108
17 haziran adaletsizliğe isyandır.
adaletsizlik.
ilerleyen yıllarda akp dönemi anlatılırken insanların en çok kullanacağı kelime bu olacaktır her halde.
sadece mahkemelerde olan bitenden bahsetmiyorum.
askeri vesayetin sona erip akp vesayetinin başladığı günlerden bu yana yasama, yürütme, yargı ve medya gibi bütün erkleri elinde toplayan bir gücün, kişilere kurumlara ve olaylara karşı insafsız duruşundan ve adaletsizliğinden bahsediyorum.
kafa kesen örgütlere, teröristlere diyalogla; yolsuzluk yapan yandaşlarına şefkatle muamele eden ama daha fazla özgürlük diye haykıran 15 yaşında çocukları suçlu ilan edip hükmünü sokakta ölüm diye veren bir iradeden bahsediyorum.
kurduğu rant düzeninin idamesi için veya bir başka deyişle kendisinin ve yandaşlarının menfaati için hukuk tanımayan; hatta bu uğurda halkının yaşama hakkını dahi hiçe sayan karanlık bir düzenden bahsediyorum.
bu rant düzenini ayakta tutmak için soma’da, pamukova’da, reyhanlı’da, uludere’de hatta bugün musul’da, kerkük’de insafsızca kurban edilen canlardan bahsediyorum. bu düzene ve yitip giden canlara isyan ederken ülkemin sokaklarında yaşam hakkı ellerinden alınan gencecik fidanlardan bahsediyorum.
merkezinde recep tayyip erdoğan’ın olduğu bir daireler silsilesinden bahsediyorum. ilk dairelerde yer alanların kademeli olarak devlet imkanlarından daha fazla yararlandığı ve ne suç işlerlerse işlesinler hukuk karşısında farklı muamele edildiği aslında fiili anlamda var olan bir kast sisteminden bahsediyorum. bu dairelerin dışında kalmayı tercih ederek bu karanlık sisteme isyan eden ve her geçen gün yeni bir bedel ödemekle karşı karşıya kalan onurlu, haysiyetli insanlardan ve kurumlardan bahsediyorum.
daha kısa ve çarpıcı bir şekilde ifade etmek gerekirse; ilk dairede yer aldığı için yolsuzlukla adı anılan reza zarrab’ın hayırsever bir işadamı olduğu, bu sisteme isyan eden ve özgürlük diye haykıran ve bu uğurda 15’inde canından olan berkin elvan’ın ise terörist ilan edildiği karanlık bir düzenden bahsediyorum.
tüm ülkede böylesi bir düzen varken konumuz özelinde ülke sporunda da durum farklı değil. yukarıda bahsettiğimiz üzere ilk dairede yer alan kişi ve kurumların farklı muamele gördüğü; bu rant dairelerinin dışında kalan veya dışında kalmayı tercih edenlerinse her gün yeni bir bedel ödemekle karşı karşıya kaldığı bu karanlık düzen maalesef türk sporunu da esir almış durumda.
spor dünyasında ilk dairede yer alan kişi ve kurumların başında ise aziz yıldırım ve fenerbahçe geliyor. fenerbahçe’nin bu dairede olma sebebi başbakan recep tayyip erdoğan’ın "iyi" bir fenerbahçeli oluşu ve bu camiaya duyduğu sevgi. fakat aziz yıldırım için durum aynı değil. aziz yıldırım özellikle 3 temmuz sonrası, aslında kendisinden çok da haz etmeyen başbakan recep tayyip erdoğan'a rağmen, bu daireye girebilmek için büyük çaba harcadı ve sonunda da bunu başardı. bu konuda en büyük yardımcıları ise yıllardır zaten bu ayrıcalıklar dairesi içinde yer alan rıdvan dilmen ve başbakan’ın eski avukatı faik işık oldu. sonradan bu daireye dahil olan ve 17 aralık soruşturması tapelerinde havuz medyasına 100 milyon verdiği iddia edilen nihat özdemir’in de bu konuda büyük katkısı ve desteği oldu.
gerek aziz yıldırım gerekse fenerbahçe bu ayrıcalıklardan özellikle 3 temmuz sonrası bolca faydalandı.
