• 2259
    az sonra paylaşacağım yazı 23 yaşına kadar hiç bir takım tutmamış olan sevgilimin kaleme aldığı şahane bir öyküyü içermekte. ben doğduğumdan beri galatasaraylıyım, bu dünyaya gözümü açtım sarı kırmızıyı gördüm. bu konuda evet çok şanslıyım. ama sevgilim öyle değil. o, şu zamana kadar hep nefret etmiş futbol muhabbetlerinden. ama işte bir gün o sarı kırmızı renkler o'nun da dünyasına giriyor. neyse lafı uzatmayayım. işte sevgilimin kendi ağzından hikayesi;

    "18 ağustos 2011. sevgilimin ve galatasaray’ın hayatıma girdikleri tarih. ben ki bu tarihe kadar ne bir futbol maçı izlemiş ne de bir futbol muhabbeti dinlemiştim. babam ve amcam fenerbahçe’yi tutarlar. onların dışında sülalede futbolla adam akıllı ilgilenen kimse yoktur. fanatik bir akrabam olsa -akrabalarla pek haşır neşir olmamama rağmen- öyle ya da böyle mutlaka haberim olurdu. babam ve amcam da öyle fanatik olmasalar gerek ki hafızama kazınan futbolla alakalı bir hadise yoktur. zaten öyle olsalardı muhtemelen biz üç kardeş fenerbahçeli olurduk. ama biz, sırf “hangi takımlısın?” sorusuna cevap olsun diye beşiktaş’ı tuttuk. neden fenerbahçe ya da galatasaray ya da başka bir takım değil de beşiktaş? bilemiyorum. beşiktaş hakkında hiçbir şey bilmeyen, takımın bir tek maçını bile izlememiş üç beşiktaşlıydık. üstelik kardeşlerimden bir erkek. hani erkekler futbolla, kızlara oranla daha ilgili olurlar ya, bir önceki cümlemin başındaki “üstelik” bu yüzdendi. anlayın işte futbolla ne kadar ilgisiz bir aileden, hatta sülaleden geldiğimi. (gerçi buna üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. sonuçta işin ucunda fenerbahçeli olmak da vardı. allah korumuş.) ama şunu belirtmeden geçemeyeceğim; takımlarla en ilgisiz, alakasız olduğum dönemlerde bile sebebini bilmediğim bir şekilde galatasaray bana diğer takımlardan bir adım daha yakındı. şimdi düşünüyorum da, sanırım buna sebep galatasaray’ın renkleriydi. gariptir ki fenerbahçe’nin renkleri de bir o kadar itici gelirdi. fenerbahçe’ye karşı hep antipati duydum. bu takım, renkleriyle, taraftarlarıyla nedense çok “varoş” geliyordu bana. bunu birkaç kez dile getirerek babamı sinirlendirmişliğim de vardır. bu durum liseye kadar böyle devam etti. zaten saçma bulduğum beşiktaşlı olma durumu iyice gereksiz gelmeye başlamıştı. artık “hangi takımlısın?” diye soranlara “takım tutmuyorum.” diye cevap veriyordum. “beşiktaşlıyım.” cevabından çok daha anlamlı bir cevaptı bu. tabii herkes benim gibi düşünmüyordu. bu tavrımla, laf olsun diye beşiktaş’ı tutan kardeşlerimin ve laf olsun diye beşiktaş’ı tuttuğumu bilen diğer herkesin “dönek misin? insan tuttuğu takımdan vazgeçer mi? bırak ya…” tepkilerine maruz kaldım. tahmin edildiği üzere geldi geçti bu tepkiler. sonuçta beşiktaş’ı tuttuğumu söylerken de aslında takım tutmuyordum.
