126
belki birçoklarının izlediği fakat benim bundan 5-6 ay kadar önce keşfettiğim ve ancak bugün izleme fırsatını yakaladığım 'the red pill' belgeselini herkese tavsiye ederim. bu belgesel işine gelenin gayet güzel anlayacağı, gelmeyenin ise 'hayal kırıklığı' olarak niteleyebileceği bir belgesel. belgeseli izlemeden önce konusunun ne üzerine olduğuna kısaca göz atan birinin bu işine gelmeyen tarafın hangi 'taraf' olduğu gayet tahmin edebileceğini düşünüyorum. ne hikmetse o taraf belgeseli gerçekten de hiç beğenmemiş. beni şaşırtan bu tarafın beğenmemesi değil; bizim tarafımızda olması gerekenlerin, o tarafı seçerek onlara çanak tutması beni şaşırtarak üzer.
bir an için belgeselde insanların anlattıklarının tamamen uydurulmuş palavralar olduğunu bile düşünsek ortada inkar edilemeyecek, kaynakları ile desteklenmiş sayılar var. ayrıca belgesele ön ayak olan cassie jaye'in de bu belgesel öncesi bir feminist olduğunu unutmayalım. aslında sadece bu bile bir şeylere açıklamaya yetiyor.
ayrıca belgeselin ortalarında yer alan bir konuşma epey dikkatimi çekti. böyle bir belgeselin spoiler'ı olmayacağından direkt veriyorum:
feminizm hakkında söylenen ilk unsur: “çünkü ben bir kadınım, belki hayatımı çocuk büyütme ile geçirmek istemiyorum.” “beni istemediğim bir işe zorlama.” ve erkeklere bakarak şöyle dediler:
“çocuk büyütmeye zorlanan siz değilsiniz.” ortada böyle bir problem yok.
ama erkeklerin de geleneksel cinsiyet rolü çocuk yetiştirmek değil. bizim için geleneksel cinsiyet rolü; aileyi geçindirmek, koruyan ve ilişkiyi başlatan olmaktır. her birimiz ayrı cinsiyet rollerine sahibiz.
kısacası bugünkü feministlerin en çok dayandığı unsur gelir eşitsizliği, şiddet, tecavüz ve öldürme vakaları. erkeklerin daha çok işsiz kaldığını, daha çok oranda okulu bırakmak zorunda kaldığını, daha çok cinayet, iş kazası ve intihar vakasına karıştığını söylediğinizde, kadınlar tarafından 'bu onların seçimi/beceriksizliği/hatası olamaz mı?' cevabı ile karşılaşıyorsunuz. gelir eşitsizliğini kadınların maruz kaldığı bir olumsuz anlamda ayrımcılık olarak değerlendiren bir güruh için ne kadar da ikiyüzlü bir ifade değil mi! yani onlara göre gelir eşitsizliği bir ayrımcılık iken cinayetlere kurban gidenlerin ezici çoğunlukla erkeklerden oluşması bir seçim, beceriksizlik veya hatadan ibaret. epey düşünülesi bir anlayış!
bir an için belgeselde insanların anlattıklarının tamamen uydurulmuş palavralar olduğunu bile düşünsek ortada inkar edilemeyecek, kaynakları ile desteklenmiş sayılar var. ayrıca belgesele ön ayak olan cassie jaye'in de bu belgesel öncesi bir feminist olduğunu unutmayalım. aslında sadece bu bile bir şeylere açıklamaya yetiyor.
ayrıca belgeselin ortalarında yer alan bir konuşma epey dikkatimi çekti. böyle bir belgeselin spoiler'ı olmayacağından direkt veriyorum:
feminizm hakkında söylenen ilk unsur: “çünkü ben bir kadınım, belki hayatımı çocuk büyütme ile geçirmek istemiyorum.” “beni istemediğim bir işe zorlama.” ve erkeklere bakarak şöyle dediler:
“çocuk büyütmeye zorlanan siz değilsiniz.” ortada böyle bir problem yok.
ama erkeklerin de geleneksel cinsiyet rolü çocuk yetiştirmek değil. bizim için geleneksel cinsiyet rolü; aileyi geçindirmek, koruyan ve ilişkiyi başlatan olmaktır. her birimiz ayrı cinsiyet rollerine sahibiz.
kısacası bugünkü feministlerin en çok dayandığı unsur gelir eşitsizliği, şiddet, tecavüz ve öldürme vakaları. erkeklerin daha çok işsiz kaldığını, daha çok oranda okulu bırakmak zorunda kaldığını, daha çok cinayet, iş kazası ve intihar vakasına karıştığını söylediğinizde, kadınlar tarafından 'bu onların seçimi/beceriksizliği/hatası olamaz mı?' cevabı ile karşılaşıyorsunuz. gelir eşitsizliğini kadınların maruz kaldığı bir olumsuz anlamda ayrımcılık olarak değerlendiren bir güruh için ne kadar da ikiyüzlü bir ifade değil mi! yani onlara göre gelir eşitsizliği bir ayrımcılık iken cinayetlere kurban gidenlerin ezici çoğunlukla erkeklerden oluşması bir seçim, beceriksizlik veya hatadan ibaret. epey düşünülesi bir anlayış!