431
şu an yazacaklarım benimle ilgili değil, bir arkadaşımla ilgili. ama sonuçta arkadaş arkadaşın derdine ortak olmadıktan sonra ne anlamı kalır mevzunun dimi ?
yazıyı okumak isterseniz, şu şarkıyla güzel olabilir bence. ben koyayım linki isterseniz açarsınız; https://www.youtube.com/watch?v=G-oCj5_WtiY
arada aynı ülkenin farklı şehirlerin olduğu zaman bile insan derdini anlatamıyorken, bir insan arada yarım kürelerin olduğu bir insana nasıl yardımcı olabilir ? çok tuhafıma gidiyor bu. öncelikle size durumu açıklayayım.
arkadaşım arjantinli, la plata'da yaşayan bir river plate taraftarı. benimle 2011 yazında amerika'da gittiğimiz ingilizce kursunda tanıştı, yaz okulu başlamadan birbirimizle internet üzerinden konuşmuştuk ve o zamanlar iyi muhabbet kurup bizimle aynı okula gelecek bir kızdan bahsediyordu. kız fransız, paris'te yaşayan biri. her geçen gün bu ikisinin arası daha iyi oluyor, daha çok konuşuyorlar ve daha çok ortak nokta buluyorlar. sonunda gün geliyor, herkes uçaklarına binip okula varıyor. ilk gün herkes yorgun olduğu için ikinci gün kayıt işlemleri esnasında buluşuyoruz. o gün amerika'nın bağımsızlık günü. ve her yeni kayıt zamanı olduğu gibi o haftanın ilk pazartesi günü öğrenci grupları şehrin merkezine götürülüyor. orada beraber hareket ediyoruz. ama bir sorun çıkıyor ve biz asıl grubu kaybediyoruz. çok da umrumuzda değil açıkçası çünkü beraberiz ve amerika'yı yeniden olmasa bile keşfetmek, görmek istiyoruz. başlıyoruz gezmeye. "hayatında sadece o gün gördüğün insanlarla nasıl bu kadar iyi vakit geçebilirsin" sorusunun cevabını halen bilmiyorum. amerikan'ın bağımsızlık günü dolasıyla her yer hınca hınç dolu. hayatında sadece filmlerde gördüğün o amerika'nın bağımsızlık kutlamalarının tam ortasındasın ve yanında birbirlerini sadece o gün gören dünyanın en uyumlu çifti var. neyse, saatler geçiyor okulun oraya gidecek son tren 01.00'da kalkıyor ve biz oraya tam olarak 01.07'de varıyoruz. haliyle son treni kaçırıyoruz ve yapacak bir şey bulamayıp yine hayatında sadece filmlerde gördüğün şehrin ortasındaki meşhur parka gidiyorsun. her yer karanlık ama yapacak bir şey yok, şehir merkezinde bir otelde kalmak çok pahalı ve kimsenin yanında o kadar para haliyle yok. ortamda jodie foster filmlerindeki gibi gerginlik var. o gün birbirlerini tam anlamıyla tanıdılar gibi gelmişti bana. daha sonra sabah oluyor okula gidiyoruz, hazırlanıp derslere giriyoruz. sınıflar ve seviyeler farklı olduğu için anca akşam buluşuruz diyoruz ve öyle oluyor. akşam buluşmadan önce çocuk beni yanına çağırıyor ve "kıza aşık olduğunu söylüyor". beklenen bir şey bu. zaman geçiyor daha da yakınlaşıyor bunlar, artık sevgililer, ben ise haliyle her gün olmasa bile arada bir görüşüyorum onlarla. zaten ben onların kardeşleri gibiyim. benden büyükler ama bunu önemsemiyorlar. önemli olan beraberken iyi vakit geçirmek ve bunu çok güzel yapıyoruz. önce kız gidiyor onun kursu 3 haftalık, sonra çocuk gidiyor onun kursu da 4 haftalıktı. benim daha çok var. o arada ben de biriyle tanışıyorum. o da