    ilerleyen zamanlarda fanatik birkaç tane insan tanıdım. bu insanların tavırları, anlattıkları ve savundukları şeyler o kadar saçma geliyordu ki bana. takımları için kendilerini paralamaları, galibiyetlere sevinçten, mağlubiyetlere üzüntüden ağlamaları… aklım almıyordu bu durumu. “tamam.” diyordum, “seversin, takip edersin, desteklersin, ama bu nedir arkadaş?” tüm hayatını tuttuğun takıma endekslemek durumunu ben hiçbir şekilde anlamıyordum. karşımdaki kişi bunu anlamamı sağlayacak konuşmalar yaptığında ise, o kişinin, tuttuğu takıma olan tutkusunu, o tutkunun boyutlarını görerek hayrete düşüyor ve daha da uzaklaşıyordum anlayış eşiğinden. daha da manasız geliyordu futbol sevdası, takım aşkı vesaire.
    evet, futbol konusunda ilgisiz ve de isteksiz bir insan olarak bu yaşa kadar geldim. yazımın başında belirttiğim tarihte hala hayatımda olan insanla birlikte olmaya başladık. ayrı şehirlerdeydik, sıkıntılı bir durumdu yani. kendisi takımına çok bağlı, takımına aşık bir galatasaraylıdır. bu durum ayrı şehirlerde olmamızdan daha çok sıksa da canımı, bir şey belli etmedim. her şey çok yeniydi çünkü. ama zaman geçtikçe onun galatasaray tutkusu beni aşırı derecede rahatsız etmeye başladı. defalarca tartıştık bu konu yüzünden. benim de galatasaray’ı sevmemi, kendisinin hissettiği şeyleri anlamamı istiyordu. bunun için uğraşıp duruyordu. bense, o böyle yaptıkça, zaten ilgisiz olduğum bu konudan iyice soğumaya başlıyordum. hatta bu soğukluk bir süre sonra nefrete dönüştü. defalarca “tamam, seviyorsan sev, ilgileniyorsan ilgilen, ama beni bütün bunlara dahil etmeye çalışma, bana bu konuyla ilgili şeyler anlatma, kısacası taraftarlığını bana yansıtma.” dememe rağmen, o “bir umut” diyerek bu çabadan vazgeçmiyordu. bir süre sonra ciddi tartışmalar yaşanınca, sırf bu tartışmaların son bulması adına galatasaray’la ilgilenmeye çalıştım. internetten takımın tarihini araştırdım, bu güne kadarki şampiyonluklarını, yenilgilerini okudum. takımın teknik direktörlüğünü yapanları, bu zamana kadar gelmiş geçmiş futbolcularını araştırdım, inceledim. bir şekilde olaya dahil etmeye çalıştım kendimi. özellikle, galatasaray’ın kuruluş yılları dikkatimi çekti. ali sami yen’in cesareti, hırsı, inancı beni çok etkiledi. önüne çıkan tüm engellere, emeklerini bir çırpıda yerle bir eden savaşlara rağmen vazgeçmeyişi, direnişi hayranlık uyandırdı bende. ama o kadar. hala takımına ölümüne bağlı bir insanın ruh halini, kafa yapısını anlayamıyordum. ali sami yen kalbime dokunmuştu, ama galatasaray hala sadece bir futbol takımıydı benim için. zorlamayla ancak bu kadar olmuştu işte.
    ilişkimiz başladıktan kısa bir süre sonra sevgilimin yaşadığı şehre yerleştim. artık istediğimiz zaman rahatça görüşebiliyor, eskisinden çok daha fazla vakit geçirebiliyorduk. bu, bir bakıma çok güzel, bir bakıma tahammül sınırlarımı zorlayan bir durumdu. çünkü sevgilimle daha çok vakit geçirmek demek galatasaray’la da daha çok vakit geçirmek demekti. tabii ki yine tartışmalar, kavgalar, küslükler… kendisi bir süre sonra çalışmaya başladı. çalıştığı şirket, çoğu şirket gibi, izin günlerini pazar olarak belirledi. bilindiği üzere play-off’un dördüncü haftada oynanan maçlar dışındaki tüm maçları hafta sonu oynandı. bu, benim için şu demekti: sevgilinle, play-off bitene kadar, hiçbir hafta sonunu istediğin gibi geçiremeyeceksin. zaten bu sevda canımı yeterince sıkıyordu, üstüne bir de bu eklenince işte kaçınılmaz son: her hafta sonu, özellikle pazar günleri ikimizin de burnundan gelir. yalnız bir tek hafta sonu hariç; 12 mayıs 2012 cumartesi’ni kapsayan, şampiyonluk maçının oynandığı, sezonun son hafta sonu.
