tarih inananları yazarmış, inandık ve başarmanın en önemli adımını atarak maça avantajlı başladık. maç öncesi oluşan atmosfer, euroleague'in en çılgın taraftarı seçilmemiz, kirilenko ve teodosic'e hazırladığımız pankart ile seslenerek geceye dair önemli mesajlar vermemiz ve sonrası sahadaki amansız mücadele, ortaya konan ruh, arzu, istek.
ne desek yetersiz kalacak bu zaferi anlatmak için; zafer, destan, tarih gibi sözcükler bile kafi değil başarımızı anlatmak için. bu takım ve taraftar arasında inanılmaz bir sinerji, iletişim mevcut. kimi anlarda taraftarlar olarak bizler inancımızı kaybetmek üzereyken sahadaki oyuncularımız çakıyor kıvılcımı. bunun farklı yolları oluyor; bazen sert bir müdafaa, bazen hücumda iyi dolaşan top sonrası gelen üçlük, bazen smaç, bazen de oyuncularımızın yere düşen topu kapmak için kendilerini yerden yere atması. tribünde yer alan bizler de bu mücadeleden, istekten, kazanma azminden ufak da olsa gördüğümüz anda kıvılcıma ulaşıyoruz, sonrası ise her geçen an şiddetlenen ateş ve saha ile tribünün bütünleşmesi. bazen de sahadaki aslanlarımız oyundaki ritmini kaybetme noktasına geliyorlar, hücumda ve savunmada aksamalar yaşanıyor; o anlarda da ''bizler inandık, siz de inanın, bizim için bu maçı alın!'' diye bağıran tribünler itici güç oluyor ve galibiyet için gerekli olan kıvılcıma yine ulaşıyoruz. oynadığımız maçlarda abdi ipekçi'de bulunanlar daha iyi anlayacaklardır dediğimi. bu takım ve taraftarlar arasındaki kusursuz iletişimi sağlamış olmak, başarılarımızdaki, destanlarımızdaki gizli anahtardır bana göre.
9 şubat gecesi de yukarıda bahsettiğim durum yaşandı; cska moskova karşısında 45-35'lik skor ile 10 sayı geriye düştüğümüz anda skorborda bakıp da ''maç gidiyor'' tereddütünü yaşayanlar olmuştur muhakkak, nitekim karşımızdaki rakip avrupa basketbolunun şu andaki açık ara en iyi, en kusursuz takımı. fakat direnç göstermemiz gereken, oyuna tutunmamız gereken o anda yine üzerimize düşeni yapmış; önce pozisyonu yoktan var eden takımımız olmuş, sonrasında da tribünde açılan farkın etkisiyle susan, yerine oturanlar tekrar ayağa kalmış, daha gür bağırmaya başlamıştır.
o anı aşağıdaki linkten izleyebiliriz; hücuma çıkarken top kaybı yaşamak üzereyken ortaya konan istek, önce andric, sonra shipp ile topu kazanmamız, tribünleri de bana kalırsa tekrar ateşleyen pozisyon olmuştu. çünkü daha önce birçok kez de belirtildiği gibi bu takımın yaptığı insan üstü sertlikteki savunmalar, taraftardan kaynaklanıyor.
http://youtu.be/EitdcH23qOk?t=1m47s 45-35'ten sonra iyi savunmamız, cska'nın isabetsiz şutları sonrası ribaundları toplamamız ve 6-0'lık seri sonrası farkı eritmemiz ilk kıvılcımın eserleriydi. skoru 45-41'e getirdikten sonra da cska'ya molayı aldırmıştık; o anda ortaya çıkan unutulmaz ''gençlik marşı'' da önümüzdeki dakikalara dair ciddi mesajlar veriyordu.
http://youtu.be/EitdcH23qOk?t=2m29s o geceki kırılma anlarında ibre hep bizden yanaydı; cevher'in hem savunmada hem hücumda verdiği inanılmaz katkılar, önceki maçların aksine isabetli smaçlar. ayrıca yine önceki maçlarımızda yaşamaya alışık olduğumuz topun çemberi turlayıp kenarından, köşesinden çıkması durumu da bu maçta birçok kez cska'nın başına geldi. bu durumu da tamamen şansla veya topun bizi sevmesiyle açıklayamayız; siz gayret etmezseniz, çaba sarfetmezseniz şans da sizinle olmayacaktır. euroleague'in en skorer takımı olan cska''ın son çeyrekteki ilk sayıların bitime 5:36 kala bulması ve son çeyreğin tamamında cska'ya yalnızca 10 sayı izni vermemiz gerçekten şaşkınlık yaratan önemli detaylar. son öeyrekte cska'ya karşı insan üstü bir savunma ortaya koymuş ve onları boş hücumlara mahkum etmiş olsak da aynı şekilde biz de hücumda üretkenliğimizi kaybetmiştik. bitime 2.30 dakika kala sorumluluğu üstlenen isim de lucas gordon olmuş ve attığı 2 basketle geriye 1 dakika kala skoru 65-59'a getirerek galibiyet için büyük bir adım atmamızı sağlamıştı. tüm bunlara rağmen maç yine de son anlarda zora girmişti. önce ikili sıkıştırmaya maruz kalan jaka'nın topu gordon'a vermesi ile gordon'a yapılan faulün es geçilmesi, daha sonra da olympiakos maçımızdaki taktiğimizi iyi okuyan kazlauskas'ın teodosic'e ''topu alır almaz kendini faulden kurtar ve şuta yönel'' direktifi ile teodosic'e üçlük esnasında faul yapmamız ile onu 3 atış için çizgiye yollamamız; o anlarda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü tam manasıyla. skorborda baktığımızda 66-63 üstünlüğümüz ve arada yalnızca 3 sayı, sahaya baktığımızda ise 3 atış için çizgiye giden teodosic. olympiakos maçındaki soğuk duş etkisinin benzerini yaşamamız olasıydı; teodosic'in 1 tane kaçırması gerekliydi. o anların heyecanını televizyon izleyicilerine aktaran ihsan bayülken de ''bu haksa 1 tanesini kaçırması lazım'' demiş; o galibiyet bizim hakkımızdı ve teodosic ilk atışında isabeti bulamamıştı. aslına bakarsanız, kaçması en muhtemel atış da birincisiydi ve milos teodosic'in o anda eli titredi, galibiyet bize geldi.
büyük zafer, çok büyük bir destan.
son çeyreği tribünde bilinçsiz bir şekilde izlemiş biri olarak son düdük sonrası etrafımda kim varsa sarılmıştım.
o heyecanın ise bünyemde halen mevcut olduğunu, maçın tekrarını, videoları, cevher'in imkansız basketlerini, göksenin'in üçlüğünü izlediğimde coşkuyla sevinmemden, çığlık atma noktasına gelmemden anlıyorum.
evet, tarih inananları yazarmış;
(bkz:
#885731)
https://twitter.com/...s/167549753306001408bu unutulmaz gece için
teşekkürler galatasaray!!!
(bkz:
geliyoruz zincirleri kıra kıra hey)