luigi di biagio'nun penaltıyı direğe nişanlayıp fransa'nın dünya kupası yolundaki yolunu biraz daha genişlettiği maç.
bu maç oynanmadan önce
fransa 98 başında köye, rahmetli babaannemin yanına postalanmış, ilkokul ikiyi bitirip, üçe geçmiş ve tatil kitabı çözen,
micro genius marka bilgisayarlı aterimde
* özellikle gece yarısı mahallenin çocuklarını toplayıp, hepsi birer mortal kombat karakteri olan rayden, liu kang, cage, sonya ve goro hakkında çok bir bok biliyormuşum gibi ahkam kesen, hikayeler uyduran bir çocuktum. gündüz dere kenarında top peşinde koşup, akşam bizim evde toplanıp mortal kombat oynayarak günler geçiyordu. o zaman şehirden yılda bir geldiğim için de köydeki arkadaşlarım anlattığım her boka inanarak benim bilgeliğimi tescillemiş ve beni mahalle takımı kaptanlığına bile getirmişti üstelik. şimdi hepsi çok şükür geleceklerini bir şekilde şekillendirdiler ve ben o günlerden akıllarında anlattığım şeylerden ötürü hasar kalmamasından ötürü vicdan azabı çekmiyorum :(
neyse o günlerde dünya kupası oynanmaya devam ediyor ve rahmetli babaannemin
akai marka 37 ekran hiç hd televizyonunda maçları iyi kötü takip ediyordum. hatta bazen sıkıcı maçlar olunca ultra teknolojik micro genius'umu televizyona bağlamaya kalksam da babannemin "televizyonu bozacaksın, çomak çıkasıca" gibi tehditvari serzenişlerinin ardından ivedilikle vazgeçiyordum. zira o günlerde anten girişine takılan atari adaptörü televizyonlar için çok büyük bir tehditti :(
günler geçti bu maç geldi. ilginçtir ki ağaca dalmak, bakkaldan meybuz almak, mahalle maçı yapmak gibi temel aktivitelerimizden vazgeçip sanki fransa'nın kupayı alacağını hissetmiş gibi emektar 37 ekran akai'nin karşısına mahallenin tüm zıpırları olarak geçmiştik. üstelik herkesin nineleri de bizim evde olan bu büyük toplantıya iştirak ediyordu. ortamda öyle bir çay - pötibör aktı ki aklınız almaz. hizmette sınır yoktu yani. neyse maç oynandıkça ninesiyle doğru orantıda uykusu gelenler bir bir aramızdan ayrılıyordu. fakat ben azmedip gittiği yere kadar diyip o güne kadar tüketmediğim kadar çay tüketip, sınırlarımı zorluyordum. penaltı atışlarına geçildiği anda da evde babannem ve ben dışında kimse kalmamıştı. oysa saatler o kadar da geç değildi. buna bir anlam verememiştim. neyse penaltılar atıldı ve
luigi di biagio o meşhur penaltıyı üst direğe nişanlamıştı. sonrasında da fransa yarı finale çıkmayı başarmıştı.
hemen bu anı tekrarlamalıyım diyerekten, babamın bana o zaman aldığı, başta belirttiğim mahalle maçlarımızın resmi topu olan
mikasa marka futbol topumu alarak evin bahçesine çıktım. amacım di biagio gibi topu direğe nişanlayıp, o anı canlandırmanın verdiği hazzı yaşamaktı. bahsettiğim direk ise babaannemin çamaşır astığı kablo ip karışımı maddeden başka bir şey değildi. bir, iki denemenin ardından babannemin freni patlamış kamyon misali üzerime geldiği üzere anladım ki benim kale olarak adlettiğim yerin arkasında taze soğanlar yetişiyordu ve ben bunları hunharca abanarak ezmiştim :( battı balık yan gider diyerek son şutumu attığımda ise o çok sevgili mikasa topumun bahçe sınırlarını aşarak az ötemizde bulunan yıllardır uğranılmayan, bir gün gelecek
alamancı sahipleri olan evin çatısına doğru süzüldüğünü gördüm :( oraya doğru hamle yaptığımda ise babannemin orada "
ilan*,
çayan kaynıyordur." uyarısıyla karşılaşıp topumun ardından gözleri dolu dolu bakmakla yetiniyordum.
ben o gün hem o penaltıyı canlandıramamıştım, hem de mikasa toptan olmuştum be :( finalde brezilya'yı desteklesem bile zidane'a değil de son golü atan
emmanuel petit'e daha fazla uyuz olmuştum. fakat üzerinden çok geçmeden
17 mayıs 2000 tarihinde onun da intikamı alınmıştı.
**