256
"henryy! henryyy! born as the king of the highbury!"
--- alıntı ---
http://www.tribundergi.com/...b/11591116_58e1c.jpg
''futbol fena halde hayata benzer...'' derler. hayat, tıpkı futbol gibi bir oyundur çünkü. bir sonraki adıma siz değil, o karar verir ve ikisinde de şans denilen meret, kaderden ibarettir. onun kaderi de bir çok göçmen çocukla birlikte yazılmıştı. fransa da, tıpkı ingiltere gibi ''güneşin batmadığı imparatorluklardan'' biriydi vakt-i zamanında. burada yaşayan her insanın, eşi benzeri olmayan bir hikâyesi vardı. tıpkı thierry gibi...
babası guadalup, annesi de martinik göçmeni olan thierry, paris'e bağlı küçük merkezlerden biri olan les ulis'de, sıcak bir ağustos günü dünyaya geldi. henüz yeteneklerinden bi haber olan bu küçük adam için en büyük şans, futbol oynamasına imkân sağlayabilecek olan bir çok ortamla iç içe bir çocukluk geçirmek olacaktı. ne yazık ki paris'te onunki gibi göçmen aileler toplum tarafından damgalanmış ailelerdi. bu olumsuzlukların uzağında, thierry sırtına formayı geçirmek için pek de fazla beklemedi. henüz 7 yaşındayken ona bahşedilen yetenekleri sergilemeye başladı ve bu kısa gösteri claude chezelle'nin onu bölgesel futbol takımı co les ulis'ye getirmesine yetti. özellikle ailesi, paris gibi bir şehirde göçmenlerin iyi karşılanmadığının farkındaydı. bu sebepten olacak sık sık antrenmanlarına giderek ona destek olan babasının yardımlarıyla buradan bir yıllığına us palaiseau'ye, ardından da es viry-chatillon'a imza atan henry, onu futbolun en güzel sahnelerine kazandıracak olan antrenörü jean-marie panza ile birlikte yavaşça serpiliyordu.
http://4.bp.blogspot.com/.../as-monaco-henry.jpg
jean-marie panza, onun yeteneklerinin farkında olan tek kişi değildi. 1990'da, monaco kulübü onu izlemesi için arnold catalano'yu görevlendirdi. henry'nin şansı değil, kaderi yanındaydı. izlenildiği gerçeğinin uzağında, 6-0'lık maçın 6 golünü de atan henry, hiçbir deneme antrenmanına katılmadan doğruca monaco'nun yolunu tuttu. catalano, onu fransa'nın en seçkin akademilerinden biri olan clairefontaine'e gönderse de, henry kitap başında sahadaki kadar başarılı değildi. düşük ders notlarının üzerinde pek de çabalaması gerekmiyordu zaten. çünkü, kader ağlarını büyük buluşma için örüyordu artık. akademiyi bitiren henry için vakit gelip çatmıştı. arsene wenger'in monaco'suna kariyerinin ilk profesyonel imzasını atan henry, wenger'le ilk kez el sıkışıyordu. fakat bu son olmayacaktı... 31 ağustos 1994'te kariyerinin ilk resmi maçına çıkıyordu henry.. olması gereken yerden biraz uzakta, sol açıktaydı. aslında wenger de onu forvette oynatması gerektiğinin farkındaydı, fakat yine de bu genç çocuk hızlı ve teknikti. dönemin futbolunda hız her şey demekti. sağdan atıp soldan geçen adamların yıllarıydı, fakat henry yine de buranın adamı değildi... çaylak sezonunun ardından, 96'da fransa'da yılın genç futbolcusu seçilen henry, takip eden sezonda takımının ligue 1 şampiyonluğunda baş rollerden birini oynuyordu. üstelik şampiyonlar ligi'nde yarı final oynayan takımın 7 golü onun ayağından geliyordu. nitekim, ilk ödülünü almıştı. 1997-98' sezonunda henry, milli takım ile ilk resmi maçına çıkarken, 98' dünya kupası'nı kazanan takımın da bir parçasıydı, yavaş yavaş ayrılma vakti geliyordu...
