atilla türker'in, "ah şu futbolcular" kitabında yer alan
cüneyt tanmanbiyografisi ve
hayrettin demirbaş ile ilgili anısı.
olayın geçtiği maç : (bkz:
15 aralık 1990 aydınspor- galatasaray)
sarışın, yakışıklı ve beyefendi kaptan... galatasaray'ın ve a milli takımın istikrar abidesi... düz bir futbolu vardı. ama çok yararlı oynardı. her mevkide görev yapardı. sorunsuz yapısı ve yardımlaşması ile takdir topladı. çok genç yaşta ve sadece bir sezon giresunspor'da kiralık oynadı... geri kalan yıllarda galatasaray'dan hiç kopmadı. 17 a, 2 ümit, 9 kez de a genç milli takım formasını taşıdı. halen iş adamlığı ve futbol yazarlığı yapıyor.
önce kaleci hayrettin'den biraz söz edeyim... galatasaray ve a milli takım kalesini uzun yıllar başarı ile koruyan hayrettin, hırsı, yeteneği ve beyefendiliği ile çok sevdiğim ve beğendiğim bir kaleci idi. ama ufak bir kusuru vardı... biraz pimpirikli idi...
anlatacağım olay da bu türden...
90 - 91 sezonu olduğunu tahmin ediyorum... aydınspor ile deplasmanda karşı karşıya geldik... iyi bir oyun ortaya koyduk... son dakikalara da 2 - 0 önde girdik. ancak maçın bitimine az bir süre kala beklenmedik bir şey oldu. aydınspor sağ kanattan bir atak geliştirdi. rakip futbolcu çaprazdan çok sert vurdu. top kaleye gidiyordu... gol olmak üzereydi... koştum. yatarak çıkartmaya çalıştım. vurdum... ama olmadı... meşin yuvarlak ağlara takıldı. gol olmuştu...
top daha çizgiyi geçerken kaleci hayrettin sinirli bir şekilde bağırdı: "ne yaptın abi... bıraksaydın top dışarı gidiyordu..." yanılıyordu... bıraksaydım da gol olacaktı...
hayrettin bağırmaya devam etti: "ben topa özellikle atlamadım... kendi kalene gol attın abi..."
pimpirikli hali ile o anda gereksiz ve yakışıksız bir sinir ve stres içerisindeydi. bir büyüğü ve kaptanı olarak belki de istemeden bir hareket yaptım... sağ elimi kaldırdım. yanağına doğru uzattım. hafifçe vurdum... sonra da gerekli uyarıda bulundum: "tartışmanın yeri ve sırası değil... kendine gel... sonra konuşuruz... kaleni korumana bak..." karşılaşma 2 - 1 bitti...
soyunma odasına gittik, duşumuzu aldık, giyindik, havaalanına hareket ettik... uçağı beklemeye başladık... o anda hayrettin'e baktım... oturuyordu... kafası önde, yüzünü iki elinin arasına almış, oturuyordu... dalgın dalgın yere bakıyordu. arkadaşlara sordum ve öğrendim... bizim tanju çolak ve cevat prekazi, hayrettin'i dolduruşa getirmişler: "hayro... üfff be... kaptan seni ne biçim tokatladı ama!.." hatta daha da ileri gitmişler: "hayro, kaptan sana osmanlı tokadı vurdu... dayak yediğini herkes gördü..." oysa ikisi de biliyordu hayrettin'i tokatlamadığımı... ama hınzırlık yapıyorlardı işte...
hayrettin ile konuşmam gerekiyordu... gittim yanına... derdini sordum. olduğu gibi anlattı: "abi herkesin içinde bana tokat vurdun... çok üzüldüm..." asıl şimdi ben üzüldüm... çünkü vurmamıştım... vurmazdım... vuramazdım... hem herkes bilirdi ki... kişileri genelde ben yatıştırmaya çalışırdım. sakin bir yapım vardı... kimseye en ufak ters hareket yapmazdım. üstelik hayrettin'in durumu değişikti... hayrettin, düzgün kişiliği ile her zaman ve her yerde bana yardımcı olmuştur. uygun bir lisan ile kendisine vurmadığımı anlattım... gönlünü almak için elimden geleni yaptım... sonra da boynuna sarıldım. kafasını salladı... "tamam ağabey, sonra konuşuruz" dedi.
istanbul'a geldik. arabalarımız ile evlere dağıldık... eve girer girmez hemen televizyonun başına geçtim... spor programı vardı... ve bizim maç ekrana geldi. biraz sonra da malum pozisyon... dikkatli bir şekilde izlemeye başladım... aaaa... gerçekten de hayrettin'e vuruyor gibiydim... olacak gibi değildi... ama görüntü öyleydi. ben bunu nasıl yaptım, nasıl yapabildim?.. çok şaşırdım, üzüldüm... geceyi uykusuz geçirdim.
sabah oldu... saat daha çok erkendi... kapı çalındı. şaşırdım... bu saatte gelen kim olabilirdi ki?... hızla koştum... açtım. hayrettin... hemen içeri buyur ettim... söze doğrudan o girdi: "ağabey ben üzüldüm... ama sen üzülme... senin karakterini biliyorum... istemeden bunu yaptın..." hayro çok hızlı bir şekilde konuşmasına devam etti: "üstelik tokat vurmak da hakkın... sen benim büyüğümsün... ister seversin, ister döversin. sana sonsuz sevgi ve saygım var... izin ver öpeyim..." fazla söze gerek yoktu artık. sarıldık... sarmaşdolaş olduk... çünkü dosttuk. birbirimizi seviyorduk...