• 77
    bugün okuduğum bir yazı yazmış zamanında.

    --- alıntı ---

    yataktan kalk, dişlerini fırçalarken tekrarla: “futbol asla sadece futbol değildir” unutma gün içinde en az 20 kere daha söylemek zorundasın. kahveni iç ama filtre olsun. fotomaç ve fanatik okuma. fatih terim’den nefret ettiğini hiç unutma. sen ersun yanal’cısın. hem onun laptop’u var. olsun bugünlerde lig tv yorumcusu ama dert etme. "aykut kocaman büyük adam" demeden evden çıkma. gittiği her takım harabeye dönüyor ama aldırma. avrupa’daki takımların neler yapmış haftasonu, internetten takip et. ispanya’da barcelona di mi? pis franco, kaka real madrid. yoksa biraz sevilla modası mı var ne? puerta’yı öğle yemeğinde house cafe’de an mutlaka. foe'yi de hatırlat ama. ingiltere’de işler nasıl? liverpool ’lusun öyle değil mi? rafael benitez’e “rafa” diye hitap et, tanıdık sansınlar. manchester united’dan nefret et ama alex ferguson’un istikrarı üzerine arada bir laf sıkıştır. nerde o güzelim yeşil beyaz formalarıyla saint etienne? o.lyon’u da seversin ama. paul le guen iyi hocaydı hani ne oldu ona? başına ağrı girdi di mi? aman aman almanya, illa ki st. pauli. bak bu olmazsa olmaz. schalke 04 de fena değildir. kömürcüler, demirciler, emekçiler gider bu böyle... jose mourinho’yu pas geçtik bak, ilahtır o ilah ama oligarkları sevmezsin sen. chelski demek lazım. abramovich'e güvenmezsin zaten. ingiltere 1. liginden illa ki bir takım belle kendine. eskilerdenim, britanya gördüm hesabı olsun. guardian oku. simon kuper’in üzerine futbol yazarı var mı ki zaten! günde iki kere “ben bir futbol dilencisiyim”diye fısılda, eduardo galeano’yu hatırla. galeyena gelme ama. aek eski istanbulludur, olympiakos’dan nefret et. porto’yu da seversin sen, mourinho hatırasıdır. lazio, inter, milan ile işin olmaz. sen livorno ’lusun. 2 haftada bak 9 gol yemişler, şereflerine bir duble rakı iç, lucarelli neden luce ’nin takımına gittiyi meze yap. luce demişken, onu nasıl unutabilirsin ki? aziz yıldırım’ı zaten hiçbir zaman sevmedin. stadlar da eskisi gibi yarı yarıya olsun değil mi? endüstriyel futboldan nefret edersin ama gizliden gizliye futbol ekonomisi de okursun işte. tribün dergisi var mı arşivinde? islam çupi'nin adının geçtiği cümlelerde lütfen "islam baba" demeyi unutma. pink floyd dinlerdin zaten, oasis mi dinliyorsun şimdi? hıncal uluç ’u da sevmezsin ama -haşmet babaoğlu romantik adamdır seversin- 90 dakika’yı kaçırmazsın işte. ronaldinho ’nun yeteneğini kabul eder ama sevmezsin. sen messi’cisin. maradona ilahındı ama çok bozdu kendini. castro’nun yanında gördüğünde gülümsedin ama değil mi?. castro demişken hugo chavez ve futbolu aynı cümle içinde kullan ayda bir, eksilirsin. hollanda futbolunu da takip edersin ama geçmişinden söz edersin. rinus michel demelisin, total football, hiç seyretmedin ama olsun, namın yürüsün. ersun yanal sevdasına; yürü vestel manisaspor dedin ama evdeki elektronik ya panasonic ya sony’idi. o da olmadı işte. istanbul büyükşehir’i desteklemek istiyorsun ama baskın oran’a oy verdin, olmaz işte. yoksa abdullah hocayı da çok tutarsın. tanju çolak ve hakan şükür ’e yer yoktur kalbinde. metin kurt ’tan bahsetsene, ya da bülent ’in kopenhag’da çıkan kolundan. metin-ali-feyyaz üçü de üniversite mezunuydu, rıza da dört ciğerliydi, of aman nostalji işte. oğuz-aykut dedim bak sen şimdi rakıyı tazelersin. katalan halkını bir de basklar’ı yere göğe sığdıramazsın. boca garibanın takımıydı, onu da pas geçmeyesin. alaçatı’ya gitmedim deme yediremezsin. eskiden gümüşlük'lüsün ama. beyoğlu’nda yer içersin, ocakbaşına gidersin onu da çok zaman gizlersin. sakarya, bursa ve eskişehir, süper lig’de her zaman olmalı -tribünü iyidir- öyle değil mi? bahisi sevmezsin ama gizli gizli oynarsın. eto’o adamındır, cannavaro da belki. henry de, john terry de. inzaghi ’den, totti ’den, fabio capello 'dan nefret edersin...

    peki sen kimsin? kimin karbon kopya suretisin.
    gece klişelerini sök de yat, yoksa kabus görürsün.
    bir bakmışsın futbol sadece futbolmuş.
    sen asla sen değilmişsin...

    --- alıntı ---

    ben bunu yapıştırdım ya buraya; saldırıya geçer ekipler az sonra. varsın saldırsınlar canları sağolsun. herkesten biraz bizden çokca, peki bizler kimleriz?
  • 80
    galatasaray'ın son zamanlarda düştüğü durumu destan niteliğindeki yazısıyla özetlemiş.. buradan hala kazım transferi için atıp tutanlara, taraftarlık dersi vermeye çalışan yalakalara sesleniyorum.. alın son yazısının çıktısını asın duvarınıza, her gün 10 defa okuyun.. belki birazcık utanırsınız..

    uyarı üzerine, bahsettiğim yazı: http://acetobalsamico.blogspot.com/...ska-galatasaray.html
  • 82
    http://acetobalsamico.blogspot.com/...ska-galatasaray.html

    mükemmel bir yazı olduğunu düşünüyorum. yönetimin diğer icraatleri de göz önüne getirildiğinde başka galatasaray'ın tasviri net bir şekilde karşınıza çıkıyor.

    bazı insanlarımızın galatasaray'ın elden gittiğini anlaması için daha başka nelerin yapılması gerekiyor?

    diğer taraftan bazı taraftarlarımız, kendilerinin taraftarlık duyguları sömürülerek iyiden iyiye müşteri yerine konulmalarını kabullenebiliyorsa onlar da iyi bilsin ki çok güzel kazıklanıyorlar.
  • 86
    futbol bilgisinin ve yazarlığının hiç kimsenin onayına ihtiyacı olmadığı çok açık. şu güne kadar hakkında bir kere bile olumsuz bir eleştri okumadım, bütün takım taraftarlarının beğenisini ve sempatisini kazanmış bir isim, özellikle türkiye ve avrupa futbolunu kıyasladığı tespitleri harkulade. bir şekilde yönetimin bir kademesinde yer alsaydı süper olurdu. son yazısınıda, çerçevele, duvara as, o derece.
  • 88
    --- alıntı ---

    şehrin daha eski mahalleleri var elbet ama bizimki de fena sayılmazdı. elinde arasına şokella sürülmüş iki bisküviyle can yanımıza geldiğinde, evde annesi hazırladı sanmıştık. paketini gösterdi: çokoprens'miş. koştuk mahallenin bakkalına... nike yok ortalıkta, adidas var ama pahalı. almanya'da akrabası olan adidas, puma giyiyor işte. esemsport var çokça. sahamız çoktu. apartmanın aralığı, japon kale oynamak için idealdi. beş kişiye kadar kaldırırdı o duvarlar.

    cadde tenhaydı o zamanlar, bırak trafiğin tıkanmasını, bir saat araba geçmediği olurdu öğleden sonra. kale taşlarını apartmanın bahçesinde saklardık. standart getirmiştik işte, hep aynı çocuk adımlarıyla ölçer, yerleştirirdi taşları... sonra çocuk da büyüdü adımları da tabii... çayır dediğimiz yer güzeldi ama eğimliydi. orta sahadan topu aldın mı, hafif bayır aşağı kaptırır giderdin. ilk yarı bayır aşağı oynayan avantalı olurdu. bir de yukarıdaki mahallede bir saha vardı. toprak ama nizami... eski bir beşiktaşlı futbolcu yaptırmıştı o sahayı. yok; öyle halı saha işleten, para kazanan bir akıl değil onunki... kaleleri cebinden almış, file bile taktırmıştı. önemli maçlarda kireç dökülürdü. boş bulmak zordu o sahayı, sahanın çevresindeki apartmanlarda oturan çocuklar kollardı. yabancı gelip oynayamazdı...