fransız. işler tam ciddileştiği anda o da gidiyor. tek kalıyorum ama hep iletişim halindeyim. daha sonra ben dönüyorum istanbul'a. bu arada habire plan yapıyoruz ama başarılı olmuyor. kış geliyor onların ilişkisi devam ediyor ama kız arkadaşım uzun mesafe ilişkisinin ona göre bir şey olmadığını söylüyor. haklı olarak bitiriyor. ben bırakın paris'e gitmeyi, beşiktaş'tan kadıköy'e gidemiyorum. nedeni dünyanın en aptalca sebebi. ney ? ygs- lys hazırlıkları. bu arada yaz geliyor. çocuk fransa'ya gidip 2 ay kalıyor. ilişkileri pekişmeye devam ediyor. beni çağırıyorlar ama yine gidemiyorum. nedeni yine dünyanın en aptalca sebebi. ygs- lys mevzusunun son senesi. dershaneler erken başlayacak falan v.s. işte. sonra kışın, bir gün telefonuma bir mesaj geliyor. kızdan. almış bileti arjantin'e gidiyor. karar vermişler, kız önce ispanyolca öğrenecek sonra da okuluna orada devam edecek. müthiş olay. bu arada benim hayatımda saçma sapan sorunlar ortaya çıkıyor, bu sorunlar üniversite sınavına yansıyor ve başarısız oluyorum. hem de çok feci batırıyorum. daha sonra ben tek başıma otururken telefonuma başka bir mesaj daha geliyor. bu sefer çocuktan. ayrı eve taşınmışlar. evin fotoğraflarını atıyorlar. bu arada bizim üçümüzün olduğu bir fotoğrafı da çerçeveletmişler. onu da koymuşlar evin içine. o kötü dönemde moral oluyor bana. bu arada yine çağırıyorlar ama yine gidemiyorum. neden ? çünkü ygs- lys'e tekrar hazırlanıyorum. şaka gibi geliyor şunları yazarken ama öyle cidden. daha sonra ben sınava tekrar hazırlanırken onlara durumu anlatıyorum. arada bir yazıyorlar, çok şükür bir sıkıntıları olmuyor. kız ispanyolca'yı halletmiş. okuluna tekrar başlamış. çocuk hukuk okuyordu, onu bitirdi, master yapmaya başladı ulusarası ilişkiler üzerine. ilişkileri en üst seviyede bu arada benim de sınavlarım iyi geçiyor. ikinci sınav burnum kanamasa istediğim okula takla atarak girebilecekken heyecan yapıyorum, 15 dakika burnum kanıyor. ama yine de elimden geleni yapıyorum ve geçen seneki sıralamamın yüz bin üstüne çıkıp, kötü sayılmayacak bir özel okulda tam burslu inşaat mühendisliğini kazanıyorum. bu sefer ben onlara öğrenci kartımın fotoğrafını atıyorum. bu sefer onlar benim mutluluğuma seviniyorlar. okul başlıyor, okul tıkırında gidiyor, çok sosyalleşmeden, çok inekleşmeden, çoğu zamanım yolda geçse de fena bir sene olmuyor. önümüzdeki sene arjantin'e gidebilmek için işe giriyorum. planlarımdan bahsetmek için çocuğu arıyorum baya olmuş onlarla konuşmayalı. sesi çok iyi gelmiyor, bağlantıdan olabilir diyorum ama yine de soruyorum "neyin var " diye. kızın evleri ayırdığını ve ilişkilerinin kötüye gittiğini söylüyor, işe girip ayrılmış. arjantin'de en büyük sorun işsizlik. ve işsizlikten dolayı hukuk okuyan, ulusarası ilişkiler masterı yapan, 4 dil bilen arkadaşım carrefour'da müşteri hizmetlerinde çalışıyor ama oradan da ayrılmış. biraz konuşuyoruz. ilk defa mutsuz ve umutsuz olan o. elimden geldiğince işlerin düzeleceğini söylüyorum. ne diyeceğimi bilemiyorum ama moral vermekten başka yapacak bir şey yok. konuştuktan 