hayatımdaki en kıymetli insan beşiktaş'lı olduğu ve sergen'i sevdiği için dolaylı yoldan beşiktaş'ı severim. şampiyon olmadığı zaman sevimli takım aslında. ama şampiyonluk yaşamayagörsün. ne zamanki iki senelik bir süreçte çok iyi topçularla iyi bir oyun oynadı ve iki sene şampiyon oldu, bütün sempatisini yitirdi. beş sene lige ambargo koymalar, türkiye'nin juve'si olmalar, bayern'i çantada keklik görmeler falan... garip kafalar yaşıyordu o sıra beşiktaş taraftarı.
ama işin kötüsü aynı taraftar profili bizde de, hatta sözlükte de var. oysa lige ambargo koymak, ancak diğer rakiplerinizden mali açıdan çok üstün olduğunuzda gerçekleşecek bir olay. türkiye süper liginde böyle bir durumun söz konusu olmasını geçtim, bilakis makas gittikçe daralıyor her kulüp arasında. bunda en büyük paylardan biri de başarılı olan yöneticilerin yoldan çıkmasıdır. yanlış transfer politikaları, iletişim problemleri, medya koordinasyonundaki bozukluklar vesair. dolayısıyla şampiyonluğun her sene el değiştirmesi bile gayet olağan bir durum olacaktır.
mühim olan sıfırdan başlanılan ve belli bir mefkureyle çıkılan yolda sabit kalmaktır. işte bizim kulüplerimiz bunu başaramıyor. çünkü her başarı ve zafer, sahibinin de sonunu getiriyor garip bir şekilde.
beşiktaş'ın feda ülküsü, türk futbol tarihindeki en planlı ve düzgün kampanyaydı bence. bu feda meselesi sürdürülebilir olsaydı beşiktaş bugünkü konumundan daha iyi bir yerde olur muydu bilmiyorum, diğer takımlar armut toplamıyor neticede. ama bugünkü belirsizlik ve rotasızlık içinde olmayacakları da aşikardı. daha sonra cefa dediler sanırım, en son sefa deyince bir anda 20 yıl geriye gittiler resmen.
not: iki sene üst üste şampiyon olduğu ve şampiyonalar liginde başarılı olduğu sezonda gerçekten çekilmiyorlardı. yalnız biz değil, tüm ülke yılmıştı.
*edit: hayatımdaki en kıymetli insan; anacığım.
edit2: oscar cordoba'yı da çok severdim ben çocukken. muslera'nın idolünün cordoba olduğunu öğrendiğimde muslera'ya olan sevgim katlandı yüreğimde. kendisiyle ortak bir noktamızın olması ne güzel.