656
bu takım için "ikinci takımım" demek istiyorum fakat asla doğru bir ifade olmayacağını da biliyorum. galatasaray'ın ardına başka bir takımı, galatasaray'ı sevdiğim gibi koyamıyorum. "ikinci takım"ım diye bir şey olması için, oranın havasını solumam, tarihini bilmem, yaşamam gerek. chelsea ingiltere takımı. aynı hissiyatı asla veremeyeceğini biliyorum. fakat, ne zaman "ikinci takımın ne" diye sorsalar (ki bu soru çok nadir sorulur, genelde yabancılarla konuşurken türkiye dışında hangi takımı desteklediğim soruluyor) chelsea diyorum.
ikinci takımım olamayacak biliyorum fakat türkiye dışında uğruna kayda değer bir şey hissettiğim bir takım varsa o da chelsea.
garip bir hikaye olabilir ama bu takıma olan sevgim ya da bağım şöyle başlamıştı:
ben, mahallede büyüyen ve erken 2000'lerde çocuk olan her memur çocuğu gibi, futbol ile büyüdüm.
babam, zekasına hayran olduğum bir adam. kaba değil, istanbul beyefendisi kibarlığı var üstünde. şiddet ile bağı neredeyse 0.
şiddetle sevdiği ve takip ettiği bir şey vardı tabii ki, en azından ben büyürken gördüğüm. galatasaray. futbol.
beni galatasaraylı yapan babamdır. ilginç bir şekilde, baba tarafımın hepsi galatasaraylıyken, anne tarafımın çoğunluğu da fenerlidir.
babamdan futbolu, galatasarayı öğrendim. ve galatasaraylı oldum.
sonra büyüdüm. mahallenin amatör futbol kulübüne yazıldım. futbol oynamaktan çok keyif alıyordum.
beni, mahallenin amatör futbol kulübüne yazdıran, bunu istememi sağlayan ise babam değildi.
mahalledeki abilerimizdi. 2 tane abimiz vardı. ikisi de futbolcu. biri ondan önce bıraktı, ama diğeri devam etti. iyi topçuydu.
onlar sayesinde mahallenin "bebeleri" olan bizler, bu kulübe yazıldık. bu adamlarla gerek saklanbaç oynar, gerek onların hikayelerini dinlerdik.
mahalle abileriydiler işte. ama öyle kavgacı, serseri adamlar değillerdi. akılları başlarında adamlardı. şanslıydık.
memur çocuğu olmanın getirdiği bir şey daha var, yazlık... yazları izmir'e giderdim. bütün yaz mahalleden uzaktım. bu şu demekti; benim arkadaşlarım tatilde birbirileriyle zaman geçirirken, top oynarken, samimileşirken, anı biriktirirken, ben izmir'de yalnız, birkaç arkadaşı olan, içen sıçan, küçük yaşta "yazlıkçı kızlar" rüzgarına kapılan bir elemandım.
bir yaz daha bitti, yılını hatırlamıyorum. bir geldim, her zaman top oynadığımız yerde "antreman sahasına gider" yazıyordu. tebeşirle yazılmış :)
dedim lan noluyo! ne antreman sahası?
tabii arkadaşlar da "olm sen yokken burda çok acayip şeyler oldu lan hahaha xd" kafasında takılıyorlar, aaa sen bilmiyor musun tabii izmirdeydin falan muhabbetleri dönüyor. hahah. ulan hatırlayınca gülümsedim.
mesele şuymuş; bizim "sokak" illegal bir takım kurmuş arkadaşlar.
oldschoolun babası lan! plan şu: sokak aralarında antreman yapıyoruz. antreman taşlarını dizip antreman sahasını hazırlıyoruz.
formaları mahallenin terzisine diktiriyoruz. (bunu hiç yapmadık, ama plan buydu)
her oyuncunun adı oyuncu kayıt defterinde olacak. (o abilerimizden birinin okul defteri)
ilk önce kulübün logosu, ismi, kuruluş tarihi, sloganı.
sonra oyuncu listesi. ad, soyad, boy, kilo, yaş, kullandığı ayak. mevki. hepsi!
her oyuncu için özel antreman kartı oluşturulacak. vesikalık fotoğraf yeri bile vardı. bunların hepsini o iki abimiz hazırladı.
antreman kartında isim soy isim mevki doğum tarihi falan yazıyordu.
hatta mührümüz bile vardı lan. okul silgisi üzerinde pilot kalemle çizilmiş, her vurulmadan önce pilot kalemle şöyle bir güzel yenilenen mühür.
o defterde, antreman kartlarında vardı bu mühür. diğer mahallenin çocuklarıyla anlaşıp maçlar yapıyorduk. amacımız çıktığımız tüm maçları yenmekti.
yan mahalle ile aramızda tatlı bir rekabet bile olmuştu. seri halinde maçlar yapardık.
oldshool oğlum! ah ulan :)
bu abilerimiz bize kulüpte öğrendiklerini anlatmak istediler. bize futbolu öğrettiler. en çok hatırladığım kurallardan biri: burun yok!
burun ile şut çekmek yasak hocam. şut çekeceksen bir hedefin olacak. o hedefe odaklanacaksın. ayak içi? hay hay kardeş. ayak üstü? abanmak da serbest! yeter ki bir amacın olsun. o şut "hebele hübele" diye çekilmeyecek.