1 hafta sonra, çocuk mesaj atıyor. "artık beni istemiyormuş" diyor. lan diyorum şaka bu heralde, nasıl olur, imkanı yok. kafamda onların ayrılık denklemini bir türlü oturtamıyorum. kız sanırım dönem sonu fransa'ya geri dönecek. ve döndüğü anda her şeyin bitecek. bu arada anlatmayı unutmuşum. o ilk gün geç kalmamızın nedeni benim karnımın acıkması ve yemek yemem. bu nedenden dolayı ikisi de oburluğuma hep vurgu yaparlardı. neyse daha sonra çocuk bana mesaj atıyor "her şey senin sayende başlamıştı şimdi de ancak sen kurtarabilirsin bu durumu" diyor. ulan ben batman miyim, spider- man miyim. üzerimde büyük sorumluluk var ama büyük güç yok. kıza mesaj atıyorum, görüyor ama cevap vermiyor. tekrar atıyorum yine görüyor cevap vermiyor. belli ya işi var ya da cidden aşırı mutsuz. daha sonra onu neşelendirecek bir şey yapıyorum ve o gün geç kalmamıza neden olan hamburger'in fotoğrafını atıp "hmm, eskiden beri lezzetli gözüküyor, dimi " diyorum. bu sefer tepki veriyor ve gülüyor, anlatıyor. konuşuyoruz. 4- 5 saat konuşuyoruz, dinliyorum. arkadaşlarıma yardım etmek hoşuma gidiyor. hikaye böyle uzayıp gidiyor. en son ne oldu bilmiyorum ki üzerinden çok geçmedi. belki düzelir araları belki hikayeleri biter. ama halen aklım almıyor, dünyanın en güzel hikayelerinden biri nasıl bitebilir ? eğer onların arası bile bir müddet sonra açılıyorsa evrendeki diğer insanlar ne yapsın ? çok tuhaf cidden.
hayatın kuralı sanırım bu. dünyadaki tüm canlılar doğar, büyür, terk edilir/terk eder ve ölür. ve sanırım hiçbirimiz hiçbir zaman bu kuralı tam olarak anlayamacağız. asıl tuhaf olan bu.
yazıyı okumak isterseniz, şu şarkıyla güzel olabilir bence. ben koyayım linki isterseniz açarsınız; https://www.youtube.com/watch?v=G-oCj5_WtiY
arada aynı ülkenin farklı şehirlerin olduğu zaman bile insan derdini anlatamıyorken, bir insan arada yarım kürelerin olduğu bir insana nasıl yardımcı olabilir ? çok tuhafıma gidiyor bu. öncelikle size durumu açıklayayım.
arkadaşım arjantinli, la plata'da yaşayan bir river plate taraftarı. benimle 2011 yazında amerika'da gittiğimiz ingilizce kursunda tanıştı, yaz okulu başlamadan birbirimizle internet üzerinden konuşmuştuk ve o zamanlar iyi muhabbet kurup bizimle aynı okula gelecek bir kızdan bahsediyordu. kız fransız, paris'te yaşayan biri. her geçen gün bu ikisinin arası daha iyi oluyor, daha çok konuşuyorlar ve daha çok ortak nokta buluyorlar. sonunda gün geliyor, herkes uçaklarına binip okula varıyor. ilk gün herkes yorgun olduğu için ikinci gün kayıt işlemleri esnasında buluşuyoruz. o gün amerika'nın bağımsızlık günü. ve her yeni kayıt zamanı olduğu gibi o haftanın ilk pazartesi günü öğrenci grupları şehrin merkezine götürülüyor. orada beraber hareket ediyoruz. ama bir sorun çıkıyor ve biz asıl grubu kaybediyoruz. çok da umrumuzda değil açıkçası çünkü beraberiz ve amerika'yı yeniden olmasa bile keşfetmek, görmek istiyoruz. başlıyoruz gezmeye. "hayatında sadece o gün gördüğün insanlarla nasıl bu kadar iyi vakit geçebilirsin" sorusunun cevabını halen bilmiyorum. amerikan'ın bağımsızlık günü dolasıyla her yer hınca hınç dolu. hayatında sadece filmlerde gördüğün o amerika'nın bağımsızlık kutlamalarının tam ortasındasın ve yanında birbirlerini sadece o gün gören dünyanın en uyumlu çifti var. neyse, saatler geçiyor okulun oraya gidecek son tren 01.00'da kalkıyor ve biz oraya tam olarak 01.07'de varıyoruz. haliyle son treni kaçırıyoruz ve yapacak bir şey bulamayıp yine hayatında sadece filmlerde gördüğün şehrin ortasındaki meşhur parka gidiyorsun. her yer karanlık ama yapacak bir şey yok, şehir merkezinde bir otelde kalmak çok pahalı ve kimsenin yanında o kadar para haliyle yok. ortamda jodie foster filmlerindeki gibi gerginlik var. o gün birbirlerini tam anlamıyla tanıdılar gibi gelmişti bana. daha sonra sabah oluyor okula gidiyoruz, hazırlanıp derslere giriyoruz. sınıflar ve seviyeler farklı olduğu için anca akşam buluşuruz diyoruz ve öyle oluyor. akşam buluşmadan önce çocuk beni yanına çağırıyor ve "kıza aşık olduğunu söylüyor". beklenen bir şey bu. zaman geçiyor daha da yakınlaşıyor bunlar, artık sevgililer, ben ise haliyle her gün olmasa bile arada bir görüşüyorum onlarla. zaten ben onların kardeşleri gibiyim. benden büyükler ama bunu önemsemiyorlar. önemli olan beraberken iyi vakit geçirmek ve bunu çok güzel yapıyoruz. önce kız gidiyor onun kursu 3 haftalık, sonra çocuk gidiyor onun kursu da 4 haftalıktı. benim daha çok var. o arada ben de biriyle tanışıyorum. o da fransız. işler tam ciddileştiği anda o da gidiyor. tek kalıyorum ama hep iletişim halindeyim. daha sonra ben dönüyorum istanbul'a. bu arada habire plan yapıyoruz ama başarılı olmuyor. kış geliyor onların ilişkisi devam ediyor ama kız arkadaşım uzun mesafe ilişkisinin ona göre bir şey olmadığını söylüyor. haklı olarak bitiriyor. ben bırakın paris'e gitmeyi, beşiktaş'tan kadıköy'e gidemiyorum. nedeni dünyanın en aptalca sebebi. ney ? ygs- lys hazırlıkları. bu arada yaz geliyor. çocuk fransa'ya gidip 2 ay kalıyor. ilişkileri pekişmeye devam ediyor. beni çağırıyorlar ama yine gidemiyorum. nedeni yine dünyanın en aptalca sebebi. ygs- lys mevzusunun son senesi. dershaneler erken başlayacak falan v.s. işte. sonra kışın, bir gün telefonuma bir mesaj geliyor. kızdan. almış bileti arjantin'e gidiyor. karar vermişler, kız önce ispanyolca öğrenecek sonra da okuluna orada devam edecek. müthiş olay. bu arada benim hayatımda saçma sapan sorunlar ortaya çıkıyor, bu sorunlar üniversite sınavına yansıyor ve başarısız oluyorum. hem de çok feci batırıyorum. daha sonra ben tek başıma otururken telefonuma başka bir mesaj daha geliyor. bu sefer çocuktan. ayrı eve taşınmışlar. evin fotoğraflarını atıyorlar. bu arada bizim üçümüzün olduğu bir fotoğrafı da çerçeveletmişler. onu da koymuşlar evin içine. o kötü dönemde moral oluyor bana. bu arada yine çağırıyorlar ama yine gidemiyorum. neden ? çünkü ygs- lys'e tekrar hazırlanıyorum. şaka gibi geliyor şunları yazarken ama öyle cidden. daha sonra ben sınava tekrar hazırlanırken onlara durumu anlatıyorum. arada bir yazıyorlar, çok şükür bir sıkıntıları