    12 mayıs benim için dönüm noktası oldu. o günün sabahı içimde garip bir his vardı. o gün diğer günlerden çok farklıydı benim için. uyandığım andan itibaren aklımda akşam oynanacak maç vardı. ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. sevgilim totem yaptığı için maçı izlemeyecekti. ben de aynı şeyi yaparak yaptığı toteme ortak olmak istedim. hayatımda ilk defa bir maçı izlemeyi bu kadar çok istememe rağmen izlemeyecektim. sevgilime günün başında “merak etme, şampiyon galatasaray olacak.” dedim. şaşırdı. çünkü ilk defa bir maç hakkında yorum yapmış, dahası bir şey hissetmiştim. o işteyken ben de ablamla birlikte bakırköy’e gittim. giderken, yol boyunca galatasaray’ın şampiyon olacağına dair belirtiler aradım, herhangi bir işaret bekledim ve gerçekten de aradığımı, beklediğimi buldum. o an kendi kendime gülümsedim. üstelik bunlar, gerçekleşme ihtimali çok düşük, saçma sapan belirtilerdi.  böylece bir kez daha emin olmuştum hislerimden.
    saat 19.00. maç başlamıştı nihayet. bu sırada biz de yemek yemek için bir mekana oturmuştuk. yemek yiyor, konuşuyorduk. ama aklım maçtaydı. yemekler bitti, arabaya binip yola çıktık. bakırköy sokaklarından geçerken, dolup taşan kafelerden, o kafelerin kapılarının önlerinden neredeyse sokağa kadar kuyruk olmuş, birbirlerinin omuzlarına tırmanarak maçı izlemeye çalışan taraftarlardan maçın durumunu öğrenmeye çalıştım. 0-0’lık beraberliği öğrenince rahatladım. bu halimle kendime ne kadar şaşırdığımı belirtmeme gerek yok sanırım.
    sevgilime geldiğimde maçın bitmesine çok az bir zaman kalmıştı. ekranda “galatasaray sözlük”, fonda “sensiz olmaz galatasaray”, sevgilim koltuğun tepesinde… “merak etme, sakin ol, şampiyon galatasaray olacak.” dedim bir kez daha. geçmeyen dakikaların, bitmek bilmeyen uzatmaların sonunda sözlükte o girdiyi gördük; “şampiyonuz!” çığlık çığlığa birbirimize sarıldık. hayatımda en mutlu olduğum anlardan biriydi o an. formaları giyip (bkz: sevgilimin birden fazla formasının olması) şampiyonluk kutlamaları için düştük yollara. önce taksim’e, sonra florya’ya… allah’ım her yer sarı-kırmızıydı. bu yaşıma kadar böyle güzel bir şeye şahit olmamıştım. florya tesisleri’ne yürürken yanımızdan geçen konvoylar, dalgalanan bayraklar, marşlar, tezahüratlar… herkes aynı amaç uğruna oradaydı. birbirlerini tanımayan yüzlerce insan aynı mutluluğu paylaşıyordu. ve ben de onlara dahildim artık. hayatımda ilk kez gördüğüm bu insanlar, sanki benim kardeşlerim, arkadaşlarım ya da bir şekilde hayatıma dahil insanlar gibiydiler. sırf aynı renkleri taşıyoruz, sırf aynı hedefe ilerliyoruz diye… insana böyle bir duyguyu başka ne hissettirebilir ki?
