118
bu başlığa entry gireyim mi diye çok düşündüm ama süper kupa maçından sonra gerek sosyal medya gerek yazılı ve görsel medyada yazılanları, çizilenleri görünce dayanamadım artık.
benim taraftarlığım nerden baksanız 20 seneliktir ancak. ilk galatasaray maçını seyrettiğimde 6-7 yaşlarındaydım belki de. o zaman oturma odamızdaki tüplü televizyondan sarı kırmızı renkli takımı görünce gözümü ekrandan alamamıştım. belki de beni bu kadar çeken o renk cümbüşüydü. ama tesadüf ya da kader sarı ve kırmızı renkler hakimdi ekrana. o kırmızı renk yerine lacivert olsa belki başka takım taraftarı olacaktım. ama hayatım boyunca kaderime isyan eden ben buna itiraz etmiyorum, halimden memnunum çünkü. takip eden yıllarda sıkı bir şekilde takip etmeye başladım galatasaray'ı. ilkokul ortaokul zamanlarında artık ayrılmaz bir bağ oluşmuştu aramızda. galatasarayla sevinip galatasarayla üzülüyordum. hafta sonları geçmek bilmiyordu. hele ki puan kaybettiğimiz maçlarda hayata isyan ediyordum. o zamanlar imkanlar doğrultusunda radyodan dinlemek zorundaydım maçları. o zamanki radyo spikerlerinin anlattığı maçlar inanılmaz bir ruh haline sokuyordu beni. her anlatılan pozisyon genç yaşta kalpten gitmeye bir neden oluyordu adeta. puan kaybettiğimiz o pazar akşamları, yatağa yattığımda nefes alamaz oluyordum, pazartesi gününün nasıl geçeceğini düşünüyordum. çok şükür o zamanlar çok fazla puan kaybetmediğimiz için bu hislere ara ara kapılıyordum. adeta alışmıştım galatasarayın dolu dizgin gitmesine.
sonrasında salı ve çarşamba günleri de galatasaraylı günlerim oldu. bu sefer o maçlarda gelen inanılmaz zaferler, başarılar ertesi günlere inanılmaz mutluluklar taşıyordu. o maçlar için de puan kaybına tahammülüm yoktu. deplasman da juventusla 2-2 berabere kaldığımızda isyan etmiştim niye yenememiştik diye. o zamanlar abim "olsun deplasmanda alınan 1 puan iyidir" demesine rağmen ben itiraz ediyordum. çünkü galatasaraydı bu, puan kaybına tahammülü yoktu. hele kazandığımız maçlardan sonra ki o sevinçler anlatılmaz yaşanırdı. maçlardan sonra o zamanın şartlarına göre star tv de hazırlanan o klipler beni benden alıyordu. ekran üzerinde yanıp sönen büyük puntolarlarla yazılan "avrupa fatihi" yazısı herşeye bedeldi...
sonra perşembe günleri girdi hayatıma. o unutulmaz zaferlere tanıklık eden şanslı perşembe günleri... ne yazık ki o zamanlar da imkanlardan ötürü radyoda dinlemeye mecbur kalmıştık maçları. her maç ayrı bir hikayeydi. cuma günlerine hiç sıkıntılı uyandığımı hatırlamıyorum. hele ki o deplasmanda ki leeds maçı herkes gibi benim de anılarımı canlı tutar sürekli. sonuçta "kim oynadı yarı finali, cimbom final yakışır sana " tezahüratıyla büyümüş bi gençtim. ve finale çıkmıştık tezahürattaki hedefe ulaşmıştık peki ondan sonra ne olacaktı. o ana kadar benim için en değerli maç leeds maçıydı, orada takılı kalmıştım. arsenal maçının önemini anca 17 mayıs sabahı kavramıştım. 17 mayıs galatasaray tarihi için yeni bir başlangıç olacaktı ondan sonra yeni hedefler çizilecekti, tribünlerde yeni tezahüratlar söylenecekti. 20 nisandan 17 mayısa kadar geçen günler çok güzeldi benim için. ama artık kendimi 17 mayısa hazırlamam lazımdı. o sene rapid maçıyla başlanmıştı, sonun kadar gidileceğine inanılmıştı ve aslanlar gibi bir periyot çizilip sonuna kadar gidilmişti. o sene 17. avrupa kupası maçıydı ve bunun adı finaldi. ama netice ne olursa olsun galatasaray bizim için hep galip sayılacaktı. o gün maçın trt den yayınlanacağından ötürü neyse ki bu tarihi ana tanıklık etmiştim evde. hem de tek başıma. arkadaşlarım evlerine davet etmişlerdi ama bir yakınıma refakat ettiğim için gidememiştim. penaltılardan sonra kimse rahatsız olmasın diye bağırıp çağırmamıştım. sevincimi içime gömmüştüm adeta. ama o bile yetmişti bana. 2000 yazı muhteşem geçmişti uefa kupası süper kupa lig şampiyonlukları. keşke hiç bitmeseydi o yaz. ama rüzgarı arkamıza almışken koşar adım devam etmek gerekiyordu. çünkü kazanılacak yeni zaferler yazılacak yeni tarihler vardı...
ondan sonraki iki sene de muhteşem geçmişti. şampiyonlar liginde alınan başarılı sonuçlar türkiye içinde kazanılan başarılar. rüya devam ediyordu sanki. ta ki lucescu yollanana kadar. fatih terimin yeniden dönüşü herkese o eski günlerin tekrar yaşanacağı düşüncesini kattı ama öyle olmadı. o tarihten sonra bir türlü belimizi doğrultamadık. ama olsun galatasaray, taraftarının yardımıyla bunun da üstesinden gelirdi. çünkü bu taraftar yazdığı ve söylediği tezahüratlarla bu kulübe vizyon kazandırmıştı, geleceği görmüştü. seneler geçti ama taraftar da ilaç olmadı takımına.
sonra sürekli dillenen endüstriyel futbol vücut bulmaya başlamıştı. artık futbolun içinde yer almak futbolu yaşamak daha kolay olmuştu. teknoloji gelişmişti, daha da yakından takip etmeye başladık galatasarayı. gençliğimde galatasarayı sadece radyodan, gazeteden, televizyondan belirli saatlerde takip eden ben artık telefon ve internetten her dakika takip etmeye başladım. zaman geçtikçe ne radyo kaldı ne gazete. artık galatasaraya tek ulaşım kaynağımız internet oldu. twitter, facebook vb. teknolojiler bize galatasarayımızdan bilgiler aktarmaya başladı. hatta ve hatta galatasarayın onbinlerce, yüzbinlerce teknik direktörü, futbolcusu olduğunu öğrendim. herkesin bir taktik anlayışı, dizilişi, oyun disiplini vardı. istenilenleri yapmayan futbolculara küfürler ediliyordu, isyan bayrakları çekiliyordu. çocukluğumda zar zor ulaşabildiğim galatasaraya bu denli yakın olmak ilk başta mutlu etse de artık beni rahatsız ediyordu. endüstriyel futbol dedikleri bu canavarın beni galatasaraya daha da yaklaştırıyorken aslında daha da uzaklaştırdığını fark ettim. insanların içlerindeki nefreti, öfkeyi twitter, facebook, hatta galatasaray sözlük gibi çok değer verdiğim bir yerde kusmasının, insanın hayat enerjisini almak, galatasaray'dan soğumak için çok önemli bir neden haline geldiğini gördüm. eskiden taraftarlar da amatör bir ruh vardı, ama profesyonellik olgusu artık onlara da sirayet etmiş durumda gibi. yani şu şekilde özetlemek gerekirse benim için "profesyonel taraftar = seyirci" şimdi daha doğru oldu sanırım.
bazen düşünüyorum da 2000 yılında ki takım şu anki şartlarda mücadele etse bu başarıları yakalayabilir mi? bence yakalayamaz, o zaman yakaladılar çünkü o zaman futbolcular daha rahattı. o zaman üzerlerinde çok fazla baskı yoktu. insanlar şimdi ki gibi sudan sebeplerle eleştirmiyor, hakaret etmiyordu. şimdi ki futbol takımının kalitesi daha mı düşük o zaman ki takımdan? bence sorun ne taktik ne oyun disiplini ne de oyun dizlişi. biz bu futbolcuları rahat bırakmıyoruz. her an nefeslerimizi enselerinde hissettiriyoruz. onlara fırsat vermiyoruz, çok baskı altına alıyoruz. 2000 yılında ki o takımı 5 kişi takip ediyorsa şimdi şu anki takımı 100 kişi takip ediyor. onlar da bunu bildikleri için omuzlarında ki bu yükü taşıyamıyorlar.
ben şimdi bu kadar yazı yazdım. bunun bir nedeni olmalı di mi? nedeni şu. ben artık galatasarayı bu kadar yakından takip etmenin bana zararı olduğunu düşünüyorum. ne galatasarayımda ne taraftarında ne de futbolda amatör ruh diye bi kavram kalmadı. herkes çok güzel profesyonel oldu. çocukluğumda ki o amatör ruhu geri getirmek için de tek yol o zamanki şartları sağlamak. yani mümkün olduğunca kendimi galatasaray'dan iletişim anlamında koparmak. galatasaraya ne kadar zor ulaşırsam o kadar yakınlaşacağımı düşünüyorum. ne gazete ne televizyon ne internet ne twitter ne de facebook. bu mecraları takip etmeyeceğim artık.
sistemin bana dayattığı galatasarayı değil, çocukken bana sevinçler ve az da olsa hüzünler yaşatan, hayallerimde canlı tuttuğum o amatör galatasarayı istiyorum. ve o galatasarayı bulacağıma da eminim.
işte o zaman yeniden derin bir ohhh çekip "iyi ki galatasarlıyım be!" diyebileceğim...
benim taraftarlığım nerden baksanız 20 seneliktir ancak. ilk galatasaray maçını seyrettiğimde 6-7 yaşlarındaydım belki de. o zaman oturma odamızdaki tüplü televizyondan sarı kırmızı renkli takımı görünce gözümü ekrandan alamamıştım. belki de beni bu kadar çeken o renk cümbüşüydü. ama tesadüf ya da kader sarı ve kırmızı renkler hakimdi ekrana. o kırmızı renk yerine lacivert olsa belki başka takım taraftarı olacaktım. ama hayatım boyunca kaderime isyan eden ben buna itiraz etmiyorum, halimden memnunum çünkü. takip eden yıllarda sıkı bir şekilde takip etmeye başladım galatasaray'ı. ilkokul ortaokul zamanlarında artık ayrılmaz bir bağ oluşmuştu aramızda. galatasarayla sevinip galatasarayla üzülüyordum. hafta sonları geçmek bilmiyordu. hele ki puan kaybettiğimiz maçlarda hayata isyan ediyordum. o zamanlar imkanlar doğrultusunda radyodan dinlemek zorundaydım maçları. o zamanki radyo spikerlerinin anlattığı maçlar inanılmaz bir ruh haline sokuyordu beni. her anlatılan pozisyon genç yaşta kalpten gitmeye bir neden oluyordu adeta. puan kaybettiğimiz o pazar akşamları, yatağa yattığımda nefes alamaz oluyordum, pazartesi gününün nasıl geçeceğini düşünüyordum. çok şükür o zamanlar çok fazla puan kaybetmediğimiz için bu hislere ara ara kapılıyordum. adeta alışmıştım galatasarayın dolu dizgin gitmesine.
