aşçı kardeşimiz tabağın yanına yemeğin içinde de olan bir tane defne yaprağını "şef dokunuşu" olarak koymuştur. kimse o defne yaprağını yemez ve hatta damak tadınız gurme seviyesinde değilse defne yaprağı yemeğin içinde var mı yok mu fark etmezsiniz.
italya 90'dan beri futbol izliyorum bir takımın gol beklentisini sayılara dökme ihtiyacını ve faydasal karşılığını kafamda oturamıyorum.
muhtemelen "ölçemediğiniz şeyi düzeltemezsiniz" felsefesinin futbola yansıtılmış hali olabilir sözüm yok birilerinin işine yarıyordur illa ama ben bizim neden bu kadar kafaya taktığımızı anlamıyorum. tamam futbol gurmesi değilim ama bizim defne yaprağına gelene kadar incir yaprağı bulup açıkta olan yerlerimizi kapatmamız gerektiğini düşünüyorum. her anlamda esnaf lokantasındayız ama fine dining takılıyoruz. xg benim için tamamlayıcı bir veriden öte değil. muhtemelen benim eksiğimdir.
asıl demek istediğim özellikle 3 yıldır galatasaray futbol takımının oynadığı oyunun umut vaadettiğini söylemek için hangi veriyi kullanıyorsanız kullanın tuik'in enflasyon rakamlarının halka yansıması gibi olur. ya da çılgınlar gibi büyüyoruz rakamları açıklanıp sokakta gezen vatandaşa mikrofon uzatıldığında "bu büyüme benim geçimime niye yansımıyor" sorusunu sorması kadar doğal bir şey yok.
doğru başlıkta mı yazıyorum emin değilim ama uzun zamandır maç sonrası yapılan basın toplantılarında ya da youtube yayınlarında karşıma çıkan ve genelde bu tarz sayılarla desteklenen iyi oynadık, şu kadar topla oynadık bu kadar pozisyona girdik, bakın burada yazıyor denen maçları izleyen biri olarak ben acaba farklı bir maç mı izledim diyorum.
aslında demek istediğimin kitabı var.
"sayıların diktatörlüğü ve başarıyı ölçme saplantısı ve çözüm yolları" adında aslında çok severek okumadığım bir kitap ama tavsiye ederim.
--- alıntı ---
bu kitap ölçümün zararları hakkında değil; tecrübeye dayalı kişisel yargılar yerine standart performans ölçümlerinin konulmasının ister istemez doğurduğu olumsuz sonuçlar hakkındadır. problem ölçüm değil, aşırı ve uygun olmayan ölçümlerle bunlara duyulan saplantıdır.
artan nüfus ve değişen iletişim dinamiklerinin de etkisiyle artık başarı, tecrübeden ziyade rakamlarla bağlantılı hale geldi. bizi ameliyat edecek cerrahın istatistiklerine bakıyor, oturacağımız yeri seçerken o bölgenin yıllık suç oranını inceliyor, çocuğumuzu okula yazdırırken okulun başarı oranlarına dikkat ediyor, bir kuruma bağış yaparken o güne kadar kaç kişiye ulaştığını araştırıyoruz. hayatımızdaki her şeyin ölçülmesini, analiz edilmesini ve şeffaf bir şekilde duyurulmasını talep ediyoruz. peki, ya o çok güvendiğimiz veriler doğru değilse? ya sonuçlar bizim dikkatimizi başka bir noktaya çekmeye çalışıyorsa?
sayıların diktatörlüğü; eğitim, tıp, iş, finans, hükümet, polis, ordu ve sivil toplum kuruluşlarında çalışanların, “performans ölçümü” adı altında istatistiklerle oynamalarına nasıl teşvik edildiğine ışık tutuyor. kitabın yazarı jerry z. muller, kendi tecrübelerinden de yola çıkarak ölçülebilen her şeyin ölçülmesinin gerekmediğini; tamamlayıcı bir veri olmak yerine kesin bilgi sayıldığında sayıların ne kadar zorlaşabileceğini ve sorunu nasıl düzeltebileceğimizi açıklığa kavuşturuyor.
--- alıntı ---