konuyu kulüp bazında ele aldığımızda, fenerbahçe camiasının işlediği şike ve ırkçılık gibi yüz kızartıcı suçlar, ilgili kurumlar tarafından sportif anlamda cezasız bırakıldı.
fenerbahçe’nin küme düşmemesi için olağanüstü bir kongre sonucunda “bu işi kulüpleri küme düşürmeden çözerim” diyen yıldırım demirören federasyon başkanı seçildi. aslında seçildi demekten ziyade başbakan’ın atamasıyla göreve geldi desek daha doğru olur. bu federasyon tarafından tff genel kurulu’nun hayır oyuna rağmen 58. madde değiştirildi ve bu şekilde fenerbahçe’nin küme düşmesinin önüne geçildi. yani bir anlamda söz konusu suçu işleyen takım başbakan'ın takımı fenerbahçe olduğu için adaletin tecelli etmesi tff eliyle engellenmiş oldu. (aslında bu kişiler farkında omadan fenerbahçe’ye çok daha büyük bir kötülük yaptılar. bunu uefa ve fifa devreye girdiğinde herkes net bir şekilde görecektir.) yine aynı federasyon emre bölezoğlu’nun sözlü, fenerbahçe taraftarının muzlu ırkçılık içeren eylemlerini görmezden geldi ve her hangi bir cezai yaptırım uygulamadı. hatta bu olaylarda federasyonun köşeye sıkıştığı anlarda akp hükümeti spor bakanı aracılığıyla gerekli desteği de eksik etmedi.
aziz yıldırım özelinde ise yargılama sırasında kendisinin ve diğer sanıkların alabileceği yüksek cezalar gözetilerek şike yasası değiştirildi. bülent arınç’ın ve abdullah gül’ün muhalefetine ve düzenlemenin kişiye özel olduğu konusundaki beyanlarına rağmen söz konusu değişiklikler diğer partilerin de desteği ile bir günde yasalaştı. ve yine kişiye özel bir muamele ve mahmut uslu’nun ifadesi ile başbakan’ın bizzat kendisi tarafından aziz yıldırım’a yeniden yargılama sözü verildi. şimdi bu verilen sözün ne kadar gerçek olduğunu veya anayasa mahkemesi’nin ne kadar başbakan’ın güdümünde hareket ettiğini şu bir kaç gün içinde bu konuda alınacak kararla birlikte göreceğiz.
tabi bu süreçte başbakan’ın merkezinde olduğu bahsettiğimiz bu ilk dairede yer almanın nimetleri sadece alınacak cezaların bertaraf edilmesiyle sınırlı kalmadı. tüm federasyonlar ve bu federasyonların kurulları oluşturulurken akp ve başbakan’ın himayesindeki fenerbahçe işbirliği etkili oldu. bu federasyonlar ve kurulları aldıkları her kararda öncelikli olarak fenerbahçe’nin menfaatlerini ön planda tutarken yeri geldiğinde bu menfaatler uğruna ligin statüsü gibi en temel kuralları ve kaideleri bile değiştirmekten geri kalmadılar. (süper final play-off)
netice olarak yazımızın başında da bahsettiğimiz o ilk dairede yer alan fenerbahçe ve aziz yıldırım ne yaparlarsa yapsınlar hiç bir cezaya muhatap olmazlarken bol bol sayın başbakan’ın ve onun himayesindeki kurumların himmetine mazhar oldular.
peki türk sporunda bu düzenin dışında kalmış veya kalmayı tercih etmiş kulüpler için durum neydi ve bu dönemde bu kulüpler hangi bedelleri ödediler?
en başta trabzonspor hakkı olan 2010-2011 sezonu şampiyonluğu kupasını bunca yargı kararına rağmen hala alamadı. uefa ve fifa yollarında ömür tüketenler oldu. kendi ülkesinde adalet bulamamanın ve üvey evlat muamelesi görmenin acısını yaşadılar.