monaco'da geçirdiği 5 yılda 105 maça çıkıp 20 gol atan henry'nin bir sonraki durağı juventus olacaktı. 10.5 milyon euro'ya siyah-beyazlı formayı giyen henry için en büyük handikap bir kez daha sol açığa kaydırılmasıydı. gerçekten hızlıydı fakat italyan savunmacılar için sadece bir çerezdi. burada atamadığı her çalım için karşısındaki savunmacılara minnettar kalacaktı. sezonu 16 maçta sadece 3 gol ile tamamlayan henry, tam da kaderinin onu götürdüğü yere, arsenal'a gidiyordu. bu kadar etkisizken, wenger'in onun için tam 11 milyon euro'yu gözden çıkarması akıl alır şey değildi.. ya da o kadar akıllıcaydı ki, kimse bunu anlayamayacaktı. bunu zaman gösterecekti... italya'dan kopup, ingiltere'ye gelmişti. kısa dönemde alışmak neredeyse imkansızdı, fakat wenger gereken sabrı gösterecekti. nitekim henry ilk sezonunda tüm kulvarlarda 26 gol atsa da ligi manchester united'ın arkasından 2. bitirirken, uefa kupası finali'nde de galatasaray'a kaybedeceklerdi, fakat çok daha önemli bir şey kazanmışlardı, henry bunu kanıtlayacaktı. 2000-01' sezonu onun için kader niteliğindeydi. fransa'yla avrupa kupası'nı kazanan henry, patlamaya hazır bir bomba gibiydi. kulübün en golcü oyuncusu olması bir yana, verdiği gol paslarıyla da arsenal'in hücum yükünü çeken henry, highbury'de kendini kanıtlamıştı. topçular için bir devrin askeri henry olacaktı...
http://arsenal.theoffside.com/...5/henry-bergkamp.jpg
takip eden sezonda premier lig'in gol kralı olan henry, arsenal'in sezon sonunda fa cup'la birlikte yaptığı dublede topçu başı olacak, wenger'e harcadığı 11 milyon euro için verip veriştiren futbol otoriteleri (!) onun önünde saygıyla eğilecekti. 2002-03' sezonunda attığı 32 golün yanında tam 23 gol pası vererek ilk komple forvet imajını temsil ediyordu. ingiltere'de futbol, yavaş yavaş endüstriyelleşme akınına kapılırken highbury'de pires, bergkamp, vieira'yla birlikte henry arsenal tarihinin gördüğü en güzel futbolun yaratıcılarıydı. namağlup kazanılan şampiyonluk arsenal'in nirvanaya ulaştığı sezondu. arsenal her şeyi yapıyor, fakat ünvanı koruyamıyordu. chelsea'ye kaybedilen şampiyonluğa rağmen henry avrupa'da forlan'la birlikte altın ayakkabı'nın sahibi olacak, ardından memleketlisi vieira'nın takımdan ayrılması kaptanlık pazubandını koluna geçirecekti. takip eden sezonda kulüp tarihinin en golcü oyuncusu olacak, kariyerinde 3. kez ligi gol kralı olarak tamamlayacaktı. sezon sonunda kulübe gelen 50 milyon euro'luk teklifler hiçe sayılarak henry ile yeni sözleşme imzalanacaktı. bu, herkes için bir süprizdi. çünkü basın, para yerine bağlılığı seçenlere alışık değildi. sakatlıklarla geçen son sezonun ardından barcelona'nın yolunu tutan henry, yeni bir sayfa açıyordu kariyerine. tıpkı savaş sonrası mevzileri boşaltan topçular gibi, onun da bohçasını toplama zamanı gelmişti.