sonrasında salı ve çarşamba günleri de galatasaraylı günlerim oldu. bu sefer o maçlarda gelen inanılmaz zaferler, başarılar ertesi günlere inanılmaz mutluluklar taşıyordu. o maçlar için de puan kaybına tahammülüm yoktu. deplasman da juventusla 2-2 berabere kaldığımızda isyan etmiştim niye yenememiştik diye. o zamanlar abim "olsun deplasmanda alınan 1 puan iyidir" demesine rağmen ben itiraz ediyordum. çünkü galatasaraydı bu, puan kaybına tahammülü yoktu. hele kazandığımız maçlardan sonra ki o sevinçler anlatılmaz yaşanırdı. maçlardan sonra o zamanın şartlarına göre star tv de hazırlanan o klipler beni benden alıyordu. ekran üzerinde yanıp sönen büyük puntolarlarla yazılan "avrupa fatihi" yazısı herşeye bedeldi...
sonra perşembe günleri girdi hayatıma. o unutulmaz zaferlere tanıklık eden şanslı perşembe günleri... ne yazık ki o zamanlar da imkanlardan ötürü radyoda dinlemeye mecbur kalmıştık maçları. her maç ayrı bir hikayeydi. cuma günlerine hiç sıkıntılı uyandığımı hatırlamıyorum. hele ki o deplasmanda ki leeds maçı herkes gibi benim de anılarımı canlı tutar sürekli. sonuçta "kim oynadı yarı finali, cimbom final yakışır sana " tezahüratıyla büyümüş bi gençtim. ve finale çıkmıştık tezahürattaki hedefe ulaşmıştık peki ondan sonra ne olacaktı. o ana kadar benim için en değerli maç leeds maçıydı, orada takılı kalmıştım. arsenal maçının önemini anca 17 mayıs sabahı kavramıştım. 17 mayıs galatasaray tarihi için yeni bir başlangıç olacaktı ondan sonra yeni hedefler çizilecekti, tribünlerde yeni tezahüratlar söylenecekti. 20 nisandan 17 mayısa kadar geçen günler çok güzeldi benim için. ama artık kendimi 17 mayısa hazırlamam lazımdı. o sene rapid maçıyla başlanmıştı, sonun kadar gidileceğine inanılmıştı ve aslanlar gibi bir periyot çizilip sonuna kadar gidilmişti. o sene 17. avrupa kupası maçıydı ve bunun adı finaldi. ama netice ne olursa olsun galatasaray bizim için hep galip sayılacaktı. o gün maçın trt den yayınlanacağından ötürü neyse ki bu tarihi ana tanıklık etmiştim evde. hem de tek başıma. arkadaşlarım evlerine davet etmişlerdi ama bir yakınıma refakat ettiğim için gidememiştim. penaltılardan sonra kimse rahatsız olmasın diye bağırıp çağırmamıştım. sevincimi içime gömmüştüm adeta. ama o bile yetmişti bana. 2000 yazı muhteşem geçmişti uefa kupası süper kupa lig şampiyonlukları. keşke hiç bitmeseydi o yaz. ama rüzgarı arkamıza almışken koşar adım devam etmek gerekiyordu. çünkü kazanılacak yeni zaferler yazılacak yeni tarihler vardı...
ondan sonraki iki sene de muhteşem geçmişti. şampiyonlar liginde alınan başarılı sonuçlar türkiye içinde kazanılan başarılar. rüya devam ediyordu sanki. ta ki lucescu yollanana kadar. fatih terimin yeniden dönüşü herkese o eski günlerin tekrar yaşanacağı düşüncesini kattı ama öyle olmadı. o tarihten sonra bir türlü belimizi doğrultamadık. ama olsun galatasaray, taraftarının yardımıyla bunun da üstesinden gelirdi. çünkü bu taraftar yazdığı ve söylediği tezahüratlarla bu kulübe vizyon kazandırmıştı, geleceği görmüştü. seneler geçti ama taraftar da ilaç olmadı takımına.