ve başbakan'ın ayrıcalıklar dairesi dışında kalmayı tercih etmiş galatasaray. kurulduğu günden bugüne kadar en büyük amacı kuruluş gayesine uygun olarak türk olmayan takımları yenmek olan bu camia, türkiye'nin adını yurt dışında gururla temsil etmek için bu onurlu mücadelesine bu süreçte de devam etti. ancak bu düzene boyun eğmeyen duruşu nedeni ile bırakın her hangi bir destek görmeyi bu rant ve çıkar düzenine esir olmuş tüm kurumlar tarafından her fırsatta önü kesilmek ve bu mücadelesi sekteye uğratılmak istendi. yani bir anlamda galatasaray sahada italya'nın juventus takımını elerken bu kurumların desteğiyle değil tam tersine bu kurumlara rağmen bunu gerçekleştiriyordu. bu durum aslında bu zihniyetin, türkiye'nin değil sadece kendi çıkarlarının peşinde olduğunun altını çizmek için de çarpıcı bir örnektir.
velhasıl bu süreçte dik duruşunun bedelini ödeyen galatasaray pek çok kurum tarafından öteki ilan edildi ve alaşağı edilmeye çalışıldı. bu kurum kimi zaman ab statüsündeki oyuncuların yerli statüsünde oynaması için galatasaray’ın açtığı haklı davada mahkemeye yaklaşık bir yıldır görüş göndermeyen ab bakanlığı oldu; kimi zaman aynı uygulamaları tüm kulüpler yapmasına rağmen sadece galatasaray’a vergi cezası kesen ve tutanak tutan maliye bakanlığı oldu. yada devlete kazandırdığı yaklaşık 1 milyar lira’ya rağmen 200 milyon lira’lık stadı galatasaray’a hala devretmeyen ve bu konuda bir dolu dava açan gençlik ve spor bakanlığı’na bağlı spor genel müdürlüğü oldu. veya bu kurum şirketin sermaye artırımını engellemek için bu artırım talebini dünya üzerinde hiç bir piyasa kurulunda uygulanmayan yeni yöntem ve şartlara bağlayan spk oldu. yıldırım demirören’in ve tff’nin aldığı kararlardan ve eylemlerinden bahsetmiyorum bile.
peki bütün bunlar olurken sesini yükseltmeyen galatasaray yönetimi bugün ne oldu da artık isyan noktasına geldi?
olan şu; son damlayla bardak taştı.
tüm ülkeyi esir almış bu adaletsizlik ortamının spor dünyası özelinde de iyiden iyiye kendini hissettirmesi ve başbakan’ın desteğini her daim arkasında hisseden federasyonların ve fenerbahçe yönetimi’nin artık aymazlık noktasına gelen eylemleri, zaten camianın bu konuda baskısını üzerinde hisseden galatasaray yönetimini sonunda isyan ettirdi.
galatasaray fenerbahçe basketbol final serisinin hemen hemen her maçında benzer eylemler ve taraftar olayları gerçekleşirken iki maç sonunda galatasaray’a iki maç ceza verilmesi; ancak fenerbahçe’ye kendi sahasında oynanan üç maç sonunda bir tek maç dahi ceza verilmemesi tam bir adaletsizlikti. bu da yetmiyomuş gibi serinin ikinci maçında maç topunda çalmadığı faulle adeta maçı galatasaray’dan alıp fenerbahçe’ye veren hakemin ve 3 temmuz soruşturmasında fenerbahçeli yöneticilerle şüpheli konuşmaları basına yansıyan bir diğer hakemin birlikte final maçına atanmaları da ayrı bir adaletsizlikti, adaletsizliğin de ötesinde aslında provokatif bir eylemdi. bu arada ne suç işlerse işlesinler cezasını çekmemenin ve bedel ödememenin rahatlığı ile ergin ataman’a ağza alınmayacak küfürler ettiği iddia edilen fenerbahçeli yöneticilerden bahsetmiyorum bile.
her branşta ve her rekabet ortamında kendini iyiden iyiye hissettiren bu adaletsizlik ve sırtını egemen güce dayamış şahsiyetlerin ve kurumların bu fütursuzca eylemleri zaten çoktan isyan halinde olan camianın da baskısıyla galatasaray yönetimini de isyan noktasına getirmiştir.
