gol kralı olup trabzonspor'dan geldiğinde ne kadar leş olduğunu söyledik, ama gözler fıldır fıldır istatistik kasmalarla, gönüller büyük resmi kapatan gollerle coştukça zat-ı alimizin avukat sayısında patlama oldu.
şimdi forvetin görevi gol atmaksa, bu adam gol atsın
*. atamıyorsa,; 3 milyon aldığı yerde, önüne top beklemek ve takım oyununa 4 faul 6 ofsayt ile katkıda bulunmaktan (!) başka arayışlara girsin.
ama biliyorum, ilk atacağı golden sonra "umarız gollerini dizecektir" safsatası başlayacak. bir maç kendi standartlarına göre çok iyi oynasın, yere göğe sığdırılamayacak, geri döndüğü söylenecek. kapak muhabbeti devreye girecek. sonra bir bakmışız ki, gene bir bok olmamış. çünkü adam, futbolun temel doğrularından bihaber, natural-born football killer.
b17'nin ne olduğunu/ne olamadığını taraftarın yeni yeni anlaması az da olsa sevindirici. her maç gol attığında da beni endişelendiren
* bu adamın aynı/benzer istikrarla sahada olmayacağıydı. gol atar, eskiden arada yanlışlıkla da olsa çalım atar, şaşırtıcı biçimde top kontrol edebildiği olurdu. şu an izlesem "hadi lan burak böyle gol mü atar lan?" diyeceğim tarzda golleri vardı. tabi bu kendisini beğendiğim anlamına gelmiyor. demek istediğim, güven vermemesi. hani bir kaleci bazı maçlarda çok kurtarış yapar, takıma maç bile kazandırabilir ama hiç olmayacak hatalar yaparak goller de yer ya, misal de sanctis gibi. işte burak da öyleydi benim için. atıyordu ama ben golleri burak'ın geçici bir ekstra dönem geçirerek attığını düşündüğüm için, bu adama güvenerek yola çıkılamayacağı kanaatindey(d)im.
nitekim ilk seneki ekstrasını, bizdeki ikinci senesinde saç baş yoldurtmaya
* çevirerek oynamaya devam etti. sneijder ve drogba gelip takıma az biraz alıştıktan sonra, burak yine atmıştı ama arkasında çok sağlam iki dünya yıldızı burak'a çalışıyordu. geçen sene toplamda abartısız 20 gol civarı atabileceğimiz iç sahadaki antalyaspor ve rizespor maçlarında kaçan gollerin birçoğu kendisine aitti.
ve işte bu sene... drogba gitti, ileride top tutup kendisine pozisyon hazırlayacak adam da kalmadı. bu konumdaki adamın sneijder olması için, burak'ın sırtı dönük oynayabilme gibi bir meziyetinin olması gerekir. drogba gidince, takke düştü kel göründü. ancak bunu geçen sene drogba'nın oynamayı bıraktığı maçlardan itibaren de görmeye başlamıştık. tabi yönetim de malesef kıçını kaldırıp bir tanecik forvet düşünmedi şu takıma. bonservisi elinde bir gomis vardı, şimdi herkes gibi ben de hayıflanıyorum. kendimizi drogba'dan sonra yükseklerde gördük, dünya starı kibrinin toz pembe hayalleriyle geçirilen 1.5 seneden sonra, drogba'dan sonra gomis'in gelecek olması, bizim için künefe üstüne içilen şalgam suyu gibi olacaktı.
