• 974
    resmi siteye düşen bir toplu imza fotoğrafında üzerindeki reklamsız yüzüncü yıl formasının * içinde kaybolan çelimsiz fiziği, şimdikine kıyasla biraz tanımsız kalan kısa sarı saçları ve hayallerine kavuşan bir insanın mutluluğu olduğunu sonradan öğreneceğimiz 32 diş sırıtması ile hayatımıza girişinin üzerinden gün itibarı ile tam 10 sene geçmiş olan göğnümüzün efendisi...

    10 yıl.. bir insan ömrü için uzun, insanlık tarihi için kısa bir zaman. evrenin tarihinde belki de bir kum tanesi...

    10 sene önce o toplu imza fotoğrafına bakıp şimdikinden de kıt olan internetteki kadın basketbol kaynakları arasında cımbızla bilgi toplayarak tanımaya çalışanlarlara hayal bile edemeyecekleri tonla güzelliği yaşatmış bir güzel insandır. o dönem için hayalden öte olan kupalar, şampiyonluklar hatta milli takımın neredeyse tarihinin yazıldığı 10 yıla yayılmış performans değil elbette sadece... istatistik dahil hiçbir bilimin açıklayamayacağı türden şeyler...

    basketbolundan önce internet aleminde meşhur olan sarı-kırmızı superstarları gibi..
    "şöhret"i elverdiği sürece tribüne çıkıp tezahürat yaparak maç izlemeye devam eden taraftar yüreği gibi...
    bir kadıköy deplasmanı öncesine denk geldiği için çilingir sofrası ve binbir keder eşliğinde izlenen malum televizyon programındaki bir nesli kendine aşık eden samimi ve sempatik halleri gibi...
    eurocup finalinden sonra uzatılan mikrofona "ne diyeyim ya bizi boşverin taraftarı çekin" diye sayıklayan zafer sarhoşu halleri gibi...
    dizinin parçalandığı pozisyondan yerde acı içinde kıvranıp karga tulumba soyunma odasına götürülürken yüreklere oturan o acı gibi...
    çok iyi başlamış bir kariyeri ters düz eden o lanet dönemde bile "ne gelirse galatasaray'dan kabulümdür" diyebilmesi gibi...
    "kadın basketbolun sabri'si" diye ağız birliği eden camianın çoğunluğuna inat ağır adımlarla geri gelişini izlemenin verdiği huzur gibi...
    her daim olduğu gibi hakem marifetiyle "kaybettirilen" bir maç sonrası tüm sportmen kişiliğine rağmen verilen ikincilik plaketini hınçla kapayıp uzatılan eli havada bırakarak soyunma odasına gitmesi gibi...
    ekaterinburg'da "kariyerimin başında tek bir şey iste deseniz bu anı dilerdim" derken nemli ama gülümseyen gözlerindeki parıltının verdiği o tarifsiz duygu gibi...
    sıfır rusçayla ikinci dil seçeneği olmayan abuk sitelerde helak ettiren o his gibi...
    olmayacak bir topa yetişmek için insanüstü şekilde ordan oraya zıplarken içimizden birşeylerin erimesi gibi...
    ne bileyim olanca yoğun temposunun arasında, evinde oturup bir tarafını büyüterek geçirse kimsenin edecek lafı olmayacak izin günlerinde bile çocuklarla vakit geçirmekten, onlarla hoplayıp zıplamaktan vazgeçmeyişi gibi...

    bu liste öylesine uzar ve gider ki... * *

    bizim nesil metin oktay'ın, paidar'ların hikayeleriyle büyüdü. hep o isimlerin özlemini çekti durdu...
    bizden sonraki nesiller bu efsanelerin yanında ışıl'ın da hikayelerini dinleyecek...
    10 sene önce ligin en iyi genç oyuncusuydu. 9 sene önce kızların metin oktay'ı.. bugünse bir galatasaray efsanesi...

    iyi ki "mihri başkan" o telefonu açmış, sen de ikiletmeden kabul etmişsin...
    şanssızlık yakanı bırakmasa da pes etmemişsin, sen pes etsen bile o pes etmemiş...
    galatasaray'da nice senelere...

    (bkz: en güzel hikayemiz sensin bizim)

    hikayenin giriş ve gelişme bölümlerindeki eşsiz katkıları için "mihri başkan"a ayrıca teşekkürler...
App Store'dan indirin Google Play'den alın