    ben şampiyonluğun kutlandığı o gece, artık bazı şeylerin asla eskisi gibi olmayacağını biliyordum. artık galatasaraylıydım. birinin zorlamasıyla değil, sevgilime yaranmak için değil, yaşanan tartışmalar son bulsun diye değil, sırf takım tutmuş olmak için hiç değil. içimde bambaşka bir kapı açıldığı için, o renkler kalbimi hızlandırdığı için, karşılıksız sevginin ne demek olduğunu anladığım, galatasaraysız geçen 23 yılın pişmanlığıyla kahrolduğum için…
    ben artık galatasaraylıydım. hayatıma renk gelmişti. (bkz: sarı-kırmızı) kendime inanamıyordum. kimse bana inanamıyordu. galatasaray’a bağlandığım o günü, “ya şampiyonluk kutlamalarını gördü ya, etkilendi işte ortamdan. ambiyanstandır o ambiyanstan, birkaç güne geçer.” ya da “trabzonspor’un şampiyonluk kutlamalarına katılsan trabzonsporlu olurdun, her takımda aynı etki.” gibi cümlelerle değerlendirdiler. ama öyle değildi işte. öyle olmadığını çok iyi biliyordum. o kutlama başka herhangi bir takımın olsaydı, her yanı sarmış o iki renk beni asla “sarı-kırmızı” kadar heyecanlandıramayacaktı.
    yaşadığım heyecanı, hislerimi, bu değişimi kimsenin anlamasını beklemiyorum. kendilerine göre haklılar çünkü. ben de bir zamanlar öyle olduğum için anlayabiliyorum onları. zaten bu çok tuhaf, anlaşılması, kabul görmesi zor bir durum. 23 yaşıma kadar futbolla zerre kadar alakadar olmamış, alakadar olanları anlamamış, fanatik taraftarları “sizin bu hayatta yapacak daha önemli işleriniz yok mu?” mantığıyla kınamış, kısacası futbolun f’sini hayatına sokmamış ben; şimdi, çocukluğundan beri galatasaraylı olanları, galatasaray’ın hiçbir maçını kaçırmayanları, haklarında “o tam bir galatasaray aşığıdır, galatasaray onun en büyük tutkusudur.” gibi tanımlar yapılan insanları kıskanıyorum. ne yazık ki zamanı geriye almam, geçmişe dönüp doğuştan galatasaraylı olmam mümkün değil. ama şundan eminim; hayatımın geriye kalanında, çok ciddi bir hastalık ya da ölüm gibi ekstrem durumlar olmadığı sürece, galatasaray’ı düşünmediğim, okumadığım, izlemediğim ya da konuşmadığım bir tek gün bile olmayacak. ben tuttuğu takım hakkında bir şey bilmeyen, maç değerlendirmeleri galibiyetlerde; “süper oynadık, nasıl da yendik ama!”, mağlubiyetlerde; “hakem hakkımızı yedi ya!” gibi cümlelerden ibaret olan bir taraftar olmak istemiyorum. olmayacağım da. takdir edilmek için değil. sevdiğim, değer verdiğim, peşine düştüğüm bu takımı tanımak, galatasaray taraftarı olmanın hakkını verebilmek için… neyse ki hem galatasaray’ı hem de futbolu çok iyi bilen bir sevgilim var. üstelik bana bu konu hakkında bir şeyler öğretmeye çok meraklı. ben öğrenmek, o öğretmek istedikten sonra hayat bize güzel. 
    sevgilim; beni galatasaray’la tanıştırdığın ve o şampiyonluk kutlamalarına götürdüğün için sana minnettarım. bu zamana kadar, bu konuda sana kızdığım, seni üzdüğüm her gün için ayrı ayrı özür dilerim senden. ve şunu da bilmeni isterim ki; sen fenerbahçeli olsaydın ve bu sene şampiyon fenerbahçe olsaydı, seninle o kutlamalara giderdim, ama o kutlamalardan asla bir fenerbahçeli olarak dönmezdim. iyi ki galatasaraylısın, iyi ki galatasaraylıyım. sizi seviyorum."

    işte 12 mayıs şampiyonluğunun sıradan bir şampiyonluk olmadığının bende ki kanıtı. hayatımın bana en güzel gününü yaşatan sevgilime ve galatasaray'ımıza çok teşekkür ediyorum. huzurunuzda sevgilimi ve galatasaray'ımızı çok sevdiğimi söylemek istiyorum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın