4
insanın sinirini bozan yazardır. evet bu arkadaşla uzun süre takılmaya başladığınızda önce kendinizden daha sonra tüm insanlıktan nefret edersiniz. her konu hakkında bilgisi vardır. bunu "çok boş yapar" anlamında söylemiyorum. gerçekten bilgilidir. ama her şeyi de bilme be kardeşim. futbol konuşursun mourinho, basketbol konuşursun ergin ataman, yemek muhabbeti açarsın vedat milor, film dersin quentin tarantino kesilir. sokarım yapacağın muhabbete bale konuşucam lan ben dersin, hoop o çoktan tan sağtürk olmuştur bile. ayağa kalkıp parmaklarının ucunda durmuş seni bekliyordur.
bilen bilir istanbul'da yalnız yaşıyorum*. geçen günlerde haftasonu bizde kalması için kendisine teklifte bulundum. zaten sürekli aklımızda beraber fm oynamak vardı. kendisi bu teklifimi uygun görmüş olacak ki kabul etti. cuma akşam saat 7 sularında gelmesini böylece benim de işten çıkmış ve eve varmış olacağımı söyledim. 19:00'da zil çaldı. denk mi geldi yoksa zili çalmak için saatin 7 olmasını mı bekledi bilmiyorum. ama ikisine de inanırım. garip bi çocuk.
hoşgeldin beş gittin muhabbetinin akabinde pozisyonlar alındı ve laptoplar açıldı. laptopunun güzel olduğunu hangi marka ve model olduğunu sordum. firmanın kuruluşundan yönetim kurulu üyelerinin isimlerine, şirket ceo'larından laptopun hangi ülkelere ihraç edildiğine kadar bir çok önemli ve gerekli bilgi verdi. ben tam kusmak üzereyken bitirdi.
fm2015 oyununa girip çevrimiçi oyun başlattım. tam hangi ligleri seçeceğimizi soracaktım ki dünya üzerinde tahmini olarak kaç lig olabileceği aklıma geldi ve sustum. biliyorum ki ligleri saymakla yetinmeyecek, o liglerdeki oyun anlayışıyla ilgili analiz yapıp o ligde top koşturan genç yeteneklerin isimlerini de sayacak.
neyse oyuna başladık. "bi dakika" deyip yan odaya gitti. bi iki dakika sonra takım elbiseyle geri geldi. bana körfez iskenderun spor'un yeni teknik direktörü olduğu için mutlu olduğunu, bu sene hedeflerinin kümede kalmak olduğunu söyledi. şaka şaka o kadar da değil ama bunu yapsaydı da şaşırmazdım. dediğim gibi garip bi çocuk.
bir taraftan oyun oynarken bir taraftan da sohbet ediyorduk. bana kız arkadaşıyla gittiği mekanlardan, tattığı şaraplardan, yazdığı kısa hikayelerden, ileride filmini çekmeyi düşündüğü senaryolardan bahsetti. adam kevin großkreutz gibi, her mevkide oynayabiliyor. hayır sen fransız mısın? çocukluğun şanzelize'de mi geçti? leonardo da vinci'nin kanını mı taşıyorsun ulan? hayır yani öyleyse ben de aynı soydan geliyorum ben neden odun oldum? hikaye yazmayı geçtim, en son okuduğum kitap kaşağı ulan. o da resimliydi amk yoksa okumazdım. bu vesileyle peyami safa'yı da rahmetle anıyorum.
ertesi akşam galatasaray'ın maçı vardı (bkz: 19 eylül 2015 trabzonspor galatasaray maçı). bizde lig tv olmadığından maçı ah ulan gaassaray'ın evinde izleyip tekrar bize dönecektik. "bizde maçı izlerken yemek de yeriz" dedi. evde yalnız yaşayan ve benim gibi yeteneksiz olanlar bilir. yemek deyince akla dışardan söylenenler gelir. evde yapılan çünkü ya tosttur ya ekmek arası peynir falandır. hadi bilemedin makarna, menemen falan olsun.
"tamam olur" dedim.
"soya soslu tavuk sever misin?" dedi. halbuki önce "soya'nın ne demek olduğunu biliyor musun" demesi gerekiyordu. aslında bu isim çok da yabancı gelmemişti. bir yerlerden hatırlıyorum diye düşünürken benim hatırladığımın stoya olduğunu farkettim. fakat o konuya hiç girmek istemiyorum zira konumuzla gram alakası yok.
"severim" dedim. ekmek arası halley'den iyidir sonuçta.
"bolonez makarna da yapabilirim" dedi.
ilkokulda polonezköy'e pikniğe gitmiştik o geldi aklıma. zaman ne de hızlı geçiyor.
sonra soya soslu tavuk yaptı bu gerçekten. çünkü ben o ana kadar şaka sanıyordum. daha önce yine kendisinin yaptığı taze fasulyeyle birlikte servis etti. taze fasulye... kendi yaptığı... kendi... taze fasulye...
bu arada maç da başladı. maç esnasında aramızda şöyle bir konuşma geçti;
e (estalf): bok gibi oynuyoruz lan.
aug (ah ulan gaassaray): abi ortasahada pres gücü kuvvetli, dönen topları alan oyuncumuz yok.
e: aynen lan bok gibi oynuyoruz resmen.
aug: atak sürekliliği sağlayamıyoruz ki rakip uzun top atmadıkça. bu yüzden ileride iyi pres yapmamız lazım.
e: işte bok gibi top oynadığımız için.
aug: sneijder ve podolski preste zayıf kalıyor. rakip de her ayağa topla çıktığında tehlike oluyor veya oyun soğuyor.
e: bok bok bok. (iç ses: sikerim şimdi seni)
aug: melo gibi diyagonal pas atan adamı da sattık ya şaka gibi.
e: evet melo'nun diyalogu da iyiydi neden sattık ki.
yani demem o ki kendisi sözlüğün ilber ortaylı'sıdır. zaten okuduğu bölüm de tarih. yakında kendisinin de "ne kadar cahilsin keşke ölsen" capsleri çıkar. he bi de bu hiçbir şeyi unutmaz. "5 sene önce bi mekana gitmiştik hatırlıyo musun?" diye sor sana o gün ne giydiğini, mekanın içindeki eşyaları tek tek sayar. ama o konuda ben de fena sayılmam. bugüne kadar gittiğim mekanlardaki bütün güzel kızları hatırlarım. hele o 2008'de kadıköy'de gittiğim kafedeki kıvırcık saçlı kız. seni asla unutmayacağım kıvırcık saçlı kız. sadece arkandan görebilsem de seni ne kadar güzel olduğunu hissetmiştim o gün. evet yüzünü görmedim hiç. belki de erkekti amk. ama güzeldi orası kesin.
bilen bilir istanbul'da yalnız yaşıyorum*. geçen günlerde haftasonu bizde kalması için kendisine teklifte bulundum. zaten sürekli aklımızda beraber fm oynamak vardı. kendisi bu teklifimi uygun görmüş olacak ki kabul etti. cuma akşam saat 7 sularında gelmesini böylece benim de işten çıkmış ve eve varmış olacağımı söyledim. 19:00'da zil çaldı. denk mi geldi yoksa zili çalmak için saatin 7 olmasını mı bekledi bilmiyorum. ama ikisine de inanırım. garip bi çocuk.
hoşgeldin beş gittin muhabbetinin akabinde pozisyonlar alındı ve laptoplar açıldı. laptopunun güzel olduğunu hangi marka ve model olduğunu sordum. firmanın kuruluşundan yönetim kurulu üyelerinin isimlerine, şirket ceo'larından laptopun hangi ülkelere ihraç edildiğine kadar bir çok önemli ve gerekli bilgi verdi. ben tam kusmak üzereyken bitirdi.
fm2015 oyununa girip çevrimiçi oyun başlattım. tam hangi ligleri seçeceğimizi soracaktım ki dünya üzerinde tahmini olarak kaç lig olabileceği aklıma geldi ve sustum. biliyorum ki ligleri saymakla yetinmeyecek, o liglerdeki oyun anlayışıyla ilgili analiz yapıp o ligde top koşturan genç yeteneklerin isimlerini de sayacak.
neyse oyuna başladık. "bi dakika" deyip yan odaya gitti. bi iki dakika sonra takım elbiseyle geri geldi. bana körfez iskenderun spor'un yeni teknik direktörü olduğu için mutlu olduğunu, bu sene hedeflerinin kümede kalmak olduğunu söyledi. şaka şaka o kadar da değil ama bunu yapsaydı da şaşırmazdım. dediğim gibi garip bi çocuk.
bir taraftan oyun oynarken bir taraftan da sohbet ediyorduk. bana kız arkadaşıyla gittiği mekanlardan, tattığı şaraplardan, yazdığı kısa hikayelerden, ileride filmini çekmeyi düşündüğü senaryolardan bahsetti. adam kevin großkreutz gibi, her mevkide oynayabiliyor. hayır sen fransız mısın? çocukluğun şanzelize'de mi geçti? leonardo da vinci'nin kanını mı taşıyorsun ulan? hayır yani öyleyse ben de aynı soydan geliyorum ben neden odun oldum? hikaye yazmayı geçtim, en son okuduğum kitap kaşağı ulan. o da resimliydi amk yoksa okumazdım. bu vesileyle peyami safa'yı da rahmetle anıyorum.
ertesi akşam galatasaray'ın maçı vardı (bkz: 19 eylül 2015 trabzonspor galatasaray maçı). bizde lig tv olmadığından maçı ah ulan gaassaray'ın evinde izleyip tekrar bize dönecektik. "bizde maçı izlerken yemek de yeriz" dedi. evde yalnız yaşayan ve benim gibi yeteneksiz olanlar bilir. yemek deyince akla dışardan söylenenler gelir. evde yapılan çünkü ya tosttur ya ekmek arası peynir falandır. hadi bilemedin makarna, menemen falan olsun.
"tamam olur" dedim.
"soya soslu tavuk sever misin?" dedi. halbuki önce "soya'nın ne demek olduğunu biliyor musun" demesi gerekiyordu. aslında bu isim çok da yabancı gelmemişti. bir yerlerden hatırlıyorum diye düşünürken benim hatırladığımın stoya olduğunu farkettim. fakat o konuya hiç girmek istemiyorum zira konumuzla gram alakası yok.
"severim" dedim. ekmek arası halley'den iyidir sonuçta.
"bolonez makarna da yapabilirim" dedi.
ilkokulda polonezköy'e pikniğe gitmiştik o geldi aklıma. zaman ne de hızlı geçiyor.
sonra soya soslu tavuk yaptı bu gerçekten. çünkü ben o ana kadar şaka sanıyordum. daha önce yine kendisinin yaptığı taze fasulyeyle birlikte servis etti. taze fasulye... kendi yaptığı... kendi... taze fasulye...
bu arada maç da başladı. maç esnasında aramızda şöyle bir konuşma geçti;
e (estalf): bok gibi oynuyoruz lan.
aug (ah ulan gaassaray): abi ortasahada pres gücü kuvvetli, dönen topları alan oyuncumuz yok.
e: aynen lan bok gibi oynuyoruz resmen.
aug: atak sürekliliği sağlayamıyoruz ki rakip uzun top atmadıkça. bu yüzden ileride iyi pres yapmamız lazım.
e: işte bok gibi top oynadığımız için.
aug: sneijder ve podolski preste zayıf kalıyor. rakip de her ayağa topla çıktığında tehlike oluyor veya oyun soğuyor.
e: bok bok bok. (iç ses: sikerim şimdi seni)
aug: melo gibi diyagonal pas atan adamı da sattık ya şaka gibi.
e: evet melo'nun diyalogu da iyiydi neden sattık ki.
yani demem o ki kendisi sözlüğün ilber ortaylı'sıdır. zaten okuduğu bölüm de tarih. yakında kendisinin de "ne kadar cahilsin keşke ölsen" capsleri çıkar. he bi de bu hiçbir şeyi unutmaz. "5 sene önce bi mekana gitmiştik hatırlıyo musun?" diye sor sana o gün ne giydiğini, mekanın içindeki eşyaları tek tek sayar. ama o konuda ben de fena sayılmam. bugüne kadar gittiğim mekanlardaki bütün güzel kızları hatırlarım. hele o 2008'de kadıköy'de gittiğim kafedeki kıvırcık saçlı kız. seni asla unutmayacağım kıvırcık saçlı kız. sadece arkandan görebilsem de seni ne kadar güzel olduğunu hissetmiştim o gün. evet yüzünü görmedim hiç. belki de erkekti amk. ama güzeldi orası kesin.