adaletin bittiği yerde anarşi başlar diye klişe bir söz vardır ama çok da doğrudur. akp hükümeti, fenerbahçe’nin işlediği şike ve ırkçılık gibi suçların cezasız kalması için yaptıklarıyla, şike davasında yeniden yargılama konusunda verdiği sözlerle ve atamasını yaptığı federasyonların eylemleriyle galatasaray ve trabzonspor camialarını işlemeyen hukuk düzeniyle daha doğrusu adamına göre işleyen hukuk düzeni ile adaletsizliğe mahkum etmiştir.
kaos dönemleri her daim camiaların kurumsal kimliğini tanımlamak açısından önemli bir fırsat olmuştur. galatasaray bu dönemde, ödenecek bedellere rağmen boyun eğmeden, bu düzenin bir parçası olmadan gösterilecek dik duruşun ve bu adaletsiz düzene isyanın kazanılacak şampiyonluklardan ve kupalardan çok daha değerli olduğunun bilincinde hareket etmiştir. bir başka deyişle galatasaraylı duruşu dediğimiz duruşun ne olduğunu tüm dünyaya tekrar göstermiştir. alınan son karar da bunun bir örneğidir.
maalesef fenerbahçe camiası ise bu kaos döneminde şu ana kadar iyi bir sınav verememiştir. tarih gerçekleri yazacaktır. fenerbahçe, hırslarına yenik düşmüş bir kaç kişinin işlediği suçların bedelini ödeme yürekliliğini gösteremeyen ve başbakan’ın himmetiyle kümede kalan bir camia olarak tarihteki yerini alacaktır. yazılabilecek bu karanlık tarihi değiştirmek fenerbahçe camiasının elindedir. bu suçları işleyen kişilere bunun hesabını kendi disiplin kurullarında sormak ve “biz kimsenin himmetine muhtaç değiliz” diyerek bu suçların bedelini ödeme yürekliliğini göstermek bunun için yeterli olacak ve fenerbahçe’nin saygın bir camia olarak tarihteki yerini almasını sağlayacaktır. en önemlisi böylesi bir tavır, ülkeyi kasıp kavuran bu adaletsiz karanlık düzenin işbrlikçisi olma utancından fenerbahçe'yi kurtaracaktır.
fenerbahçe taraftarlarının şunu anlaması lazım; fenerbahçe yönetimi şu an işlediği suçların bedelini ödememek için ali ismail korkmaz’ın mücadele ettiği ve şehit düştüğü bu ranta dayalı karanlık zihniyetle iş birliği halindedir. ali ismail korkmaz’ın bu topluma emaneti hepimizin, ama en başta fenerbahçe camiasının omuzlarındadır. bu emanete onu öldüren zihniyetle işbirliği yaparak; onu öldüren bu zihniyetin himmetine mazhar olarak veya himayesine girerek sahip çıkamazsınız.
bundan yirmi yıl sonra ne akp ne recep tayyip erdoğan iktidarı kalacaktır. ama galatasaray fenerbahçe gibi camialar büyüklüklerine yakışır şekilde hareket ettikleri müddetçe yüz yıllar boyunca var olacaklardır. böylesi büyük camialar için kaybedilen bir kupanın bir şampiyonluğun veya bir kaç yıl alt liglerde mücadele etmenin hiç bir ehemmiyeti yoktur. camialar ve mensupları bu bilinçle hareket etmeli ve sonraki nesillere kupalardan şampiyonluklardan çok daha önemli olan temiz, gurur duyulacak bir tarih bırakmak için çaba sarf etmelidir.
17 haziran tarihinde galatasaray yönetimi’nin final maçına çıkmama kararıyla gösterdiği duruş yazımızın başından beri anlatmaya çalıştığımız ve tüm ülkeyi esir almış bu kirli rantçı karanlık zihniyetin spor dünyasındaki uzantılarına isyan niteliğindedir. galatasaray yönetimi üzerine düşeni yapmış bu isyan ateşini yakmıştır. bundan sonra harekete geçmesi ve bu duruşa sahip çıkması gereken yani aslında bu isyan ateşini söndürmemesi gereken ultraslan ve galatasaray taraftarıdır. ta ki bu kirli adaletsiz düzenin paydaşları türk sporundan elini ayağını çekene kadar.