25 haziran 2007'de 24 milyon euro karşılığında camp nou'nun yolunu tutan henry için yepyeni bir sayfaydı bu. ilk defa gerçekten yapayalnızdı, üstelik barcelona başarısızlığa tahammül edemezdi. fakat henry'nin açıklamaları umut vericiydi, imza töreninde söz alan henry şöyle söylüyordu: ''her zaman söyledim. bir gün arsenal'den ayrılırsam, bu barcelona'da oynamak için olacaktı.'' gerçekten öyle olmuştu. ekliyordu üstelik: ''buradaki şöhretim, ağırlığım ve kaptanlığım sebebiyle, en iyi pozisyonda değilken bile top bana atılıyordu. takımdan ayrılmam, takım için iyi oldu.'' bunları söyleyebilecek kadar büyük bir kaptandı, ayrılmanın bile bir vaktinin olduğunu biliyordu. barcelona'da geçirdiği 3 sezonun ardından 80 maçta 35 gole imza atan henry için yavaş yavaş sahneden inme zamanı geliyordu. son hayali olan amerikan rüyası'nı gerçekleştirmek adına ny red bulls'u tercih etti. para için gittiği, artık oynamak istemediği söylenilen amerika'da bile o, ismine yakışır şekilde oynamaktan asla vazgeçmedi. attığı golleri maçı izleyen spikerler bile yorumlayamaz, o ise bunu
tevazuyla karşılardı.
büyük yeteneğinin yanında, o her yönüyle bir futbolcu ve kaptandı. kendine yakışır bir veda etmesi gerekirdi. bağlılık, pazuband, sevgi ve saygı bunu gerektirirdi.
mls'ye ara verildiği sırada, arsenal'le kiralık bir kontrat imzalamış, son bir kez londra'nın yolunu tutmuştu. heykeli dikilecek adam henry bir kez daha kırmızı-beyaz formayla sahadaydı. highbury artık yoktu, fakat onu izlemek için emirates on binlerle dolmuştu. attığı golün ardından o, onunla büyüyen bir nesile, onlara izlettirdiği son golü kutlamak için koşuyordu. takımın geri kalanı onun hikâyeleriyle büyümüştü, o onların kaptanı değil, abisiydi, babasıydı. arsenal tarihinin en büyük efsanelerinden biri son kez arsenallilerle kucaklaşmak için korner bayrağına doğru koşarken, kulübeden wenger yarattığı bu efsanenin tablosuna vurduğu son fırça darbelerini kollarını birbirine bağlamış, ağarmış saçlarıyla izliyordu. kaderde onunla birlikte sevinmek de vardı...
http://1.bp.blogspot.com/...NM/s640/39127416.jpg
--- alıntı ---
tribündergi
--- alıntı ---
http://www.tribundergi.com/...b/11591116_58e1c.jpg
''futbol fena halde hayata benzer...'' derler. hayat, tıpkı futbol gibi bir oyundur çünkü. bir sonraki adıma siz değil, o karar verir ve ikisinde de şans denilen meret, kaderden ibarettir. onun kaderi de bir çok göçmen çocukla birlikte yazılmıştı. fransa da, tıpkı ingiltere gibi ''güneşin batmadığı imparatorluklardan'' biriydi vakt-i zamanında. burada yaşayan her insanın, eşi benzeri olmayan bir hikâyesi vardı. tıpkı thierry gibi...
babası guadalup, annesi de martinik göçmeni olan thierry, paris'e bağlı küçük merkezlerden biri olan les ulis'de, sıcak bir ağustos günü dünyaya geldi. henüz yeteneklerinden bi haber olan bu küçük adam için en büyük şans, futbol oynamasına imkân sağlayabilecek olan bir çok ortamla iç içe bir çocukluk geçirmek olacaktı. ne yazık ki paris'te onunki gibi göçmen aileler toplum tarafından damgalanmış ailelerdi. bu olumsuzlukların uzağında, thierry sırtına formayı geçirmek için pek de fazla beklemedi. henüz 7 yaşındayken ona bahşedilen yetenekleri sergilemeye başladı ve bu kısa gösteri claude chezelle'nin onu bölgesel futbol takımı co les ulis'ye getirmesine yetti. özellikle ailesi, paris gibi bir şehirde göçmenlerin iyi karşılanmadığının farkındaydı. bu sebepten olacak sık sık antrenmanlarına giderek ona destek olan babasının yardımlarıyla buradan bir yıllığına us palaiseau'ye, ardından da es viry-chatillon'a imza atan henry, onu futbolun en güzel sahnelerine kazandıracak olan antrenörü jean-marie panza ile birlikte yavaşça serpiliyordu.