ben ileride oynuyordum. pres yapıyordum deli gibi. pres yapmam da ikinci kuraldı. pres, pres, pres! öndeki adam savunmayı rahat bırakamaz! çok hızlıydım küçükken, "pırpır" denilen tipte bir oyuncuydum. sırf bu yüzden beni sol kanat'a almışlardı ileride mahalle kulübünde.
bu abilerimiz, gerçekten abilik yapıp bize bu güzel sporu öğretmek istediler. bizi heyecanlandırdılar. kendileri de heyecanlılardı. onlara minnettarım. aslında hiç çıkıp söyleyemedim açık açık. ama bunu sonradan, yaş aldıkça görüyorum. kimi "abi"ler "kardeş"lerini saçma sapan yollara sokuyor, saçma sapan hayatlarına dahil edip o çocuklar için daha iyi olabilecek seçenekleri yok ediyor. kötü abilik ediyor işte lan. abiliklerini sikeyim onların. kimlerden bahsettiğimi mahalle kültürüyle büyümüş ve evde kalmayı sevmeyen her çocuk anlamıştır.
bu fikir kafama yerleştikten sonra, kulüpte 6 numaraya geçmeye başladım.
yine ilerideydim, ama santraforun arkasındaydım. defansa da gelmem gerekiyordu. top dağıtmam gerekiyordu.
bu role o küçük aklımla kafada alışmaya çalışırken, o "abi"lerimizden biri, ki komşum olur, benim bilgisayara cm 03-04'ü kurdu.
işte arkadaşlar, bu kadar hikayeyi neden chelsea başlığında anlatıyorsun birader, ne diyorsun amk? diyecek olanların yüreğine su serpecek kısma gelmiş bulunmaktayız.
oyunu kurdum. oyun hakkında hiçbir bok bilmiyorum ve oyun ingilizce. yani, türkçe ama, misal, kaleciyi seçtiğinde "gk" diyor, sol beki seçtiğinde "lb" diyor. aga bunlar ne demek? hiç bilmiyorum.
özet geçeyim: barcelona ile oynadım biraz rüştü var diye. sonra fark ettim ki milleti iyi dağıtamıyormuşum.
bu böyle devam etti. hep yeniliyordum. sonra o abilerden biri geldi olm sen napıyosun hep yanlış yerleştirmişsin adamları dedi, bana gösterdi meseleyi.
haa! dedim.
kariyeri kapattım. yeni kariyer açıyorum.
hangi takımı seçsem? ingiltere. güzel. a, arsenal. yok baba. sevmiyorum. uefa finalinde rakipti.
b, blackburn. tanımam etmem.
c, charlton, geç.
c.... chelsea. gel lan. tamam.
chelsea ile kariyere başladım. oynuyorum, oyuncuları tanıyorum.
aynı sonbaharda ailem bana doğum günü hediyesi olarak orjin fifa 05 aldı. off, ea kitapçığı ile okulda hava yapmıştım çok.
ilk başlarda hep türkiye isviçre maçı yaptım. hahaha. o vakitler...
sonra, chelseayi seçtim ve milana karşı bi maç yapayım dedim. frikik oldu.
frikik'in başında 8 numaralı bir adam. bi yapıştırdım. laps. doksan.
aha dedim... bu adam neymiş lan... ben bunu cm'den biliyorum. kim bu adam? bakalım bu adama bir.
frank lampard. en baba zamanları. genç lampard. ortalığın amına koyuyor. chelsea ile şampiyon oldu.
sonra bir daha şampiyon oldu.
ben bu takımı izlerim arkadaş dedim.
yıllar boyu takip edebildiğim kadar takip ettim.
drogbanın ve lampardın harika goller attığı everton deplasmanını canlı izledim.
esien ve iniestanın gol attığı, hakemin rezalet olduğu maçı evde bağıra çağıra izledim. hatta babam "sana ne oluyor sen ingiliz misin sanki" demişti.
ertesi gün okulda arkadaşlar "noldu lan yendiler sizinkileri" diyordu.
vay aq dedim ben bu takımı seviyorum galiba... hani böyle hoşlandığın kızdan hoşlandığını fark edersin ya. o şekil bi şey oldu bana.
münihteki finali, şampiyonlukları takip ettim.
buraya gelirken de, nickimi lampard reise adadım. o zamanlar hala taş gibi top oynuyordu lamps.
bu entryi yazma sebebim de şu, tuchel ile yakalanan formu görüp, ah ulan çektim.
lampard chelsea için güzel bir hikaye olabilirdi. bence erken davranıldı. lampard ileride geri dönecektir. buna eminim.
kendini geliştirip, tecrübe kazanıp dönecek.
hayatta bazen bazı şeyler, "filmler"deki gibi olmuyor işte.
kulüp efsanesi kulübe teknik direktörülüğünün ikinci yılında dönüp, onu şampiyon yapamıyor.
olmuyor, bazı şeyler yerine oturmuyor.
güzel bir hikaye olabilirdi.
umarım, bu hikayem de güzel olmuştur. içimden geldi sabah sabah.