olmuyor. kız ispanyolca'yı halletmiş. okuluna tekrar başlamış. çocuk hukuk okuyordu, onu bitirdi, master yapmaya başladı ulusarası ilişkiler üzerine. ilişkileri en üst seviyede bu arada benim de sınavlarım iyi geçiyor. ikinci sınav burnum kanamasa istediğim okula takla atarak girebilecekken heyecan yapıyorum, 15 dakika burnum kanıyor. ama yine de elimden geleni yapıyorum ve geçen seneki sıralamamın yüz bin üstüne çıkıp, kötü sayılmayacak bir özel okulda tam burslu inşaat mühendisliğini kazanıyorum. bu sefer ben onlara öğrenci kartımın fotoğrafını atıyorum. bu sefer onlar benim mutluluğuma seviniyorlar. okul başlıyor, okul tıkırında gidiyor, çok sosyalleşmeden, çok inekleşmeden, çoğu zamanım yolda geçse de fena bir sene olmuyor. önümüzdeki sene arjantin'e gidebilmek için işe giriyorum. planlarımdan bahsetmek için çocuğu arıyorum baya olmuş onlarla konuşmayalı. sesi çok iyi gelmiyor, bağlantıdan olabilir diyorum ama yine de soruyorum "neyin var " diye. kızın evleri ayırdığını ve ilişkilerinin kötüye gittiğini söylüyor, işe girip ayrılmış. arjantin'de en büyük sorun işsizlik. ve işsizlikten dolayı hukuk okuyan, ulusarası ilişkiler masterı yapan, 4 dil bilen arkadaşım carrefour'da müşteri hizmetlerinde çalışıyor ama oradan da ayrılmış. biraz konuşuyoruz. ilk defa mutsuz ve umutsuz olan o. elimden geldiğince işlerin düzeleceğini söylüyorum. ne diyeceğimi bilemiyorum ama moral vermekten başka yapacak bir şey yok. konuştuktan 1 hafta sonra, çocuk mesaj atıyor. "artık beni istemiyormuş" diyor. lan diyorum şaka bu heralde, nasıl olur, imkanı yok. kafamda onların ayrılık denklemini bir türlü oturtamıyorum. kız sanırım dönem sonu fransa'ya geri dönecek. ve döndüğü anda her şeyin bitecek. bu arada anlatmayı unutmuşum. o ilk gün geç kalmamızın nedeni benim karnımın acıkması ve yemek yemem. bu nedenden dolayı ikisi de oburluğuma hep vurgu yaparlardı. neyse daha sonra çocuk bana mesaj atıyor "her şey senin sayende başlamıştı şimdi de ancak sen kurtarabilirsin bu durumu" diyor. ulan ben batman miyim, spider- man miyim. üzerimde büyük sorumluluk var ama büyük güç yok. kıza mesaj atıyorum, görüyor ama cevap vermiyor. tekrar atıyorum yine görüyor cevap vermiyor. belli ya işi var ya da cidden aşırı mutsuz. daha sonra onu neşelendirecek bir şey yapıyorum ve o gün geç kalmamıza neden olan hamburger'in fotoğrafını atıp "hmm, eskiden beri lezzetli gözüküyor, dimi " diyorum. bu sefer tepki veriyor ve gülüyor, anlatıyor. konuşuyoruz. 4- 5 saat konuşuyoruz, dinliyorum. arkadaşlarıma yardım etmek hoşuma gidiyor. hikaye böyle uzayıp gidiyor. en son ne oldu bilmiyorum ki üzerinden çok geçmedi. belki düzelir araları belki hikayeleri biter. ama halen aklım almıyor, dünyanın en güzel hikayelerinden biri nasıl bitebilir ? eğer onların arası bile bir müddet sonra açılıyorsa evrendeki diğer insanlar ne yapsın ? çok tuhaf cidden.
hayatın kuralı sanırım bu. dünyadaki tüm canlılar doğar, büyür, terk edilir/terk eder ve ölür. ve sanırım hiçbirimiz hiçbir zaman bu kuralı tam olarak anlayamacağız. asıl tuhaf olan bu.