adaletsizlik.
ilerleyen yıllarda akp dönemi anlatılırken insanların en çok kullanacağı kelime bu olacaktır her halde.
sadece mahkemelerde olan bitenden bahsetmiyorum.
askeri vesayetin sona erip akp vesayetinin başladığı günlerden bu yana yasama, yürütme, yargı ve medya gibi bütün erkleri elinde toplayan bir gücün, kişilere kurumlara ve olaylara karşı insafsız duruşundan ve adaletsizliğinden bahsediyorum.
kafa kesen örgütlere, teröristlere diyalogla; yolsuzluk yapan yandaşlarına şefkatle muamele eden ama daha fazla özgürlük diye haykıran 15 yaşında çocukları suçlu ilan edip hükmünü sokakta ölüm diye veren bir iradeden bahsediyorum.
kurduğu rant düzeninin idamesi için veya bir başka deyişle kendisinin ve yandaşlarının menfaati için hukuk tanımayan; hatta bu uğurda halkının yaşama hakkını dahi hiçe sayan karanlık bir düzenden bahsediyorum.
bu rant düzenini ayakta tutmak için soma’da, pamukova’da, reyhanlı’da, uludere’de hatta bugün musul’da, kerkük’de insafsızca kurban edilen canlardan bahsediyorum. bu düzene ve yitip giden canlara isyan ederken ülkemin sokaklarında yaşam hakkı ellerinden alınan gencecik fidanlardan bahsediyorum.
merkezinde recep tayyip erdoğan’ın olduğu bir daireler silsilesinden bahsediyorum. ilk dairelerde yer alanların kademeli olarak devlet imkanlarından daha fazla yararlandığı ve ne suç işlerlerse işlesinler hukuk karşısında farklı muamele edildiği aslında fiili anlamda var olan bir kast sisteminden bahsediyorum. bu dairelerin dışında kalmayı tercih ederek bu karanlık sisteme isyan eden ve her geçen gün yeni bir bedel ödemekle karşı karşıya kalan onurlu, haysiyetli insanlardan ve kurumlardan bahsediyorum.
daha kısa ve çarpıcı bir şekilde ifade etmek gerekirse; ilk dairede yer aldığı için yolsuzlukla adı anılan reza zarrab’ın hayırsever bir işadamı olduğu, bu sisteme isyan eden ve özgürlük diye haykıran ve bu uğurda 15’inde canından olan berkin elvan’ın ise terörist ilan edildiği karanlık bir düzenden bahsediyorum.
tüm ülkede böylesi bir düzen varken konumuz özelinde ülke sporunda da durum farklı değil. yukarıda bahsettiğimiz üzere ilk dairede yer alan kişi ve kurumların farklı muamele gördüğü; bu rant dairelerinin dışında kalan veya dışında kalmayı tercih edenlerinse her gün yeni bir bedel ödemekle karşı karşıya kaldığı bu karanlık düzen maalesef türk sporunu da esir almış durumda.
spor dünyasında ilk dairede yer alan kişi ve kurumların başında ise aziz yıldırım ve fenerbahçe geliyor. fenerbahçe’nin bu dairede olma sebebi başbakan recep tayyip erdoğan’ın "iyi" bir fenerbahçeli oluşu ve bu camiaya duyduğu sevgi. fakat aziz yıldırım için durum aynı değil. aziz yıldırım özellikle 3 temmuz sonrası, aslında kendisinden çok da haz etmeyen başbakan recep tayyip erdoğan'a rağmen, bu daireye girebilmek için büyük çaba harcadı ve sonunda da bunu başardı. bu konuda en büyük yardımcıları ise yıllardır zaten bu ayrıcalıklar dairesi içinde yer alan rıdvan dilmen ve başbakan’ın eski avukatı faik işık oldu. sonradan bu daireye dahil olan ve 17 aralık soruşturması tapelerinde havuz medyasına 100 milyon verdiği iddia edilen nihat özdemir’in de bu konuda büyük katkısı ve desteği oldu.
gerek aziz yıldırım gerekse fenerbahçe bu ayrıcalıklardan özellikle 3 temmuz sonrası bolca faydalandı.
