1195
takım için emek veren kişidir. iyi oynarız, kötü oynarız o ayrı mesele, ancak ben bu adamın yüzünde aldığı sorumluluğun yansımasını görebiliyorum. rijkaard'dan aragones'e, löw'den del bousque'ye pek çok yabancı antrenör geldi ülkemize. hepsinin suratında da "bir yıl sonra kovulurum, tazminatımı da çatır çatır alırım" ifadesi vardı. ancak bu tanıma iki kişi uymuyor. birincisi şu anda shaktar'a oynattığı futbola bayıldığım ancak bize oynattığı defansif futbola uyuz olduğum lucescu ve şu anda bizim takımımızı çalıştıran mancini. mancini iki arada bir derede kalmış olan bir antrenör. evet şampiyonlukları var, ancak büyük arenalarda henüz başarı elde edebilmiş değil. yani uluslararası kupalarda pek varlık gösterebilmiş değil. onun bu durumu bizim epey lehimize. zira takımımızın avrupada başarılı olması demek, kendisinin de seviye atlaması ve bizden sonra üst düzey kulüplere transfer olması anlamına gelir. bu ve bunun gibi pek çok neden var, kendisini çalışmaya ve başarılı olmaya zorlayan. zira henüz çok genç bir yaşta ve önünde dolu dolu antrenörlük yapabileceği ortalama 15 sene var. o 15 senenin nasıl geçeceğini de en çok bizde gösterdiği performans etkileyecek. kısacası kendisi başarılı olmak zorunda. ayrıca bize gelmeden önce "takımlarını defansif olarak oynatır" düşüncesi yaygındı. lakin ben bugüne kadar hiç ama hiç öyle bir duruma rastlamadım. en defansif halimizi, dany'nin bek oynadığı maçlarda görüyoruz. ki o da ya hızlı oyuncuların bulunduğu rakiplere karşı oluyor ya da zorunluluktan oluyor. yani kendisi galatasaray'ın hücum oyunu felsefesine yatkın bir antrenör. bu da genetik olarak uyuşmamızı sağlıyor kendisiyle. ha başarı gelir mi derseniz, doğru yerde, doğru zamanda bulunduğu için mutlaka başarılı olacaktır diyorum. bir kere her halükarda bu sene şampiyon olamasak da, ikinci olup şampiyonlar ligine direkt katılabileceğiz. tabii ben ilk devreyi en fazla 9 puan fark ile bitirmemiz halinde şampiyonluk şansımızın azımsanmayacak düzeyde olduğunu düşünüyorum ama oldu ya olamadık ve ikinci olduk, yine kaybettiğimiz bir şey yok. dolayısıyla kendi takımını kurmak için yeterli maddi imkanlara ve istediği oyuncularla anlaşabilmek için şampiyonlar ligine gitmek gibi bir avantajı olacak elinde. bunları göz önüne aldığımda, deplasmanda oynadığımız juventus maçının tamamı ve yine deplasmanda oynadığımız real madrid maçının ilk yarısındaki oyunumuzun, mancini'nin oyun felsefesini takımına tam olarak yansıttığı vakit, gelecek sene avrupa kupalarında büyük takımlarla oynayacağımız maçların en güzel örneğini oluşturduğunu düşünüyorum. 35 - 40 metrelik bir alanda kompakt olarak oynayan, rakibine alan bırakmayan, gol yeme şansı duran toplara ve bireysel hatalara kalmış olan, kontra atağa iyi çıkan bir oyun anlayışı yani. ki bu bana çok da mantıklı geliyor. başımızda fatih terim gibi bir hoca yoksa, dünya devlerine karşı ölümüne hücum yapmamızın intihar olacağını düşünüyorum. o yüzden büyük maçlarımızın yapısı bu şekilde olacaktır diye düşünüyorum. ama sezonun genelinde ortaya koyacağımız oyun, ali sami yen'deki kopenhag maçının ilk yarısı gibi olacaktır. daha geniş aralıklarla oynayan, ama buna bağlı olarak oyunu rakip yarı sahaya yıkan, özellikle beklerin bindirmesiyle, orta saha oyuncularının boşa çıktığı ve gol pozisyonuna girebileceği, dikine paslarla rakibi yıldıran bir düzen. evet, hepimizin sürekli görmek istediği sistem bu, ancak dediğim gibi takım bir geçiş sürecinde ve bu sürecin bitimine kadar bizim için en ideal olan oyun şekli, rakibe göre oyun oynamaktır. eğer her şey düşünüldüğü gibi giderse ve ortalama 5 sene şampiyonlar liginde ses getirecek işlere imza atarsak, maddi anlamda gelişeceğiz ve transfer edeceğimiz oyuncularla oyun sistemimiz, rakibe göre şekil almaktan kurtulup, her rakibe aynı tarifeyi uygulayan sisteme geçiş yapacaktır. tıpkı manu, bayern, barca ve r. madrid gibi. bunu yapabilmemiz için önümüzde çok güzel bir örnek var: atletico madrid. birkaç sene önce sıradan bir ispanyol takımı idi, ancak şu anda dünyanın her takımını, gününde oldukları zaman içeride - dışarıda yenebilecek potansiyele sahipler. bence örnek almamız ve takip etmemiz gereken tek yer orası. onların yarısı kadar başarabilsek bu işi, bizim için yeterli olur. kısaca bu adama güvenelim, 4 hafta sonra gemiyi en az hasarla limana yanaştırıp, daha güçlü bir şekilde yolculuğa çıkar vaziyete getirecektir.