başbakan adalete fener yaktıher şey akp hükümeti’nin ve onun savcılarının yaptığı “kurgulanmış” bir operasyonla başladı. öyle diyordu fenerbahçeliler. amaçları fenerbahçe’yi ele geçirmekti.
cumhuriyet bitmişti, tükenmişti, son bir kale kalmıştı; o da fenerbahçe.
sonra akp’nin değil içimizdeki fransızların bu operasyonu yatığına karar verdiler.
sonra o da olmadı. modaya uydular ve parelelciler bize operasyon yaptı dediler. onların amaçları da fenerbahçe’yi ele geçirmekti.
çünkü fenerbahçe’yi ele geçirmek demek ülkeyi ele geçirmek demekti. yasama, yürütme, yargı, medya önemli değildi ama fenerbahçe ele geçirilmemeliydi.
operasyonun amacı ve düzenleyenler konusunda, mantık dışı da olsa her türlü senaryonun gerçek olma ihtimali vardı. ihtimal dahilinde olmayan tek şey bunca tapeye, fiziki ve teknik takip tutanaklarına ve 15 yıldır spor dünyasının yaşadıklarına rağmen aziz yıldırım ve örgütünün suçlu olma ihtimaliydi. operasyonu düzenleyen savcılar ve mahkeme üyeleri ve hatta sonraları bu mahkemelerin kararlarını onayacak olan yargıtay üyeleri de ya fransızdılar yada parelelci.
sonra;
sonra mustafa kemal’in askerleri direnmeye başladı, başkanları hakkında sahte çürük raporu ile askerden kaçtığına dair iddialar olsa da.
sonra “adalete fener yak” kampanyası başladı.
yürüyüşler düzenlendi. “ali ismail korkmaz fenerbahçe yıkılmaz” sloganlarıyla aziz yıldırım omuzlar üzerinde halkı selamlıyordu.
sanatçılarla videolar çekilip “adalete fener yak” deniyordu.
basının usta kalemleri köşelerinde “adalete fener yak” başlıklarıyla yazılar yazıyordu.
milyonlarca liralık bir kampanya ile -yargıtay kararında geçtiği üzere- şike örgütü lideri aziz yıldırım ve başkanı olduğu fenerbahçe için sözüm ona adalet aranıyordu.
14 yaşında ekmek almaya giderken vurulan, 269 gün komada kaldıktan sonra 16 kilo bedeniyle toprağa verilen berkin elvan için değil;
daha 19’unda tek suçu daha özgür bir dünya istemek olan ve ülkeyi yöneten karanlık zihniyet tarafından adeta linç edilerek canı alınan ali ismail korkmaz için değil;
sırf bir pankart açtı, slogan attı diye aylardır, bazıları yıllardır cezaevinde olan üniversite öğrencileri için değil;
ülkeyi yöneten karanlık zihniyeti ve onların rant düzenini ayakta tutmak için pamukova’da, reyhanlı’da, uludere’de, soma’da katledilen bu ülkenin ezilen, sömürülen halkı için değil.
kim için? aziz yıldırım ve fenerbahçe için adalet aranıyordu.
kimisi daha özgür bir dünyanın, kimisi ekmeğinin peşinde koşarken ülkeyi yöneten bu rant düzeninin, bu karanlık zihniyetin kurbanı olanlar için değil şike yapan aziz yıldırım iki yıl da olsa mahpus damına girmesin, fenerbahçe’si de küme düşmesin diye adalet aranıyordu.
peki bulundu mu bu adalet?
çok şükür sonunda başbakan hazretlerinin himmetiyle bulundu.
önce federasyonda tecelli etti başbakan’ın himmeti ve tabii onun yüce adaleti.
rıdvan dilmen ve göksel gümüşdağ çok çalıştı. aziz yıldırım ve başbakan arasında mekik dokudular.
yıldırım demirören “ben bu işi fenerbahçe’yi küme düşürmeden çözerim” deyince kimse nasılını sormadan bu kirli ittifak tarafından federasyon başkanı olarak atanıverdi.
sonra genel kurulun “hayır” oyuna rağmen 58. madde değiştirilerek fenerbahçe’nin küme düşürülmesi engellendi.
böylece işin sportif kısmında adalete fener yakılmış ve başbakan’ın himmetiyle cumhuriyet’in son kalesi fenerbahçe kümede kalmış oldu. fenerbahçeliler direnmişti ve fenerbahçe’yi kimse ele geçirememişti.
tabi iş burada bitmedi. asıl önemli olan aziz yıldırım için adalete fener yakmaktı.
bu iş için farklı isimler görev aldı. öyle ya rıdvan dilmen ve göksel gümüşdağ spordan anlarlardı ama hukuktan ve siyasetten çok anlamazlardı.
bu uzun ve de meşakkatli bir yoldu. neticede işin bu kısmında yargı, yasama ve yürütme gibi kontrol edilmesi gereken çoklu bir ortam vardı. işin sportif ayağındaki gibi tek bir kuklayla bu iş halledilemezdi.
işin bu kısmında önceleri faik işık ve nihat özdemir’le başlayan “direniş” sonraları mahmut uslu ve ali koç’la devam edecekti.
bu dönemde aziz yıldırım’ın adalet bakanı ve önde gelen yargı mensupları ile topuk yaylasında kapalı kapılar arkasında yaptığı toplantıyı başbakan’ın eski aziz yıldırım’ın yeni avukatı faik işık’ın ayarladığı iddia edildi.
sonra başbakan hazretlerinin himmetiyle bülent arınç ve abdullah gül’ün muhalefetine rağmen şike yasası değiştirildi. adalete fener, büyük oranda yakılmıştı. suçlu bulunması durumunda onlarca yıl hüküm giyecek aziz yıldırım ve arkadaşları bu yasa değişikliği ile birlikte en fazla beş on yılla kurtulabileceklerdi.
bu yasa değişikliği telaşından da tahmin edilebileceği üzere aziz yıldırım suçlu bulundu, ve altı küsür yıl ceza aldı.
ama aziz yıldırım, hakkında sahte çürük raporu iddiaları da olsa mustafa kemal’in askeriydi ve bir kaç yıl da olsa cezaevine girmemeliydi.
ve nihayet mahmut uslu’nun belirttiği üzere başbakan hazretleri aziz yıldırım’a yeniden yargılanma için söz verdi.
diyeceksiniz ki yeniden yargılama kararını anayasa mahkemesi verecek, başbakan nasıl oluyorda bu konuda söz verebiliyor. işte bugün ülkeyi yöneten bu zihniyete ve rantçı düzene karanlık dememizin sebebi de bu.
hani ali ismail korkmaz’ın da yüksek sesle isyan ettiği ve 19’unda yaşama hakkını elinden alan zihniyet.
ya da bugün himmetiyle ve yüce merhametiyle aziz yıldırım ve fenerbahçe’ye adalet için fener yakan zihniyet.
türk spor basınına;büyük ihtimalle oturduğunuz koltuklar yada yazdığınız köşeler sayesinde hayatınızı idame ettiriyorsunuz. yaptığınız işten para kazanmak ve çocuklarınıza daha iyi bir gelecek sağlamak adına o koltuklara ve köşelere ihtiyacınız var.
özellikle de muhalif hiç bir sese tahammülü olmayan, ülkeyi yöneten bu karanlık zihniyet, yazıda da bahsettiğimiz ve daha bahsetmediğimiz bir dolu paydaşı ile birlikte spor basınını da esir almış durumda.
bu zihniyet tarafından, üslupları tartışılsa da bazı isimlerin sırf spor dünyasında işlenen tehdit, şike ve ırkçılık suçlarını gündeme getirdiği ve aslında her biri insanlık suçu sayılabilecek bu eylemlere verdiği tepkiler nedeni ile spor medyasından aforoz edildiğine şahit olduk.
sizin de korkunuz bu olabilir. gerçekleri yazar ve ülke sporunu esir almış bu karanlık zihniyete isyan edersem işimden olabilir ve aileme, çocuklarıma şu an sağladığım imkanları sağlayamam diye düşünebilirsiniz.
ama böyle sessiz kaldığınız müddetçe, şu an farkında olmasanız da, gelecekte çok daha büyük korkularınız olacak, bu da bir gerçek.
belki gelecekte çocuğunuz bir hakem olacak ve bir devre arasında odasını basan yöneticiler tarafından tehditlere maruz kalacak.
belki çocuğunuz bir kulüpte sporcu olacak ve mağlup olunan bir maçtan sonra tesislerin içinde darp edilecek.
ya da bir menajer olacak ve bir şike soruşturmasının sanığı olarak mahkemelere düşecek.
belki sizin yaptığınız işi yapacak ve o da sizin gibi medya patronlarının ve bu karanlık düzenin kölesi olacak. onların müsaade ettiği konuları müsaade ettiği kadar yazabilecek, müsaade ettiği kadar konuşabilecek. kendi kendine sansür uygulamanın acziyetini yaşayacak.
belki de çocuğunuz üniversite öğrencisi olacak ve daha fazla özgürlük talebiyle sokağa çıktığında bir gaz kapsülü ile vurulacak.
belki de büyümesine bile fırsat verilmeyecek, daha çocuk yaşta, ekmek almaya gönderdiğiniz bir gün cansız bedeni geri gelecek.
unutmayın ve şunu aklınızdan çıkarmayın; bugünün çocukları geçmişte susanların bedelini ödüyor.
sizin çocuklarınız da gelecekte bir bedel ödeyecekse, bu bedel; sizin bugün yazamadığınız dile getiremediğiniz gerçeklerin bedeli olacak.
galatasaray’ın 17 haziran kararıbir uyanış gerçekleşecek ve ülkeyi yöneten bu karanlık zihniyetin futboldaki paydaşlarına karşı bir isyan başlayacaksa ünal aysal’ın ve galatasaray’ın aldığı “etik spor için boykot” kararı geç de olsa bu konuda bir fırsat olabilir.
bu fırsat, yukarıda bahsettiğim korkularla işini yapan spor basını tarafından sadece bir maça çıkmama olayı diye yorumlanarak heba edilebilir;
veya çocuklarına sokaklarında ölmeyecekleri bir ülke bırakma gayretinde bir spor basını tarafından, bu kararın ve açıklamanın, ülke sporunu bataklığa çevirmiş bu karanlık düzene bir isyan olduğu gerçeği kabul edilerek bir milada da çevrilebilir.