konuyu kulüp bazında ele aldığımızda, fenerbahçe camiasının işlediği şike ve ırkçılık gibi yüz kızartıcı suçlar, ilgili kurumlar tarafından sportif anlamda cezasız bırakıldı.
fenerbahçe’nin küme düşmemesi için olağanüstü bir kongre sonucunda “bu işi kulüpleri küme düşürmeden çözerim” diyen yıldırım demirören federasyon başkanı seçildi. aslında seçildi demekten ziyade başbakan’ın atamasıyla göreve geldi desek daha doğru olur. bu federasyon tarafından tff genel kurulu’nun hayır oyuna rağmen 58. madde değiştirildi ve bu şekilde fenerbahçe’nin küme düşmesinin önüne geçildi. yani bir anlamda söz konusu suçu işleyen takım başbakan'ın takımı fenerbahçe olduğu için adaletin tecelli etmesi tff eliyle engellenmiş oldu. (aslında bu kişiler farkında omadan fenerbahçe’ye çok daha büyük bir kötülük yaptılar. bunu uefa ve fifa devreye girdiğinde herkes net bir şekilde görecektir.) yine aynı federasyon emre bölezoğlu’nun sözlü, fenerbahçe taraftarının muzlu ırkçılık içeren eylemlerini görmezden geldi ve her hangi bir cezai yaptırım uygulamadı. hatta bu olaylarda federasyonun köşeye sıkıştığı anlarda akp hükümeti spor bakanı aracılığıyla gerekli desteği de eksik etmedi.
aziz yıldırım özelinde ise yargılama sırasında kendisinin ve diğer sanıkların alabileceği yüksek cezalar gözetilerek şike yasası değiştirildi. bülent arınç’ın ve abdullah gül’ün muhalefetine ve düzenlemenin kişiye özel olduğu konusundaki beyanlarına rağmen söz konusu değişiklikler diğer partilerin de desteği ile bir günde yasalaştı. ve yine kişiye özel bir muamele ve mahmut uslu’nun ifadesi ile başbakan’ın bizzat kendisi tarafından aziz yıldırım’a yeniden yargılama sözü verildi. şimdi bu verilen sözün ne kadar gerçek olduğunu veya anayasa mahkemesi’nin ne kadar başbakan’ın güdümünde hareket ettiğini şu bir kaç gün içinde bu konuda alınacak kararla birlikte göreceğiz.
tabi bu süreçte başbakan’ın merkezinde olduğu bahsettiğimiz bu ilk dairede yer almanın nimetleri sadece alınacak cezaların bertaraf edilmesiyle sınırlı kalmadı. tüm federasyonlar ve bu federasyonların kurulları oluşturulurken akp ve başbakan’ın himayesindeki fenerbahçe işbirliği etkili oldu. bu federasyonlar ve kurulları aldıkları her kararda öncelikli olarak fenerbahçe’nin menfaatlerini ön planda tutarken yeri geldiğinde bu menfaatler uğruna ligin statüsü gibi en temel kuralları ve kaideleri bile değiştirmekten geri kalmadılar. (süper final play-off)
netice olarak yazımızın başında da bahsettiğimiz o ilk dairede yer alan fenerbahçe ve aziz yıldırım ne yaparlarsa yapsınlar hiç bir cezaya muhatap olmazlarken bol bol sayın başbakan’ın ve onun himayesindeki kurumların himmetine mazhar oldular.
peki türk sporunda bu düzenin dışında kalmış veya kalmayı tercih etmiş kulüpler için durum neydi ve bu dönemde bu kulüpler hangi bedelleri ödediler?
en başta trabzonspor hakkı olan 2010-2011 sezonu şampiyonluğu kupasını bunca yargı kararına rağmen hala alamadı. uefa ve fifa yollarında ömür tüketenler oldu. kendi ülkesinde adalet bulamamanın ve üvey evlat muamelesi görmenin acısını yaşadılar.
ve başbakan'ın ayrıcalıklar dairesi dışında kalmayı tercih etmiş galatasaray. kurulduğu günden bugüne kadar en büyük amacı kuruluş gayesine uygun olarak türk olmayan takımları yenmek olan bu camia, türkiye'nin adını yurt dışında gururla temsil etmek için bu onurlu mücadelesine bu süreçte de devam etti. ancak bu düzene boyun eğmeyen duruşu nedeni ile bırakın her hangi bir destek görmeyi bu rant ve çıkar düzenine esir olmuş tüm kurumlar tarafından her fırsatta önü kesilmek ve bu mücadelesi sekteye uğratılmak istendi. yani bir anlamda galatasaray sahada italya'nın juventus takımını elerken bu kurumların desteğiyle değil tam tersine bu kurumlara rağmen bunu gerçekleştiriyordu. bu durum aslında bu zihniyetin, türkiye'nin değil sadece kendi çıkarlarının peşinde olduğunun altını çizmek için de çarpıcı bir örnektir.
velhasıl bu süreçte dik duruşunun bedelini ödeyen galatasaray pek çok kurum tarafından öteki ilan edildi ve alaşağı edilmeye çalışıldı. bu kurum kimi zaman ab statüsündeki oyuncuların yerli statüsünde oynaması için galatasaray’ın açtığı haklı davada mahkemeye yaklaşık bir yıldır görüş göndermeyen ab bakanlığı oldu; kimi zaman aynı uygulamaları tüm kulüpler yapmasına rağmen sadece galatasaray’a vergi cezası kesen ve tutanak tutan maliye bakanlığı oldu. yada devlete kazandırdığı yaklaşık 1 milyar lira’ya rağmen 200 milyon lira’lık stadı galatasaray’a hala devretmeyen ve bu konuda bir dolu dava açan gençlik ve spor bakanlığı’na bağlı spor genel müdürlüğü oldu. veya bu kurum şirketin sermaye artırımını engellemek için bu artırım talebini dünya üzerinde hiç bir piyasa kurulunda uygulanmayan yeni yöntem ve şartlara bağlayan spk oldu. yıldırım demirören’in ve tff’nin aldığı kararlardan ve eylemlerinden bahsetmiyorum bile.
peki bütün bunlar olurken sesini yükseltmeyen galatasaray yönetimi bugün ne oldu da artık isyan noktasına geldi?
olan şu; son damlayla bardak taştı.
tüm ülkeyi esir almış bu adaletsizlik ortamının spor dünyası özelinde de iyiden iyiye kendini hissettirmesi ve başbakan’ın desteğini her daim arkasında hisseden federasyonların ve fenerbahçe yönetimi’nin artık aymazlık noktasına gelen eylemleri, zaten camianın bu konuda baskısını üzerinde hisseden galatasaray yönetimini sonunda isyan ettirdi.
galatasaray fenerbahçe basketbol final serisinin hemen hemen her maçında benzer eylemler ve taraftar olayları gerçekleşirken iki maç sonunda galatasaray’a iki maç ceza verilmesi; ancak fenerbahçe’ye kendi sahasında oynanan üç maç sonunda bir tek maç dahi ceza verilmemesi tam bir adaletsizlikti. bu da yetmiyomuş gibi serinin ikinci maçında maç topunda çalmadığı faulle adeta maçı galatasaray’dan alıp fenerbahçe’ye veren hakemin ve 3 temmuz soruşturmasında fenerbahçeli yöneticilerle şüpheli konuşmaları basına yansıyan bir diğer hakemin birlikte final maçına atanmaları da ayrı bir adaletsizlikti, adaletsizliğin de ötesinde aslında provokatif bir eylemdi. bu arada ne suç işlerse işlesinler cezasını çekmemenin ve bedel ödememenin rahatlığı ile ergin ataman’a ağza alınmayacak küfürler ettiği iddia edilen fenerbahçeli yöneticilerden bahsetmiyorum bile.
her branşta ve her rekabet ortamında kendini iyiden iyiye hissettiren bu adaletsizlik ve sırtını egemen güce dayamış şahsiyetlerin ve kurumların bu fütursuzca eylemleri zaten çoktan isyan halinde olan camianın da baskısıyla galatasaray yönetimini de isyan noktasına getirmiştir.
adaletin bittiği yerde anarşi başlar diye klişe bir söz vardır ama çok da doğrudur. akp hükümeti, fenerbahçe’nin işlediği şike ve ırkçılık gibi suçların cezasız kalması için yaptıklarıyla, şike davasında yeniden yargılama konusunda verdiği sözlerle ve atamasını yaptığı federasyonların eylemleriyle galatasaray ve trabzonspor camialarını işlemeyen hukuk düzeniyle daha doğrusu adamına göre işleyen hukuk düzeni ile adaletsizliğe mahkum etmiştir.
kaos dönemleri her daim camiaların kurumsal kimliğini tanımlamak açısından önemli bir fırsat olmuştur. galatasaray bu dönemde, ödenecek bedellere rağmen boyun eğmeden, bu düzenin bir parçası olmadan gösterilecek dik duruşun ve bu adaletsiz düzene isyanın kazanılacak şampiyonluklardan ve kupalardan çok daha değerli olduğunun bilincinde hareket etmiştir. bir başka deyişle galatasaraylı duruşu dediğimiz duruşun ne olduğunu tüm dünyaya tekrar göstermiştir. alınan son karar da bunun bir örneğidir.
maalesef fenerbahçe camiası ise bu kaos döneminde şu ana kadar iyi bir sınav verememiştir. tarih gerçekleri yazacaktır. fenerbahçe, hırslarına yenik düşmüş bir kaç kişinin işlediği suçların bedelini ödeme yürekliliğini gösteremeyen ve başbakan’ın himmetiyle kümede kalan bir camia olarak tarihteki yerini alacaktır. yazılabilecek bu karanlık tarihi değiştirmek fenerbahçe camiasının elindedir. bu suçları işleyen kişilere bunun hesabını kendi disiplin kurullarında sormak ve “biz kimsenin himmetine muhtaç değiliz” diyerek bu suçların bedelini ödeme yürekliliğini göstermek bunun için yeterli olacak ve fenerbahçe’nin saygın bir camia olarak tarihteki yerini almasını sağlayacaktır. en önemlisi böylesi bir tavır, ülkeyi kasıp kavuran bu adaletsiz karanlık düzenin işbrlikçisi olma utancından fenerbahçe'yi kurtaracaktır.
fenerbahçe taraftarlarının şunu anlaması lazım; fenerbahçe yönetimi şu an işlediği suçların bedelini ödememek için ali ismail korkmaz’ın mücadele ettiği ve şehit düştüğü bu ranta dayalı karanlık zihniyetle iş birliği halindedir. ali ismail korkmaz’ın bu topluma emaneti hepimizin, ama en başta fenerbahçe camiasının omuzlarındadır. bu emanete onu öldüren zihniyetle işbirliği yaparak; onu öldüren bu zihniyetin himmetine mazhar olarak veya himayesine girerek sahip çıkamazsınız.
bundan yirmi yıl sonra ne akp ne recep tayyip erdoğan iktidarı kalacaktır. ama galatasaray fenerbahçe gibi camialar büyüklüklerine yakışır şekilde hareket ettikleri müddetçe yüz yıllar boyunca var olacaklardır. böylesi büyük camialar için kaybedilen bir kupanın bir şampiyonluğun veya bir kaç yıl alt liglerde mücadele etmenin hiç bir ehemmiyeti yoktur. camialar ve mensupları bu bilinçle hareket etmeli ve sonraki nesillere kupalardan şampiyonluklardan çok daha önemli olan temiz, gurur duyulacak bir tarih bırakmak için çaba sarf etmelidir.
17 haziran tarihinde galatasaray yönetimi’nin final maçına çıkmama kararıyla gösterdiği duruş yazımızın başından beri anlatmaya çalıştığımız ve tüm ülkeyi esir almış bu kirli rantçı karanlık zihniyetin spor dünyasındaki uzantılarına isyan niteliğindedir. galatasaray yönetimi üzerine düşeni yapmış bu isyan ateşini yakmıştır. bundan sonra harekete geçmesi ve bu duruşa sahip çıkması gereken yani aslında bu isyan ateşini söndürmemesi gereken ultraslan ve galatasaray taraftarıdır. ta ki bu kirli adaletsiz düzenin paydaşları türk sporundan elini ayağını çekene kadar.