2677
futbolun hala aslen bir seyirlik olduğu yılların, nezdimde bağıra basılası aktörü.
bu brezilyalı pek tabii ki galatasaray'ı başarıdan başarıya koşturuşuyla yahut istikrarlı futbolculuk katkısıyla hatırlanmıyor. tüm duygusallığıma ve onunla yaşadığımız bir şampiyonluğa rağmen ben de öyle hatırlamıyorum. o, nazeninliği ve meşin kavalyesini bedeniyle bir kılıp sahada ahenkle salınışıyla futbolu sevdiresi türden bir karakterdi. öylesi bir sanatçıyı, benimsediğim, benim saydığım kulübümün sahnesinde izlediğim için pek mutluyum.
çoklarınca tecrübe edilmiştir ki tabiatımızda biraz güldürüp biraz süründürene bağlanma eğilimi vardır. lincoln böyledir. o asla ne vereceğini bildiğimiz, düz, istikrarlı, güvenilir, sınırlı yeteneklerine rağmen özverili oyuncu tipi olmamıştır. tam tersidir bunun. benim benzetmemle pokemon'daki charizard gibidir ve hakkaniyetli olanın bu olmadığını hissetsek de genelde böylelerini çok severiz. en kötü günlerde yanımızda olan değil nadiren uğrayıp keyfe boğan ve tatlı bir esintiymişçesine uzaklaşan, hep de gönlümüzün kendisinde kaldığı insandır o. nazlılığı müsamaha görür. isteyince yapabildikleri, keyif aldığında verebildikleri açlıkla beklenir.
bahşettiği gülümsemelerin yanı sıra iki damla göz yaşımın da üstlenicisidir. on ikisinin sonlarında olan ve yaz günlerini dayısının ufak marketinde çalışarak geçiren bana, her mesai sabahında gazete standı önüne dikilmeyi ve tüm spor gazetelerinin galatasaray kısımlarını tedirgin gözlerle okumayı reva görmüştür. sahada ne ise, giderken de oydu aslında. bir sabah kalacağına dair umutlanlandırıp neşeye gark ederken hemen ertesinde gidiyor oluşunun korkusunu yaşattı. nihayetinde, gazete standının önündeki kaldırıma çöküp iç çekerek ağlamama sebebiyet veren manşeti attırdı: "ve lincoln gitti."
tüm sorunlarına rağmen (ya da esasen onların da payıyla) o, özel olanlardandı. iyi ki vardı.
bu brezilyalı pek tabii ki galatasaray'ı başarıdan başarıya koşturuşuyla yahut istikrarlı futbolculuk katkısıyla hatırlanmıyor. tüm duygusallığıma ve onunla yaşadığımız bir şampiyonluğa rağmen ben de öyle hatırlamıyorum. o, nazeninliği ve meşin kavalyesini bedeniyle bir kılıp sahada ahenkle salınışıyla futbolu sevdiresi türden bir karakterdi. öylesi bir sanatçıyı, benimsediğim, benim saydığım kulübümün sahnesinde izlediğim için pek mutluyum.
çoklarınca tecrübe edilmiştir ki tabiatımızda biraz güldürüp biraz süründürene bağlanma eğilimi vardır. lincoln böyledir. o asla ne vereceğini bildiğimiz, düz, istikrarlı, güvenilir, sınırlı yeteneklerine rağmen özverili oyuncu tipi olmamıştır. tam tersidir bunun. benim benzetmemle pokemon'daki charizard gibidir ve hakkaniyetli olanın bu olmadığını hissetsek de genelde böylelerini çok severiz. en kötü günlerde yanımızda olan değil nadiren uğrayıp keyfe boğan ve tatlı bir esintiymişçesine uzaklaşan, hep de gönlümüzün kendisinde kaldığı insandır o. nazlılığı müsamaha görür. isteyince yapabildikleri, keyif aldığında verebildikleri açlıkla beklenir.
bahşettiği gülümsemelerin yanı sıra iki damla göz yaşımın da üstlenicisidir. on ikisinin sonlarında olan ve yaz günlerini dayısının ufak marketinde çalışarak geçiren bana, her mesai sabahında gazete standı önüne dikilmeyi ve tüm spor gazetelerinin galatasaray kısımlarını tedirgin gözlerle okumayı reva görmüştür. sahada ne ise, giderken de oydu aslında. bir sabah kalacağına dair umutlanlandırıp neşeye gark ederken hemen ertesinde gidiyor oluşunun korkusunu yaşattı. nihayetinde, gazete standının önündeki kaldırıma çöküp iç çekerek ağlamama sebebiyet veren manşeti attırdı: "ve lincoln gitti."
tüm sorunlarına rağmen (ya da esasen onların da payıyla) o, özel olanlardandı. iyi ki vardı.