http://4.bp.blogspot.com/.../as-monaco-henry.jpg
jean-marie panza, onun yeteneklerinin farkında olan tek kişi değildi. 1990'da, monaco kulübü onu izlemesi için arnold catalano'yu görevlendirdi. henry'nin şansı değil, kaderi yanındaydı. izlenildiği gerçeğinin uzağında, 6-0'lık maçın 6 golünü de atan henry, hiçbir deneme antrenmanına katılmadan doğruca monaco'nun yolunu tuttu. catalano, onu fransa'nın en seçkin akademilerinden biri olan clairefontaine'e gönderse de, henry kitap başında sahadaki kadar başarılı değildi. düşük ders notlarının üzerinde pek de çabalaması gerekmiyordu zaten. çünkü, kader ağlarını büyük buluşma için örüyordu artık. akademiyi bitiren henry için vakit gelip çatmıştı. arsene wenger'in monaco'suna kariyerinin ilk profesyonel imzasını atan henry, wenger'le ilk kez el sıkışıyordu. fakat bu son olmayacaktı... 31 ağustos 1994'te kariyerinin ilk resmi maçına çıkıyordu henry.. olması gereken yerden biraz uzakta, sol açıktaydı. aslında wenger de onu forvette oynatması gerektiğinin farkındaydı, fakat yine de bu genç çocuk hızlı ve teknikti. dönemin futbolunda hız her şey demekti. sağdan atıp soldan geçen adamların yıllarıydı, fakat henry yine de buranın adamı değildi... çaylak sezonunun ardından, 96'da fransa'da yılın genç futbolcusu seçilen henry, takip eden sezonda takımının ligue 1 şampiyonluğunda baş rollerden birini oynuyordu. üstelik şampiyonlar ligi'nde yarı final oynayan takımın 7 golü onun ayağından geliyordu. nitekim, ilk ödülünü almıştı. 1997-98' sezonunda henry, milli takım ile ilk resmi maçına çıkarken, 98' dünya kupası'nı kazanan takımın da bir parçasıydı, yavaş yavaş ayrılma vakti geliyordu...
monaco'da geçirdiği 5 yılda 105 maça çıkıp 20 gol atan henry'nin bir sonraki durağı juventus olacaktı. 10.5 milyon euro'ya siyah-beyazlı formayı giyen henry için en büyük handikap bir kez daha sol açığa kaydırılmasıydı. gerçekten hızlıydı fakat italyan savunmacılar için sadece bir çerezdi. burada atamadığı her çalım için karşısındaki savunmacılara minnettar kalacaktı. sezonu 16 maçta sadece 3 gol ile tamamlayan henry, tam da kaderinin onu götürdüğü yere, arsenal'a gidiyordu. bu kadar etkisizken, wenger'in onun için tam 11 milyon euro'yu gözden çıkarması akıl alır şey değildi.. ya da o kadar akıllıcaydı ki, kimse bunu anlayamayacaktı. bunu zaman gösterecekti... italya'dan kopup, ingiltere'ye gelmişti. kısa dönemde alışmak neredeyse imkansızdı, fakat wenger gereken sabrı gösterecekti. nitekim henry ilk sezonunda tüm kulvarlarda 26 gol atsa da ligi manchester united'ın arkasından 2. bitirirken, uefa kupası finali'nde de galatasaray'a kaybedeceklerdi, fakat çok daha önemli bir şey kazanmışlardı, henry bunu kanıtlayacaktı. 2000-01' sezonu onun için kader niteliğindeydi. fransa'yla avrupa kupası'nı kazanan henry, patlamaya hazır bir bomba gibiydi. kulübün en golcü oyuncusu olması bir yana, verdiği gol paslarıyla da arsenal'in hücum yükünü çeken henry, highbury'de kendini kanıtlamıştı. topçular için bir devrin askeri henry olacaktı...
http://arsenal.theoffside.com/...5/henry-bergkamp.jpg
takip eden sezonda premier lig'in gol kralı olan henry, arsenal'in sezon sonunda fa cup'la birlikte yaptığı dublede topçu başı olacak, wenger'e harcadığı 11 milyon euro için verip veriştiren futbol otoriteleri (!) onun önünde saygıyla eğilecekti. 2002-03' sezonunda attığı 32 golün yanında tam 23 gol pası vererek ilk komple forvet imajını temsil ediyordu. ingiltere'de futbol, yavaş yavaş endüstriyelleşme akınına kapılırken highbury'de pires, bergkamp, vieira'yla birlikte henry arsenal tarihinin gördüğü en güzel futbolun yaratıcılarıydı. namağlup kazanılan şampiyonluk arsenal'in nirvanaya ulaştığı sezondu. arsenal her şeyi yapıyor, fakat ünvanı koruyamıyordu. chelsea'ye kaybedilen şampiyonluğa rağmen henry avrupa'da forlan'la birlikte altın ayakkabı'nın sahibi olacak, ardından memleketlisi vieira'nın takımdan ayrılması kaptanlık pazubandını koluna geçirecekti. takip eden sezonda kulüp tarihinin en golcü oyuncusu olacak, kariyerinde 3. kez ligi gol kralı olarak tamamlayacaktı. sezon sonunda kulübe gelen 50 milyon euro'luk teklifler hiçe sayılarak henry ile yeni sözleşme imzalanacaktı. bu, herkes için bir süprizdi. çünkü basın, para yerine bağlılığı seçenlere alışık değildi. sakatlıklarla geçen son sezonun ardından barcelona'nın yolunu tutan henry, yeni bir sayfa açıyordu kariyerine. tıpkı savaş sonrası mevzileri boşaltan topçular gibi, onun da bohçasını toplama zamanı gelmişti.
25 haziran 2007'de 24 milyon euro karşılığında camp nou'nun yolunu tutan henry için yepyeni bir sayfaydı bu. ilk defa gerçekten yapayalnızdı, üstelik barcelona başarısızlığa tahammül edemezdi. fakat henry'nin açıklamaları umut vericiydi, imza töreninde söz alan henry şöyle söylüyordu: ''her zaman söyledim. bir gün arsenal'den ayrılırsam, bu barcelona'da oynamak için olacaktı.'' gerçekten öyle olmuştu. ekliyordu üstelik: ''buradaki şöhretim, ağırlığım ve kaptanlığım sebebiyle, en iyi pozisyonda değilken bile top bana atılıyordu. takımdan ayrılmam, takım için iyi oldu.'' bunları söyleyebilecek kadar büyük bir kaptandı, ayrılmanın bile bir vaktinin olduğunu biliyordu. barcelona'da geçirdiği 3 sezonun ardından 80 maçta 35 gole imza atan henry için yavaş yavaş sahneden inme zamanı geliyordu. son hayali olan amerikan rüyası'nı gerçekleştirmek adına ny red bulls'u tercih etti. para için gittiği, artık oynamak istemediği söylenilen amerika'da bile o, ismine yakışır şekilde oynamaktan asla vazgeçmedi. attığı golleri maçı izleyen spikerler bile yorumlayamaz, o ise bunu
tevazuyla karşılardı.
büyük yeteneğinin yanında, o her yönüyle bir futbolcu ve kaptandı. kendine yakışır bir veda etmesi gerekirdi. bağlılık, pazuband, sevgi ve saygı bunu gerektirirdi.
mls'ye ara verildiği sırada, arsenal'le kiralık bir kontrat imzalamış, son bir kez londra'nın yolunu tutmuştu. heykeli dikilecek adam henry bir kez daha kırmızı-beyaz formayla sahadaydı. highbury artık yoktu, fakat onu izlemek için emirates on binlerle dolmuştu. attığı golün ardından o, onunla büyüyen bir nesile, onlara izlettirdiği son golü kutlamak için koşuyordu. takımın geri kalanı onun hikâyeleriyle büyümüştü, o onların kaptanı değil, abisiydi, babasıydı. arsenal tarihinin en büyük efsanelerinden biri son kez arsenallilerle kucaklaşmak için korner bayrağına doğru koşarken, kulübeden wenger yarattığı bu efsanenin tablosuna vurduğu son fırça darbelerini kollarını birbirine bağlamış, ağarmış saçlarıyla izliyordu. kaderde onunla birlikte sevinmek de vardı...
http://1.bp.blogspot.com/...NM/s640/39127416.jpg
--- alıntı ---
tribündergi