    ya o mahallede doğmuş, ya da ufak yaşta mahalleye taşınmıştık. ağabeyler, aykut kocaman ile bir semt kulübünün genç takımında forma giyerdi. biz mahallede alt yapıydık. onlarla oynamak hayaldi, iyi olanları seçer, ufaktan ufaktan takıma katarlardı. öyle pat diye golcü olamazdın... defanstan başlardın. solak olan her zaman şanslıydı, ağabeylerden biri vasat da olsan "geç bakalım sen sola" derdi. hiyerarşi vardı, büyükler, ağabeyimiz; küçükler kardeşimizdi. mahalle yeni taşınan çocuklar öyle hemen takıma giremezlerdi. aydın da ilk kez biz caddede oynarken gelmişti yanımıza. "yok" demiştik; "ben de oynayabilir miyim?" diye sorduğunda. gidip kaldırıma oturdu, bütün maçı izledi. sonra aydın'ı da aldık mahalle maçlarına...

    kaleden başlarsın ama bizim mahallede büyüyünce "kaleci olacağım" diye tutturan bir çocuk vardı. babası kaleci eldivenleri almıştı ona, büyük geliyordu ellerine ama olsun fiyakalıydı. o kaleyi kimseye bırakmadığından yeni gelen ortaya geçerdi. aydın hepimizden iyiydi, çelimsizdi ama tekniğiyle işi bitiriyordu. o zaman "platini aydın" derdik. alır, verir, adam geçer, şutu burunla vurmaz, plase bırakırdı. "ben de oynayabilir miyim aydın" bizim takımın kralı oldu. o büyük sahanın sahibi mahallenin çocuklarını fena madara eder olduk. "oğlum aydın var lan onlarda" diyorlardı. maç biter, köşedeki bakkalda gazoz içer, eve dönerdik. o bakkalın oğlu bizim mahallede oturur, ama bakkalın olduğu mahallenin takımında oynardı. sevmezdik... o zamanlar maçtan dönünce annelerimiz terli sırtımıza tülbent koyardı... biz manchester united'dık... alt yapımız da vardı, sonradan mahalleye taşınan aydın'ımız da...
    bizim çayırda gün geldi inşaat başladı... lükse bir site yapacaklardı. "ulan zaten eğimliydi" dedi biri... büyümüştük biraz. olmadı otobüse atlar; başka sahaya da giderdik çok istersek... bizim çayır elden gitti. havuzlu bir site yaptılar, gittik, dolandık, hayret bayır da kaybolmuştu. biz "mahalle" diyorduk; oraya taşınan çocuklar ise "site". hani şimdi şehrin dört bir tarafında yapılan, acayip isimli siteler var ya; havuzlu, güvenlikli vs. işte ondan... o siteye çocukların hepsi aynı zamanda taşındığından daha takım olamamışlardı. hem zaten ağabey yaştakiler de sitede takılmıyorlardı. ağabey-kardeş ilişki yoktu o sitede...

    biz beşiktaş'ta mahalle takımına forma yaptırmıştık, krampon desen o da var. bu çocukların kramponu yoktu ama teneke bixi kola içiyorlardı. kimse kimsenin ufak halini bilmediğinden de hepsi birbirleriyle dalaşıyor, kavga ediyorlardı habire.. onların sitedeki sokaklar maç yapmaya müsait değildi, en fazla japon kale oynardın, çok dardı. bizim caddeden ise artık çok araba geçer olmuştu. tam akmışsın rakip kaleye, çekeceksin şutu, biri "araba geliyor" diye bağırırdı. hani araba geldiğinde tamam da; bazen defansta eksik yakalanan yalandan "araba" diye bağırırdı. oyun durunca da "nerede lan araba!" diye kavga kopardı. biz bu yeni sitenin çocuklarıyla yukarı mahallenin sahasında oynamak için sözleştik. bunlar aynı renk tişört giyip gelmişler, biz de formaları çekmişiz. bunlar havalı; ama aldık havalarını. mahalle pardon takım olamamışlar ki! nasıl olacaklar; şunun şurası en fazla 6-7 aydır oturuyorlardı o sitede. onlar manchester city idi. biz o toprak sahada bunları çok benzettik...sonra aydın taşındı mahalleden... o arkadaş kaleci olamadı... cadde korna sesleriyle doldu, bizim top oynadığımız yaştaki çocuğu tek başına ekmek almaya göndermez oldular... biz aşık olduk, top yerine kızların peşinde koştuk... yusuf ağabey vardı, onu bıçakladılar, öldü... aykut kocaman, fenerbahçe'de önce kral sonra hoca oldu... o toprak saha hala yerinde duruyor ama orada da artık çocuklar futbol oynamıyor...

    --- alıntı ---

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...hester-uniteddk.html
  • 89
    --- alıntı ---
    arda'lı hikayenin sonu

    iyi yönetilen kulüplerde yıldız oyuncuların kontratları uzun vadeli tutular. sözleşmesinin son senesine giren oyuncuya kan kokusu almış gibi üşüşür rakipler. iki yıllık sözleşmesi varsa sezon başlamadan onu 5 yıllık vadeye uzatman gerekir ki tek yıla düştüğünde oyuncunun değeri komik rakamlara düşmesin. buna en sıcak örnek de mesut özil ve nuri şahin’dir.

    bir yıllık bir hikayeye bu akşam son nokta konuldu. geçen sezon arda’yı bir türlü avrupa’ya satmayı beceremeyen menajer ahmet bulut, beşiktaş’ın transferlerinde aracılık ettiği jorge mendes’in himayesine girince hikayenin ilk cümlesi kuruldu. 30 ağustos 2010’da atletico madrid’in geçtiği teklifte de mendes’in parmağı vardı. bu akşam atılan imzada da.
    nisan’da borsaya bildirilen görüşmeler neden bu kadar uzadı? atletico madrid, agüero’yu satmayı düşünmüyordu. arjantinli’nin isyanı, büyük ortak gil’in babasından kalan tazminat davası için nakit arayışı, teknik adam değişimi derken iki ay kafalarını kaldıramadılar. bu dönemde malaga ve psg’nin de piyasayı ne hale getirdiği ortada. bir yıldır listelerinde olan, 2 kez teklif getirdikleri arda için bir kez daha atak yaptılar ve işi bitirdiler.

    arda’nın yeni stat, yeni başkan ve fatih terim faktörüyle moral bulduğu kesindi ama bu çok zaman önce verdiği ayrılık kararından geri adım attırmadı. insan kafasına koyduğunu da yapmalı zaten. bir yılı sakatlık yüzünden heba olan bir oyuncunun avrupa’da da boy gösteremeyeceği bir sezonun ardından transfer ihtimali çok daha zayıf olacaktı. üstelik milli takım için 2012 yolu taşlı iken. arda’nın ayrılık kararında para birinci faktör değil. takım içi dengelerden bahsedenlerin avrupa’nın üst düzey kulüplerinde ödenen rakamlardan haberi yok ki yıllardır aynı hikayeleri anlatıp duruyorlar. tabii, galatasaray’ın yeni kurduğu kadroda en yüksek ücreti bugün itibariyle bir ön liberoya ödüyor olmasının da pek örneği yok!

    fatih terim, arda’nın kalmasını istedi. ünal aysal ise gitmek isteyen arda’ya kal demedi. hatta ayrılmasının kulüp açısından daha hayırlı olacağı yorumlarına da kulak kabarttığı ortada. arda, kendisini 3 yıldır satmaya çalışan ve yüzdesine bakan bir menajerle çalışıyor. ahmet bulut’un verdiği tek hizmet bu ama bunu da beceremedi. galatasaray’ın kazandığı son şampiyonlukta da büyük payı olan arda’nın geride kalan 3 sezonda kendisine biçilen yerli beckham kostümü içinde daraldığı da bilinen bir gerçek. özel hayatı beni ilgilendirmez. sosyal hayatında ne kadar keyifli ve adam gibi adam olduğunu bilirim, bu da bana yeter.

    galatasaray taraftarı bülent korkmaz sonrasında takımının bayrak adamını ne yazık ki pamuklara saramadı. en büyük yarayı onlar açtılar. adnan polat da gereksiz makam atamalarıyla genç yaşta büyük sorumluluklar yükledi arda’nın omuzlarına. çok zamandır yüzü gülmeyen arda’nın calderon’da yüzünün gülmesini diliyorum. bir fotoğraf yollayacak arkasında sadece “mutluyum” yazacak...