ne oldu? burak'ın dışında umut eldeydi, bir de küfür kıyamet bağırdık da, yönetim yapmış olmak için transfer yaparak pandev'i aldı. pandev zeki bir oyuncu. galatasaray'da oynadığı şu kısıtlı zaman içinde oyun zekasıyla neden burak'a tercih edilmesi gerektiğini gösteren bir oyuncu, fakat önemli bir eksiği var: fizik kondüsyonsuzluğu. şu bir gerçek ki, pandev'deki eksikliklerle burak'takileri karşılaştırırsak, pandev'in eksiklikleri kapatılabilecek şeyler. burak ise doğuştan eksik, temelsiz, altyapısız, bir aralar nicelik olarak çok gol atmış bir adam. zekaya dayalı aidiyetler bâki iken, fiziğe dayalı aidiyetler geçicidir. işte burak, şu yaşında verimsizliğin dibine vurmuşken, zaten zekaya dayalı bir oyunu da yokken, daha da yaşlandığında alacağı paralar, allah muhafaza riva arazisinin rehin verilmesine falan yol açar.
ezcümle, geçmişte bir aralar çok gol atmış, iki kere gol kralı olmuş bir forvetin, bu kadar çok gol atmasına rağmen bu kadar eleştirilmesi normal midir? "bu ülkede hakan şükür'ü de falanca deyip eleştirdiler, jardel'i de filanca deyip eleştirdiler" bölüğü, saklandığı siperin arkasından çıkmadan ben söyleyeyim. hakan şükür'ün tek işi gol atmak değildi, kaçırırdı ama hücum pres yapardı, arkadaşlarına pozisyon hazırlardı, kendisi gibi uzun boylu birinden beklenmeyecek bir tekniği vardı, birebirde adam geçebiliyordu. bunun yanı sıra gol de atıyordu. jardel ise safkan bir golcüydü. erzurumspor'a da atardı, milan'a da, ankaragücü'ne de atardı, real'e de. kendisine gelen top ölmez, bilakis rakibi öldürürdü. bunların burak'la kıyaslanması bile kendilerine yeteri kadar eza verir. burak bunlardan neyi doğru yapıyor? geçmişte ligi domine eden bir kadroyla, genelde beleş goller atan
* bir forvetin geçmişteki gol sayısı malesef ki bu seneki verimsizliğini ve yetersizliğini kapatmaya yetmiyor. ve ne yazık ki, kafalara kodlanmış istatistiksel golcü kimliği, taraftarı "olur da atar bir tane" moduna soktuğu gün biz geleceğimizi kaybettik.
burak takıma katıldıktan sonra, galatasaray futbol takımının attığı toplam gol sayısındaki düşüş neye bağlanabilir acaba? takımın tek bir hedef odağı üzerinden skor üretmesi, hedefin etkisiz hale getirilmesiyle şekeri elinden alınan çocuklar gibi boynumuz bükük sahadan ayrılmaya sebep olmuyor mu sanki? oysa eskiden ne güzel 5-6 farklı adamla her cepheden ateş ediyorduk. hangi birine önlem alacaksın? ne zamanki burak geldi, "gol kralı" ile gücümüze güç kattık şeklinde düşüncelere kapıldık, o zamandan gözlerimize bir perde indi bile. tamam, takımın hareketsizliği ve ruhsuzluğu da önemli bir faktör ama set oyunu oynayan takımlarda, defansif gücünden de taviz vermeden burak'ı oynatamazsın. hele şampiyonlar ligi'nde hiç kaldırmaz. velev ki pozisyon buldun, bitirici vuruşu yok ki seni bir yerlere taşısın, çıtanı yükseltsin. 6-1'lik real maçında neredeyse altı pastan auta attığı kafa
*, 4-0 yenildiğimiz dortmund maçında bomboş pozisyonu heba etmesi, 1-0 kazandığımız juventus maçında son dakikalarda kale ağzından kaçırdığı 1-2 gol
*...
biz gol attığı için burak'a, burak'ı sözde "iyi forvet" gösterdiği için drogba'ya bağımlı olduk. burak bizim için sigara, drogba da ateşti. ateşi kaybedip yenisini koymayınca, elimizde içemediğimiz sigaramız kaldı. bağımlı olduğumuz için de bırakamadık. ne zaman ki bu bağımlılıktan kurtulmaya karar veririz, belki o zaman bir şeyleri yoluna koymaya başlayabiliriz.