sonra sürekli dillenen endüstriyel futbol vücut bulmaya başlamıştı. artık futbolun içinde yer almak futbolu yaşamak daha kolay olmuştu. teknoloji gelişmişti, daha da yakından takip etmeye başladık galatasarayı. gençliğimde galatasarayı sadece radyodan, gazeteden, televizyondan belirli saatlerde takip eden ben artık telefon ve internetten her dakika takip etmeye başladım. zaman geçtikçe ne radyo kaldı ne gazete. artık galatasaraya tek ulaşım kaynağımız internet oldu. twitter, facebook vb. teknolojiler bize galatasarayımızdan bilgiler aktarmaya başladı. hatta ve hatta galatasarayın onbinlerce, yüzbinlerce teknik direktörü, futbolcusu olduğunu öğrendim. herkesin bir taktik anlayışı, dizilişi, oyun disiplini vardı. istenilenleri yapmayan futbolculara küfürler ediliyordu, isyan bayrakları çekiliyordu. çocukluğumda zar zor ulaşabildiğim galatasaraya bu denli yakın olmak ilk başta mutlu etse de artık beni rahatsız ediyordu. endüstriyel futbol dedikleri bu canavarın beni galatasaraya daha da yaklaştırıyorken aslında daha da uzaklaştırdığını fark ettim. insanların içlerindeki nefreti, öfkeyi twitter, facebook, hatta galatasaray sözlük gibi çok değer verdiğim bir yerde kusmasının, insanın hayat enerjisini almak, galatasaray'dan soğumak için çok önemli bir neden haline geldiğini gördüm. eskiden taraftarlar da amatör bir ruh vardı, ama profesyonellik olgusu artık onlara da sirayet etmiş durumda gibi. yani şu şekilde özetlemek gerekirse benim için "profesyonel taraftar = seyirci" şimdi daha doğru oldu sanırım.
bazen düşünüyorum da 2000 yılında ki takım şu anki şartlarda mücadele etse bu başarıları yakalayabilir mi? bence yakalayamaz, o zaman yakaladılar çünkü o zaman futbolcular daha rahattı. o zaman üzerlerinde çok fazla baskı yoktu. insanlar şimdi ki gibi sudan sebeplerle eleştirmiyor, hakaret etmiyordu. şimdi ki futbol takımının kalitesi daha mı düşük o zaman ki takımdan? bence sorun ne taktik ne oyun disiplini ne de oyun dizlişi. biz bu futbolcuları rahat bırakmıyoruz. her an nefeslerimizi enselerinde hissettiriyoruz. onlara fırsat vermiyoruz, çok baskı altına alıyoruz. 2000 yılında ki o takımı 5 kişi takip ediyorsa şimdi şu anki takımı 100 kişi takip ediyor. onlar da bunu bildikleri için omuzlarında ki bu yükü taşıyamıyorlar.
ben şimdi bu kadar yazı yazdım. bunun bir nedeni olmalı di mi? nedeni şu. ben artık galatasarayı bu kadar yakından takip etmenin bana zararı olduğunu düşünüyorum. ne galatasarayımda ne taraftarında ne de futbolda amatör ruh diye bi kavram kalmadı. herkes çok güzel profesyonel oldu. çocukluğumda ki o amatör ruhu geri getirmek için de tek yol o zamanki şartları sağlamak. yani mümkün olduğunca kendimi galatasaray'dan iletişim anlamında koparmak. galatasaraya ne kadar zor ulaşırsam o kadar yakınlaşacağımı düşünüyorum. ne gazete ne televizyon ne internet ne twitter ne de facebook. bu mecraları takip etmeyeceğim artık.
sistemin bana dayattığı galatasarayı değil, çocukken bana sevinçler ve az da olsa hüzünler yaşatan, hayallerimde canlı tuttuğum o amatör galatasarayı istiyorum. ve o galatasarayı bulacağıma da eminim.
işte o zaman yeniden derin bir ohhh çekip "iyi ki galatasarlıyım be!" diyebileceğim...