    --- alıntı ---

    http://acetobalsamico.blogspot.com/...-hikayenin-sonu.html

    edit: son 2 cümlede yapılan gönderme için: http://acetobalsamico.blogspot.com/...-oralardan-arda.html
  • 90
    dünki yazısında yiğiter uluğun kitabından bir hikaye alıntılamıştır.çok güzel bir hikaye,okumayanlara tavsiye ederim:

    öyküyü yıllar önce attila gökçe’den dinlemiştim:
    1968 yazı olmalı. metin oktay 32 yaşında. artık galatasaray’da son demleri… sarı-kırmızılı yöneticiler, kral’a bir veliaht aramakla meşgul. metin ile yıldızı o günlerde yeni yeni parlamakta olan eskişehirli fethi arasında uzaktan da olsa bir akrabalık bağı var. metin bu yakınlığı kullanarak fethi’yi galatasaraylı yöneticilerle görüşmeye ikna ediyor. olay gazetelere yansıyor. bu arada fethi, kulübü eskişehirspor’la yaptığı ilk görüşmede anlaşamıyor ve.. sırra kadem basıyor! muhabirler, galatasaraylılar, eskişehirsporlular, herkes fethi’nin peşinde ama o, ortada yok.

    öykümüzün burasında sözü o günlerin çiçeği burnunda muhabiri attila gökçe’ye bırakayım…
    “fethi’nin erdek’te olduğunu duyduk. o zamanın deyimiyle istihbar ettik. tankut’la (antikacıoğlu) ben, yanımıza metin oktay’ı da alarak erdek’e gittik. fethi’yi bulursak halef ile selefi bir araya getirmiş olacağız. haberin manşetteki yeri hazır.
    bir-iki günlük bir araştırmadan sonra fethi’yi bir pansiyonda bulduk. kapıyı çaldık, odasına daldık. yatağında sırtüstü uzanmış, tavana bakarak düşünen bir genç adam… ‘kalk fethi’ dedim, ‘metin oktay aşağıda seni bekliyor.’
    heyecanlandı. ‘metin abi burada mı?’ diye bir daha sordu. bizden ‘evet’ cevabı alınca, banyoya yöneldi: ‘hemen tıraş olayım…’ (bugünün futbolcularıyla kıyaslayınca ne tuhaf bir tepki!)
    biz iki golcüyü baş başa bıraktık. bir süre sahilde yürüdüler, sohbet ettiler. sonra metin oktay yanımıza geldi, ‘haydi çocuklar istanbul’a dönüyoruz’ dedi.
    ‘aman abi, bizim iş ne olacak? sizin yan yana fotoğraflarınızı çekmemiz lazım. transferin detaylarını öğrenmemiz lazım’ diyecek olduk, buz gibi bir cevap aldık: ‘transfer mransfer yok!’

    dönüş yolunda öğrendik ki, metin oktay, fethi’ye ‘kardeşim, gel galatasaraylı ol. sana en iyi maddi olanakları sağlamak için elinden geleni yaparım’ demiş. fethi şu cevabı vermiş: ‘abi, ben kulübümle konuştum, anlaşamadım ama tekrar görüşürüz sözünü verdim. şimdi onlarla bir kez daha konuşmadan size gelirsem ayıp olmaz mı? sen galatasaray’la parada anlaşamamış olsaydın, onlara bir görüşme fırsatı daha tanımadan bir başka kulübün kapısını çalar mıydın?’

    metin oktay, koskoca gol kralı utanmış, sıkılmış, başını omuzlarının arasına çekmiş ve ‘çalmazdım’ diye fısıldamış. sonra da fethi’ye ‘haklısın kardeşim. sen en iyisi kulübünde kal’ nasihatını vermiş.”
    bu hafta galatasaray ile eskişehirspor oynuyor. mekânı cennet olsun, metin oktay 20 yıldır maçları bulutların üzerinden seyrediyor. fethi heper, hayatı boyunca hep eskişehir’de kaldı, 1988’de anadolu üniversitesi’nde mali hukuk profesörü oldu. yüzlerce, binlerce öğrenci yetiştirdi.

    istedim ki, 26 ocak 1997’de yazdığım ve ‘hatice’ye mektuplar’ kitabımda da ‘sen olsaydın yapmazdın, biliyorum’ adıyla yer alan bu minik öykü kaybolup gitmesin. aramızda olmayan kahramanı rahmetle, diğerlerini şükranla analım… /
App Store'dan indirin Google Play'den alın